İstanbul’da kültür adamları, edebiyatçılar, akademisyenler, iş insanları ve aydınların buluştuğu değişik mekanlar var. Biraz maziye dönersek Sultan Abdülmecid’e kadar böyle mekanlara padişahlar ve etrafı da iştirak ediyordu.
Osmanlı’nın çözülmesine yakın ve Cumhuriyetin ilk yıllarında Hersekli Arif Hikmet’in Çukurçeşme’deki Evi, Abdurrahman Sami Paşa Konağı, Recaizade Mahmut Ekrem’in Yalısı, Şair Nigar Hanımın Evi, Tevfik Fikret’in Aşiyandaki Evi, Abdullah Cevdet’in İçtihat Evi, İhsan Raif Hanımın Evi, İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın Konağı, İsmail Hami Danişment’in Harbiye’deki Evi bilinen edebiyat ve kültür mahfilleriydi.
Meserret Pastanesi, Üsküdar Çiçekçi Kahvesi, İkbal Kahvesi, Baylan Pastanesi, Hatay Restoran, Çiçekçi Pasajı, Park Otel de ilerleyen zamanlarda gelir girdisi ve şöhreti de nazarı itibara alınarak aynı hizmeti gördü.
Artık pek öyle değil. Çünkü 20 milyonluk metropolde bir birden bir yere gitmek aynı zamanda masraf ve zamanla örtüşmüyor. Bir zamanlar İstanbul’un kalbi mesabesindeki Beyazıt’taki Küllük, Marmara Kıraathanesi, Çınarlatı gibi mahviller artık yok.
Peki günümüzde kültür ve edebiyat yahut tarih mahvilleri yok mu? Cemaatciliğin ve siyasetin ağır bastığı günümüzde böyle bir mahvil zor. Çünkü sadakat kültürü her şeyi ters yüz etti, biat öne çıktı. İsimler de değişime uğradı sivil toplum oldu. Artık her sokakta kendi cazibesine göre bir sivil toplum oluşturuldu. Bunlar da daha çok arka planında mevcut siyasi iradeye arka çıkmak şeklinde oluyor. Oysa mahvillerde her husus sorgulanır ve tartışılırdı. Benim de katıldığım, herkesin kendi doğrusunu savunabileceği veya tartışabileceği ancak corana sonrasında tatil edilen Cağaloğlu Beyan Yayınevi Sohbetleri de önemli bir entelektüel boyutu olan kültürel bir mahvildi. İbnülemin Mahmut Kemal İnal konağındaki gibi diş kirası verilmezdi ama çiğ köfte ve baklava ikram edilirdi tanıtım ve müzakere sonrası.
Bugün için bağımsız ve bağlantısız bir kültür mahvili olarak örnek verecek olursak Kemah Kafe müzakerelerini yeni yerine taşıyan Abbara Kafe Pazartesi Sohbetlerini örnek olarak verebilirim. Herkes hür fikrini söyleyebiliyor, tartışabiliyor, tefekkür edebiliyor, kimse kimseye kızmıyor, küsmüyor, kendi masrafını kendisi verebilen, hatta katkıda bulunan, gelmek-gitmek veya lehte-aleyhte görüş açıklamak mecburiyeti bulunmayan bir mekan. Adeta günümüz aksakal aydınlarının tefekkür ve teşekkür ettiği bir mahvil burası. Konuşma kadar sorgulama da yani analitik düşünce de birbirine paralel gidiyor.
Üsküdar Abbara Cafe Pazartesi Sohbetlerinin konuğu Cumhurbaşkanlığı Klasik Türk Müziği Korosu Şefi Sanatçı Mehmet Güntekin idi.
Örnekleri Sürekli Azalan Aydınlar
Mehmet Gündekin(1963-Bafra) mülkiyeli bir aydınımız. Benim kuşağım(1968) İstanbul’daki Türk Sanat Müziği Hocaları Merhum Süheyla Altmışdört ve Fetih Salgar’dan mutlaka sahiplenmiştir. Üniversite korosunda müzik dokusuna sahip olmuştur.
Mehmet Güntekin bizim nesilden daha genç ama aynı hocaların rahle-i tedrisatından geçmiş bir aydın. Yazar ve editör aynı zamanda. Musiki Mecmuası, Hürriyet Tarih Dergisi, Tercüman Gazetesi’nde köşe yazılarını veya araştırmalarını mutlaka meraklıları okumuş, istifa etmiştir. Dünyanın değişik ülkelerinde konserler vermiş bir sanatçı Mehmet Güntekin. Aynı zamanda Türk Musikisi Vakfı, Heybeliada İlm-i Musiki Derneği yöneticisi ve Cumhurbaşkanlığı Klasik Türk Müziği Korosu Şefi. Benim kütüphanemde İstanbul’da 100 Musikişinas ve İstanbul’un 100 Şarkısı kitapları zaman zaman başvurduğum eserlerinden bazıları.
Esasında Abbara Kafe Pazartesi Sohbetleri dostların birbirini görmesi, ne durumda olduklarını yaşamaları, hal hatır sormaları, gelişmeler karşısında birbirlerini bilgilendirmeleri, hafızayı mazi ve müstakbele ait bir gel-git formatında çalıştırması gibi insani, medeni, inancı bir ihtiyacın karşılanmasıdır. Hani “inancımızda bir tebessüm bile sadaka hükmünde” ya işte öyle bir şey. Konuşmacılarımız ise kaymağın balı.
Mehmet Güntekin’in de üyesi olduğu TURİNG Konserlerinde yeni bir çalışmaya daha imza attı; Müzikli Maarif Takvimi; özelliği bir ay içindeki gelişmeleri musiki, sanatçı ve entelektüel format ile örtüştürerek düşündürmesi. Birkaç tanesini izledim, ayakta alkışladım. İnşallah sözünü aldık; Müzikli Maarif Takvimi konserlerinden biri Abbara Kafe’de gerçekleştirececek.
Sanatçı Mehmet Güntekin neler anlattı Abbara Kafe’de peki? Neler konuşuldu, neler tartışıldı, hangi sorular soruldu, hangi cevaplar alındı o zaman? Alınan notlara ve kaydedilen sohbete bakıyorum, yansımada algılanan hususları yeniden gözden geçiriyorum. Özetin özeti şöyle; Devlet Müzik ilişkisinde 300 yılın mini notları.
Tarih Kaydediyor
Padişah 3. Selim bir Musiki Alimi. Ancak Avrupa’dan batı musikisi hocaları getirtiyor. 2. Mahmut bunu takip ediyor. Dönemindeki Vak’ay-ı Hayriye-Yenileşme hareketinden başlayarak (1826) Cumhurbaşkanlığı Klasik Türk Müziği Korosunun kurulmasına kadar satır satır geldi sohbet. Çünkü bu dönemde İtalya’dan sanatçılar getirilerek “paşa” ünvanı verilip enderunda orkestralar kurularak (Mızıka-i Humayun) yabancı müziğe kapı aralanıyor. Aynı dönemde Bestekar Dede Efendi Padişahın Baş Müezzini. Durum karışınca ve istifa etmek gibi bir kurum da olmadığı için Dede Efendi Hacc’a gitmeye izin alıyor ve mukaddes topraklarda da koleraya yakalanarak vefat ediyor.
Türk müziği böylece geri plana atılıyor. Bunu için ıslah heyetleri kuruluyor.
Sonraları başta Darülehlan ve Darülbedai gibi benzer kuruluşlar devreye giriyor. Abdulkadir Meragi ortaya çıkıyor, kendisine Cerrahpaşa’da bir konak tahsis edilerek, fiili bir musiki mektebinin ilk adımları atılıyor.
Sultan Reşat döneminde Bestekâr Rahmi Bey ile ilk konser veriliyor(1916). Ziya Paşa bu dönemin bestekarlarından. Oğlu da bestekar Suphi Ziya Özbekkan. Deyişleri ile Neyzen Tevfik dikkat çekiyor. Sonra Saadettin Kaynak. Bu dönemde artık hanım sanatçılar da devreye girmiş oluyor. 1926 yılında Türk Müziği Okulu kapatılıyor. Okul batı müziği olarak devam ediyor. Türk Müziğinin eğitim ve icrası yasaklanıyor. Musa Süreyya Bey Moskova’dan dönünce konservatuvar açılıyor. Dede Efendi’nin talebelerinden Ali Rıfat Çağatay musiki faaliyetleri başlatıyor (1927). Ankara Musiki Muallim Mektebi(1928) kuruluyor. Radife Erten sorumluluk üslenmiş. Türk Sanat Müziği ile Batı müziği çatışmaları artık kendini iyice hissettiriyor. Personele izin verilerek okul tatile girmiş gibi gösteriliyor, ancak batı müziği çalışmaları sürüyor. Refik Fersan ve Münir Nurettin Selçuk vs Riyaset-i Cumhur Konserleri başlatıyor. Sonra Ferit Kam devreye giriyor. 10 Kasım 1938’den sonra konserler yapılmıyor.
DP Zamanın iki milletvekili müzikle haşir neşir. Ama siyasi iradeyi etkileyecek güçleri henüz yok. Yılmaz Öztuna Şişli’deki evinde musiki sohbetleri başlatıyor. Fakat 1975’te TSM korosu ancak kurulabiliyor. Fakat devlet kendi kurumuna yer vermiyor. S.Demirel, B. Ecevit, Köksal Toptan, Talat Halman ile olan musikili anektodlar var sohbette.
İlk Etkinlik Çankaya Köşkü’nde
Mehmet Gültekin ve arkadaşları artık devreye giriyor. Nevzat Atlığ bu temaslardan bir şey çıkmayacağı endişesinde ama Cumhurbaşkanı Gül’ün resmi yazısı Kültür Bakanlığına gidiyor. Bakan Ertuğrul Günay cevabı geçiktirdikçe geciktiriyor. Çankaya Köşkü’nün yazısı acaba sümen altı mı ediliyor? Nihayet karar açıklanıyor ve Cumhurbaşkanlığı Türk Sanat Müziği Korosu resmen kuruluyor. İlk konser Çankaya Köşkünde verilirken Gül ailesi en ön sırada oturuyor. Sonra aynı konser İstanbul’da tekrar ediliyor.
Demek uğraş verilirse oluyormuş. Örtülü muhalefet yenilebiliyormuş. Sanatçı Mehmet Güntekin konuşmasını grafik, resim ve kupürlerle destekledi. Üç saat süren sohbette bir saati aşkın süre de soru-cevaba ayrıldı.
Dünyaya söyleyecek sözü olanları her pazartesi öğleden sonra Üsküdar Abbara Kafe’ye davetli.


