Korona ve Biz…

95

Korona salgını…

  Tüm dünyayı etkisi altına alan ölümcül bir hastalık…

  Her geçen gün insanlık âlemine öylesine büyük darbeler indiriyor ki, yaşamımızı adeta esir almış durumda.

  Bu salgının önünü kesebilmek adına bilim dünyası kenetlenmiş, bilimsel araştırmalarla, türlü çarelerle, bu salgını önlemenin yollarını arıyor.

  Ülkelerin yöneticileri ise vatandaşlarını koruyabilmek adına tedbir, üstüne tedbir alıyor, almaya devam ediyor.

  Amaç; bir an önce dünyayı esir alan bu ölümcül salgını yenebilmek.

  Ülkemizde de salgının görüldüğü günden bu yana hayatımız tamamen değişti. Yaşadığımız her şey Korona adıyla eşleşti!

  Aldığımız nefesten, attığımız her adıma kadar her şeyin içinde Korona var…

  Sokaklarımız, caddelerimiz, meydanlarımız, iş hayatımız, öğrenim hayatımız, yolculuklarımız, alış verişimiz, üretimimiz, yazılı ve görsel basınımızdaki haberlerimiz her şey ama her şey Korona ile başlıyor, korona ile bitiyor…

  Haftalardır, her akşam saatler 19.00’u gösterdiğinde televizyonlarımıza kitleniyor, sağlık bakanlığımızın Korona salgını ile ilgili yapacağı adetsel verilerin ne olduğunu öğrenmeye çalışıyoruz…

  Ülkemizin yöneticileri hastalığı önlemek adına peş, peşe önemli tedbirler alıyor. İlk günden beri bu salgınla cansiperane mücadele eden, bu mücadeleyi vatan görevi sayan sağlık ordumuz, her geçen gün artan hasta sayılarını azaltmaya, tedavilerini yapmaya, onları yeniden sağlıklarına kavuşturmaya çalışıyorlar.

  Bu mücadele sadece sağlık alanında da verilmiyor.

  Yüzbinlerce iş yerinin kapanmasıyla başlayan ekonomik zorlukların aşılabilmesi, mevsimsel ekimi gelen tarım ürünlerinin toprakla buluşabilmesi, sanayi çarkının yavaş da olsa dönmesi, iş, aş peşinde koşan vatandaşlarımızın desteklenmesi, insanlarımızın Korona’ya karşı korunabilmesinin yanı sıra moral ve motivasyonumuzun da üst seviyede tutulabilmesi ama her şeyden önemlisi, bu salgını birlik ve beraberliğimizin verdiği güç ile yenebileceğimiz ruhunun benimsenebilmesi için ülke çapında büyük bir çaba var.

  Pekiyi, böylesine büyük bir mücadelenin yaşandığı ülkemizde, biz, bizler ne yapıyoruz?

  Öncelikli olarak, bu ölümcül salgının bulaşmasını, yayılmasını önlemek adına alınması gereken tedbirleri yeterince alıp, bunlara riayet ediyor muyuz?

  Hemen, hemen günün her anında, her platformdan yapılan ‘’Evde Kal Türkiye-Hayat Eve Sığar’’ çağrılarına ne kadar uyuyoruz?

  Bu soruların hepsine ülkemizin 83 milyon vatandaşı da %100 uyuyor diye cevap verebilir miyiz?

  Tabii ki, hayır!

  Daha geçtiğimiz hafta Cuma günü sokağa çıkma yasağının açıklanmasıyla birlikte yaşananları hatırlayalım!

  Yasağın açıklanış şekli, oydu buydu hepsi bir kenara. Bu tür konulara hiç girmeden vatandaş olarak yapmamız gerekenler neydi ona bir bakalım!

  Hani alınması gereken onca tedbir, maske takılması, sosyal mesafenin korunması, nerede kaldı izolasyon?

  O gece akılda kalan görüntüleri hatırlayınca iki günlük zorunlu karantinada dahi dikkat etmemiz gerekenleri bir anda unutuyorsak eğer;  böylesine ölümcül bir hastalığı nasıl alt edeceğiz diye düşünmemiz gerekmiyor mu?

  Kendi hayatları pahasına bu hastalıkla mücadele eden bir milyonu aşkın sağlık ordusunun, bu cansiperane fedakârlığını ne çabuk unutuverdik o gece?

  Bu büyük mücadelede görev sadece ülke yönetiminde, sağlık çalışanlarında mıdır sadece?

  Bize, hepimize düşen görev alınan tedbirleri titizlikle uygulamak değil midir?

  Yaşın 65 ve üstü, yaşın 20 yaş ve altı sokağa çıkmayacaksın denilmişse eğer! Unutma ki, bu senin sağlığın, iyiliğin için…

 ‘’Yok, ben sabah sporumu yapacağım, köpeğimi dolaştırmam gerek!’’ , ‘’Off evde çok bunaldım, sokağa çıkıp hava almalıyım.’’ Diyemezsin, diyemeyiz…

 ‘’Maske takmadan toplu taşıta binemezsin, markete, pazara giremezsin’’ denmişse eğer, bu salgının önlenmesi içindir. Bunun dışında hareket edemezsin, edemeyiz…

  Alınan her tedbir bizim sağlığımız, salgını önlemek adına atılan her yeni adım, bu salgının ülkemize verdiği, vereceği zararı önlemek için.

  Bu salgının önünü kesmek, ülkemizi saran Korona cenderesini paramparça etmek istiyorsak eğer.

  Bize düşen görev ne ise onu eksiksiz yapmak zorundayız.

  Sokağa çıkmamamız gerekiyorsa çıkmayacağız. Maske takmamız gerekiyorsa takacağız.    Sosyal izolasyona dikkat et, arana 2-3 adım mesafe bırak deniyorsa, bırakacağız.

  Evet, anamızı babamızı, evlatlarımızı, torunlarımızı bir müddet göremeyeceğiz. Hatta sevdiğimiz kadınla dahi el, ele yürüyemeyeceğiz. Bu belki de aylar sürecek ama onların özlemini sevgilerimizle büyütüp, sabredeceğiz.

  Parklarda, deniz kenarlarında şen şakrak çocuk sesleri bir süreliğine de olsa duyulmayacak, kırlarda açan rengârenk çiçekleri göremeyeceğiz, bahar dallarında şakıyan kuş seslerini de duyamayacağız ama bu güzelliklerin değerini daha çok anlayacağız.

  Doğanın, doğal güzelliklerin yaşamımızdaki yerinin ne kadar önemli olduğunu anımsayacağız.

  Bu özlemler yumağı, bize insani değerlerimizi hatırlatacak. Hoşgörüyü, iyilik dolu yürekleri çoğaltacak. Korona ile başlayan yardımlaşmanın, dayanışmanın erdemine varacağız.

  Yoksul, yardıma muhta

Önceki İçerikKeder Adam Öldürmez
Sonraki İçerikYan Yana, Kol Kola, Göz Göze, El Ele, Diz Dize
Avatar photo
1967 yılında Teğmen rütbesiyle T.S.K da göreve başladığı zaman, Kıbrıs olayları adada tüm hızıyla devam ediyor, Yunanistan’ın da desteğini alan Rum’lar; adada yaşayan Kıbrıs Türk’üne her türlü mezalimi yapıyor, gerçekleştirdikleri toplu katliamlar, uyguladıkları ekonomik ambargolarla Kıbrıs Türk Halkını adadan göçe zorluyorlardı… O dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1960 yılında imzalamış olduğu, BM’ler tarafından da onaylanmış garantörlük anlaşması gereğince, ada da bulunan ‘Şanlı Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayında’ görev almak için defalarca dilekçe veren Teğmen Çilingir; 1974 yılının 20 Temmuz Cumartesi sabahı kendisini Kıbrıs’ta savaşın içinde buldu. Bölük komutanı olarak Kıbrıs Savaşlarının her iki safhasında da bu görevini başarıyla sürdürdü, ‘Gazi‘ unvanı ile onurlandırılarak Türkiye’ye döndü. 1974–1975, 1985–1987 yıllarında Kıbrıs’ta görevli olduğu yıllardan sonra da, adada yaşanan olayları yakinen takip eden Çilingir; 2004-2011 yılları arasında Kıbrıs Türk Kültür Derneğinin İstanbul Şubesi yönetim kurulunda da görev yaptı. Bu uzun süreçte ’mili davamız’ olarak bilinen Kıbrıs konusuna sahip çıkarak, Kıbrıs Türk Halkının kazanılmış tarihsel ve hukuksal haklarını savunmak adına değişik platformlarda görev aldı. Sempozyumlara, panellere, televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı, makaleler yayınladı. Yakinen takip ettiği Kıbrıs konusu başta olmak üzere, ülke meseleleriyle ilgili güncel yazılarına, konferanslarına devam etmektedir. T.S.K.’dan 1990 yılında, kendi isteği ile emekli olduktan sonra; Kıbrıs konusuyla ilgili kaleme almış olduğu; ’’Özgürlük Nefesi (K.K.T.C Cumhurbaşkanlığı yayını 1995)’’, ‘’Girne’den Doğan Güneş (1997)‘’, ‘’Unutanlar Unutturulanlar ya da Hatırlayamadıklarımız (2004)’’, ‘’Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka (2006)’’, ‘’Andımız Olsun ki Bu Topraklar Bizim (2007)‘’,’’Tarihten Gelen Çığlık (2010)’’, Kıbrıs ‘’Yes Be Annem’’ 2002-2016 (Eylül-2016) isimli kitaplarıyla; Ülkemizin son 65 yılında öne çıkan, yaşanmış önemli olayları anlatan: ‘’10’ların İzleriyle Türkiye (2014)’’,’’Kırılmadık Ne Kaldı?-Zaman Asla Kaybolmaz (2015)’’, ‘’Önce Vatan (Eylül 2017) isimli kitapları da bulunmaktadır… Sivil iş hayatına ‘Türkiye Sigorta Sektöründe’’başlayan Atilla Çilingir Koç YKS bünyesinde uzun yıllar görev yaptıktan sonra, halen dünyanın 18 ülkesinde hizmet veren, sağlık bilişim şirketlerinden birisi olarak ülkemizde de faaliyet gösteren; ‘’CompuGroup Medical Bilgi Sistemleri A.Ş’’ bünyesinde, görevine devam etmektedir. Pek çok üniversitenin ‘Bankacılık-Sigortacılık Fakültelerinde, Yüksek Okullarında, vermiş olduğu seminerler, konferanslar ile sektöre bu yönde de hizmet vermeye devam eden Çilingir’in: Sigorta sektöründe 27 yıldan beri vermiş olduğu hizmetlerini anlatan; ‘’Sigortalı Hayatın Gerçekleri’’ (2012) isimli bir kitabı daha bulunmaktadır. Atilla Çilingir; bugüne değin kitaplarından elde etmiş olduğu telif gelirleriyle; Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında: 2010 yılında ‘K.K.T.C Lefkoşa Şehit Aileleri ve Malul Gazileri Derneğine’ ‘Tarihten Gelen Çığlık’ isimli kitabının telif gelirini bağışlamış, 19 Şubat 2012’de Van’da yaşanan büyük depremden sonra Van’ın Muradiye İlçesi Akbulak Köyü İ.M.K.B. (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) Yatılı Bölge İlk Öğretim Okulunda içinde 20 adet bilgisayarı bulunan ve kendi adını taşıyan bir BT (bilgi teknolojisi) sınıfı açmış. 02 Haziran 2017 tarihinde de Samsun’un Tekkeköy ilçesi Büyüklü İlköğretim okulunda da adını taşıyan, içinde 2500 kitabı, 2 adet bilgisayarı bulunan bir kütüphanenin açılışını sağlamıştır.