Koşan Bu Şehir de Ne?

101

Kilis’te bizim evin etrafında öğretmenler Adil ve Nuri Beyler, şapkacı Mustafa Amca, eczacı Zekeriya Bey, Belediye Başkanı Haşmet Bey; kalaycı İbrahim Efendi, (muhtar), çiftçiler Mehmet ve Hayri Efendiler,  manifaturacı Mahmut Amca, Bekçi Ali Amca,Terzi Fuat Amca, Hafız Yahya, müezzin Lübük Mehmet, imam Mustafa Efendi, memur  Şevket Amca ve ailesi komşularımızdı. Her sektörden komşularımız vardı ve dostlukları çok sağlamdı. Bu ailelerin çocuklarından yaşıtlarım olanlarla birlikte bazen evimizde, bazen de sokakta oynar, okula beraber giderdik. Yolda kudamacı Mahmut’tan leblebi ve şeker alırdık. Fırıncı Şükrü’nün bisikletlerinden kiralardık. Herkes birbirini tanırdı. Yaramazlığımızı gören komşularımız bizi ikaz ederdi. Hatada ısrarlı olursak kibarca ailemize çıtlatırlardı. Evlerimiz havuş denilen bahçelerin içindeydi. Herkesin ahırında beslediği hayvanları vardı tavuk, kuzu, eşek, at, katır gibi. Bağı bahçesi mevcuttu. Toprakla, bitkiyle, hatta böcekle, ağaçla, çiçekle barışıktık. Belki teknoloji yeterli değildi ama insanda olması gereken kendi kendine yetebilirlilik özelliği mevcuttu.

Bugünü gördükten sonra diyorum ki “çocukluğunu ve komşuluğunu yaşayan belki de son nesillerden biriyiz”. Şimdikiler şikayet ediyor “apartmanda karşı dairedeki komşuyu bile tanımıyorum” diye. Bilmiyor ki bu dizayn birbirinizi tanımamanız için gerçekleştirilmiştir! Birkaç aykırı örnek varsa bunlar istisna sayılır. Büyükşehirlerde kitle ulaşım araçları olan otobüs, metro, metrobüs, tramvay ve banliyo trenlerinde maalesef kıyafeti ve eğitimi nasıl olursa olsun genç kızlarımız bile yaşlı hemcinslerine, hamilelere, çocuklu kadınlara bile yer vermiyor, elindeki telefonla, tabletle meşgul oluyor, yahut arkadaşıyla fingirdeşiyor.

MANA HARİTAMIZ KAYBOLMAMALI

Çünkü artık şehirlerimiz insan ölçekli inşa edilmiyor. Yitirdiklerimiz sadece yöresel mimari ve estetik değil, toplum vicdanı da bundan etkileniyor. İnsanımızdaki kurucu ve üretici iradenin şehre yansıması gerekirken, insanı dışlayan ve sürekli kar amaçlı oluşturulan yeni şehirlerimiz ruhsuz, kimliksiz, insansız ve insafsız inşa ediliyor. Sivil toplum bunu henüz farketmedi. İstikbal adına bir sivil inisiyatif yeni algıladı gelişmeyi. “Hakkı ve sabrı tavsiye etmek. İyiliği emredip, kötülükten kaçınmayı” yeniden hatırlamak ihtiyacı baş gösterdi. Mana haritamızı yitirirsek, insani değerlerimizi de terk etmiş oluruz. Teknoloji sizi teslim alır, mekanize eder ve tuş yapar. Ne kadar AVM ve ne kadar gökdelen dikerseniz dikiniz. Dolayısıyla şehirler yaşanabilir olmalı ve üstelik her kuşak nesil için. Bunu örnekleri tarihimize kadim şehirler olarak tescil edilmiştir. Uzakta aramaya gerek yok. İstanbul’un ve şehirlerimizin silüetini bozanlara af kapısını insanlık ve tarih adına kapatmalıyız. Eskimez mimariyi tekrar da terakkiyi etkiler. Değerli dostum şair Osman Sarı bakın moderenlik ve gelenek arasındaki eski taş mimari kültürümüz için bakın ne diyor?

Taş taş değil bağrındır taş senin,

Nereni nasıl yaksın söyle bu ateş senin?

Ülkendir taş ve beton bu yanlış kent,

Her gün bir yanın biraz daha taş senin!

Taş alanlarıdır taş insanları taşır bir,

Nereye gelsen ey aşk karşısında bu taş senin!

Uygarlık taşla taşımak çağlar üzre,

Kolların bu denli güçlü müdür senin?

Bir taş devridir ama bağışla beni,

Niçin bunca geldim üstüne ey taş senin!

Bir İbrahim Bıcağı  ikiye biçer taşı,

Sevgili nasıl kırdı kutlu dişin taş senin?

Ölüm bir kasırgadır çevirir seni beni,

Nedir kuçağında kocaman taş senin?

ŞEHİRDE AKIL TUTULMASI

Şehirlerimiz  politikanın, medeniyetin, sanatın ve kültürün yani her etkinliğin hayat bulduğu mekanlardır. Şehirlere bir hayat neşvüneması olarak baktığımızda değerleri konuşuruz, ekonomik gözlükle bakarsanız rant konuşulur, bugün olduğu gibi. İnsan yüzlü ve insan ölçekli bir kentsel dönüşümde sosyologlar, psikologlar, şehir tarihçileri, sanatçılar, arkeologlar olmadan olmaz.

Kızım ilkokula gittiğinde Ankara Hayvanat Bahçesi’ne götürmüştüm. Kuzuyu gördüğünde “Baba sevsem beni ısırır mı” demişti de içim cızzz etmişti. Apartımanlarda çocuklar böyle büyüyor. Okula servisle gidiyor günün erken saatinde uykudan zor uyanarak. Mahalleden kimseyi tanımıyor üstelik. Akıl tutulması içinde çoğu çocuğumuz . Gerçeği gördüğü gibi sanıyor. Dolayısıyla eğer bir kentsel dönüşüm yaşanacaksa, gelecek nesillerin hakkını korumalıyız, tarihi ve kültürel mirası hatırlamalı; dünü, bugünü ve gelecekle kaynaşıp yerine yenisini inşa edebilmeliyiz. Engellileri, yaşlıları, mazlumları ve mağdurları ihmal eden bir anlayış yeni kentler kuramaz. Daha düne kadar her şehrimizdeki “körler çarşısı”nda en iyi kilim, halı, hasır, zembil örülürdü.

Rahmetli Mehmet Altınsoy Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı’ydı. Kurucusu ve yöneticisi olduğum Türkiye Yazarlar Birliği “Şehir ve Kültür” konulu bir program düzenlemişti. Teklife sıcak baktı mekanı cennet olsun Mehmet Altınsoy. Hilton Oteli’nde üst düzey yöneticilerin, politikacıların, sanatçıların katıldığı bir toplantı yapmıştık. Şehirlerin değerlerinin ait olduğu uygarlıkların birer değeri olduğu ortaya çıkmıştı. Dolayısıyla büyük uygarlıklar  şehirleriyle anılıyor, onlarla temsil ediliyordu: Kahire, Atina ve Roma gibi. İstanbul, Bursa, Edirne, Erzurum, Konya, Sivas da Selçuklu ve Osmanlı medeniyetinden nasibini almış örnek kentlerdi. Hazreti Peygamberin şehre dönüştürdüğü Yesrip adını Medine olarak değiştirip, İslam medeniyetiyle ilişkilendirdi. Bu dönemlere ait “çıkmaz sokak”lar bile küçük komşuluk birimleri olarak hizmet vermiş, dayanışma sağlamıştır. Kolluk gücüne gerek olmadan, toplum kendi kendini denetlemesini bilmiştir.

MERHAMETLİ VE İNSAN DOSTU KENTLER KURMAK

Bugüne gelince istisnalar hariç kopya ve tekrardan öteye yeni bir şey ortaya konmamıştır. Tarih içinde kazanılmış ve kabul görmüş  mimari birikimlerden ve örneklerden kısmen TOKİ yararlanmışsa da yeterli değildir. Bu konuda örnek Adalet Bakanlığı İnşaat Dairesi Başkanı Haydar Çiftçi’nin her ilin neredeyse tümünde yaptırdığı iklim, yöresel özellik ve tarihle örtüştürerek inşa ettirdiği adliye binalarını gösterebilirim. Burada siyasal iradeyle ortak hareket şeffaf bir inşa ve ihya hareketi başlatmıştır.

Ankara’da da itibarı olan bir müteahhidimizle görüşürken geleneksel mimari yapımızda her odanın güneş görmesi, yatak odasında ayakların kıbleye uzanmaması ve tuvaletlerin uzakta olmasını hatırlattığımda cevabı ilginçti: “Teknoloji ısıyı ve ışığı kontrol altına alabiliyor, kokuların yayılmasını engelleyebiliyor” demişti. Ancak yatak odasında ayakların kıbleye uzanması konusuna hiç değinmemişti. Çünkü güneye bakan evlerin rantı daha yüksekti. Artık şehirlerde sellerin ve düşen yıldırımların neden olduğu kayıplar neredeyse depreme yaklaştı. Dereler kapatılarak üzerine inşaat izni verilirse, yeşil alanlar sürekli azaltılırsa olacağı da budur. Oysa insanın tabiatında yeşile, doğaya bir özlem vardır. Kur’an bu tür duyarsız kentlere beldetün meyyidetün-ölü şehir(zuhruf 43:11) diyor. Şehirler sıkışıyor. Yoksulları zaman baskısıyla göremiyoruz. Bu insanın doğasına aykırı bir kere. Onun için gergin herkes. Merhametli ve daha insan dostu şehirler kurmak gerek. Kur’an’da güvenli şehir-beldetün aminetün yaşanmaya değer, temiz şehirler olarak hatırlatılıyor.

Yaşamak için dayatılan sosyal konut apartımanlarını batıdan ithal ettik. Aynı gökdelenler gibi. Hepsi küresel sermayeyle tek bir prototipe uygulanıyor. Oysa iklimleri farklı, fiziki mekanları değişik, insan kaynakları da öyle. Sınırsız ekonomik ihtiras ve ekonomik büyüme siyaseti kentleri yaşanmaktan çıkarıyor, para kazanılacak seküler yerler haline getiriyor. Hiç dikkat ettiniz mi neden Almanlar, Hollandalılar, İngilizler, Ruslar kendi büyükşehirlerinden kaçıp Antalya, Alanya ve Didim’e yerleşiyorlar? Mezarlıkları bile bu kentlerde.

MÜZE ÖZÜRLÜ KENT VE NESİL

Mehmet Barlas, Boğaziçi’ndeki gecekonduların yerine villa yapılmasını savunuyor. “Böyle daha şık değil mi?” diye de soruyor. İkisi de yapılmasın, yeşil alanlar korunsun. Batının birbirini perdeleyen dev binalarını örnek alıyoruz da müzelerini es geçiyoruz, yayıncılığını görmezden geliyoruz. Üç beş gönüllü bu hususları sırtlamış götürüyor. Geçenlerde İstanbul Tarabya’da 83 yaşındaki bir madenci işadamımın hobisinden kaynaklanan üç katlı muhteşem Ataman Klasik Otomobil Müzesi’ni gezdim torunumla birlikte. Aynı yere gökdelen dikseydi bire yüz kazanırdı. Dolayısıyla İstanbul’un rantı en yüksek bir yerindeki bu yatırım ayrıca alkışlanır. Ancak izleyici sayısı İstanbul’da bir günde satılan araç sayısını binde biri kadar. Okullar burayı niçin ziyaret etmez ki?

Rahmetli bilge Mimar Turgut Cansever kendi gerçeğimize dayalı ve kökeni Osmanlı şehircilik sisteminde yatan yeni bir zihniyetle şehirlerimizin kurulmasından yanaydı. Yeni Beyazıd Meydanı projesini de kendisi yapmıştı! Ancak hayata geçirildiğinde eçiş büçüş bir şey ortaya çıkınca çok üzülmüş “Ben böyle istememiştim” demek mecburiyetini hissetmişti. Bugün Beyazıd hala öyle!

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir’i dikkat çekiyor satır satır, nokta virgül. Bilmem okuma fırsatı buldunuz mu? En azından bir teselli  bulmaya fırsat işte.