Kör İnadın Galibiyeti veya Yetkin Olmayan Yetkililerin Günahı

62

Öğretmenlik mesleği için çok güzel şeyler söylenir. O, gönül ve akıl işidir denir. Benim için de öyle. 1976’da besmele çektim bu mesleğe. Dile kolay, kırk yıl geçti.

Severek ve yüksek bir imajla başladığım mesleğimden küskün, kırkın, itilmiş, itibarsızlaştırılmış vaziyette ayrılmak, kaderimmiş.

Suçumuz, esen ya da estirilen bir hava ile saygınlığı kaybettirilmiş dershane sektöründe öğretmen, kurucu, işletici olmak. Yüksek vatanseverlik duygularımız, sektörde yapılan yanlışlıkları yeri geldikçe haykırmak, bürokrasinin her kademesindeki insanlara veya onların çocuklarına ders vermiş olmak, kurtarmadı imajımızı.

En az otuz yılda elde edilebilecek imaj ve tabela değerindeki kaybımızın hesabını, bilmediğim bir adresteki sorumlularla toprağın altında yapacağız.

Bugüne kadar içinde hissedar, kurucu, yönetici olarak bulunduğum dokuz eğitim kurumunun sonuncusunun kapısına bugünlerde kilit vuracağız, “Bu iş buraya kadarmış.” diyeceğiz. Olsun, rızık Allah’tan. Bu da bir imtihan türü.

Buraya niçin geldik, şimdi ne olacak?

Gazetelerde bir haber: “Talim, Terbiye karar aldı. İlkokullarda birinci sınıftan itibaren öğretilen el yazısından vazgeçilecek, çocuklara önce dik yazı öğretilecek, üçüncü sınıftan itibaren el yazısı uygulamasına başlanacak.” Torunumdan biliyorum, henüz harfleri tanımayan çocuğu el yazısına zorlamak tam bir işkenceydi. Şimdi soruyorum: Yıllar önce bu milletin çocuklarına el yazısını niçin dayattınız, bu milletin çocuklarına, öğretmenlerine, velilerine bu işkenceyi niye yaptınız? Pedagojik değerden yoksun, uygulanması zor bir sistemi yürürlüğe sokmakla ne yapmak istediniz? Siz şimdi yeteneksizliğinizi mi gösterdiniz, hainliğinizi mi? Yetkinlikten yoksun yetkililer olarak bunun hesabını tarih ve millet önünde nasıl vereceksiniz? Kaybedilen zaman, harcanan emek, kırgınlık, devlet sistemine güvensizlik, eğitimdeki çürümüşlük nasıl telafi edilecek? Bu noktada “Pardon” demeniz, hangi kaybı geri getirecek?

Yukarıdaki sorunun cevabını henüz vermedim, başka bir olay anlatayım. Bir fen lisesine ziyaret amacıyla uğradım. Yeteneksiz bir yetkili, müdür yardımcısı, bana aynen şunları söyledi: “Hocam, bu yıl öğrencilerimizin yüzde sekseni okul kurslarına katıldı, biraz da zorladık, bir kısmı kaçak kurslara gitti, üniversite başarımız çok yüksek, derslere bizim öğretmenlerimiz girdi, onlar da iyi ücret aldı, koruma derneğine de iyi para geldi, biz bu işi daha ucuza yapıyoruz, çocuklardan iki bin beş yüz lira aldık, çocuklar karda kışta hem dışarıya gitmemiş oldu. Gelecek sene de daha iyi bir kadro oluşturacağız, ekip kuracağız..” Müdür yardımcısı elde ettiği kazancın ve kendince olağanüstü başarısının(!) hazzıyla uzun süre konuştu, tabii bana söyleyecek söz kalmamıştı. Onlara göre, cüzzamlıydım, suçluydum, parazittim; yıllarca bu millet çocuklarının sırtından para kazanmıştım. Yine bir öğretmen telefon ediyor, bana “Hocam fen lisesine tayinimi aldırdım, biliyorsun benim burada çevrem yok, bana özel ders veya ders verebileceğim özel öğretim kursu bulur musun?” diyor.

Eğitim sistemi üzerindeki kör inatlaşma niçin bu noktaya geldi? Dershanelerin veya etüt merkezlerinin birer yurt, kamp, beyin yıkama, militan devşirme merkezi olarak kullanıldığını, doğalarının buna uygun olduğunu, sistemin kendi içinde birtakım kusurlar barındırdığını inkâr etmiyoruz. Şikâyetimiz, ıslah edilebilir bir sistemin, hem hizmet üreten hem hizmet alan taraflarda mağduriyetler doğuracak şekilde birden sonlandırılması, bu konudaki iyi niyetli uyarıların ciddiye alınmamasıdır.

Her veli, çocuğuna imkânları ölçüsünde iyi yemek yedirme, kaliteli elbise giydirme hakkına sahiptir. Bu, fıtri bir ebeveyn duyarlılığıdır. Anne ve baba iyi bir eğitim aldırma hakkına da sahiptir. Bu iyi bir okul tercihiyle de olur, çocuğun eğitimine takviyede bulunacak eğitimcilerden destek almak şeklinde de olabilir. Takviye, destek kurslarından veya eğitimcilerden çocuğu yoksun bırakmak, hem çocuğa haksızlık hem ana-baba fıtratına zulümdür. Bu mahrumiyet, bir yerde isyana dönüşecektir. Bu mahrumiyet sistemi, yürümeyecektir. Bir yazımda, çocuğuna özel ders aldıran başsavcı vekilinden söz etmiştim.

Bir şey anlaşıldı: Kör inat galip geldi. Bir şey zamanla anlaşılacak: Bu yasakçı sistem yürümeyecek. Yetkinlikten yoksun yetkililer, Gayya panayırında birbirlerini suçlayacaklar. Bir rüzgâr esiyor, bu da geçecek. İnsanlar yine çocuklarına ek ders verecek öğretmen veya kurumlara ihtiyaç duyacak. Bu kaçınılmaz. Ara dönemlerde insanları, kazanımları telef etmek, bu ülkenin kaderi; bu da onlardan biri olarak tarihe geçecek.

Bu yazıyı, tarihe not düşmek için yazdım. Kimseyle kavgam yok. Dalaşmayı değil, hep köşeyi dolaşmayı tercih ettim. Gün ola, harman ola… “Görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler.”