Kopyadan Yolsuzluğa, Sosyal Ahlaksızlık

94

Belden yukarı ahlaksızlık anlayışımıza yabancı gibi. Onun
için “sosyal ahlaksızlık” diyorum. İnsan ilişkilerinde cinsî olmayan her türlü
ahlaksızlığı kastediyorum.

Toplumu koruyan, bir arada tutan ahlak kurallarının çıkar
için çiğnenmesini kastediyorum. Fırsat eşitliğini, adaleti sağlayan kuralların
çiğnenmesini. Rüşvet, yalan, yolsuzluk, kopya, intihal, torpil, akraba, yandaş
kayırmacılığını. İşte bunlar, toplum ahlaksızlığıdır, sosyal ahlaksızlıktır.
Kişinin ahlaksızlığı kişiyi ilgilendirir. Bunlar herkesi. O yüzden bunlar,
belden aşağı ahlaksızlıktan daha ahlaksızdır. 

Sosyal Ahlaksızlık Bulaşıcıdır

Diyelim bir kişi, torpille bir yere geldi. Ve o yerin adamı
değil. Liyakatsiz. Fakat burnu havada geziyor. Böyle tipler, arkalarındaki
torpili açık açık pazarlarlar. Bir cins teşhirciliktir bu. Sonra siz o kuruma
artık, “Burası sizin evlatlarım.” veya “Çalışın, başarın, hedeflerimize
ulaşmamıza katkı yapın, yükselirsiniz!” gibi nutuklar atamazsınız. İnsanlar
salak değildir. Aradan birkaç yıl geçince kadronun tamamı kokuşmuş hale gelir
zaten. Ve kurumu, kurumun görevini bir yana bırakır, tamamen size yaranmaya
odaklanırlar. Belki sizin istediğiniz de buydu zaten.

Liyakatin her şey olduğu kurumlarda, mesela üniversitelerde,
torpilliler, aşağılık duygularının itişi ile liyakatli avına çıkar. Onları
kurumdan uzaklaştırırlar. 

Bu hal ülke çapında yayılırsa halen okuyan veya hayata yeni
atılan bir gencin idealleri ne hale gelir dersiniz? Olması gereken, “Ben, en
iyi şu, en bilgili ve başarılı bu olacağım” ülküsüdür.

Fakat ortam ona bu düşüncelerin fantezi olduğunu gösterir.
Kendine bir dayı bul. Partiye yaman. En başarılı kopyacı, en yaman yağcı, en
militan trol ol. Gemisini yüzdüren kaptan. Atı alan Üsküdar’ı geçer! 

Diktadan Sosyal Ahlaksızlığa

Bu kültür, ülkenin tamamını kaplar. Bu kültür bir şey
üretemez. Üretse, ürettiği dünya ile rekabet edemez. Bu kültür ancak, halkın
yarattığı değerlere ağır vergiler getirir ve sonra onları kendi arasında
afiyetle yer, yutar. Paranın bir kısmını da propagandaya, algıya harcar. Bu son
kalem sosyal ahlaksızların sigortasıdır. 

Nasıl üretsin ki? Üniversiteleri eş, dost, akraba ile
dolmuş. Öğrenciler kopyayla veya daha beteri rüşvetle diploma alıyor. Tayinler
“mülakatla” yapılıyor. Tayin listeleri mülakat jürilerine önceden veriliyor.
Bunlar mı üretecek? Üretmese daha iyi. Bir önceki yazıma bakınız, Kroş’un
dediği gibi “onların tasarladığı denizaltı dalar ve bir daha çıkamaz”. 

Maalesef bu halde ülkeler var. Bazıları şanslı.
Topraklarında dünya piyasasında para eden kaynaklar var. Onları satıyor, çoğunu
akrabalara, bir kısmını da halka sızdırıp geçinip gidiyorlar.

Bu kadar talihli olmayanlar sürünüyor. Sürünmeye karşı
savunmaları da despotluk ve algı mühendisliği. George Friedman’ın Leksus ve
Zeytin Ağacı’nda anlattığı gibi bunlar ülkelerini başarılı ülkelerle
kıyaslatamazlar, kıyaslayamazlar. Bu işlerine gelmez. Onun yerine “Babalarınızın
zamanından iyi değil misiniz? Onların zamanında buzdolabı mı vardı?” gibi
söylemlerle kendi geçmişleriyle kıyaslatırlar. Fakat insanlar aptal değildir.
Olan biteni görür, hissederler. Bu görmeye karşı tedbir de dayatma düzenidir. O
ülkelerdeki otorite tenkidi, gerçeğin dillendirilmesini cezayla, şiddetle
karşılar. 

O Büyürken Ülke Küçülür

Bu karanlık tablonun bir örneğini öyle bir ülkeden gelen bir
öğrencinin ağzından dinlemiştim. “Bizde”, diyordu, “bütün diplomalar parayla
alınır.” Hangi diplomanın kaç para ettiğinin piyasası da varmış. O ülkeden çok
öğrencim oldu. Hemen hiçbiri ders verdiğim Türk üniversitesini
bitiremedi. 

Bir başkasında parayla öğretim üyeliği satılmış. Alana,
ahşap işleme dersi düşmüş. “Ama ben hayatımda ahşap işlemedim”, deyince, “Şu
kitabı al, her bölümün bir kısmını oku, geri kalanını da ödev ver” demişler.
“Hoca” kendi anlattı bana.

Ülke adı vermek istemiyorum. İkisi de eski Sovyet ülkesiydi.
İster komünist, ister faşist, ister dinci olsun; dikta, sosyal ahlâkı sıfırlar.
O rejimler devrilip gittikten sonra da ahlaksızlık sürer.

Kültür yapışkandır. Kolay değişmez. Hani rahmetli Sabri
Ülgener Hocamızın “zihniyet” dediği şey işte bu… 

Lütfen düşünün. Okulların çoğunun böyle olduğunu farz edin!
Bu gençler on, yirmi, otuz yıl sonra artık genç olmayacak. O eski genç, şimdiki
orta yaşlı ve ihtiyardır. Bu dandik diplomaların sahipleri veya diplomaya
bakılmaksızın nesep asabiyesi ile tayin edilenler, kendi ülkelerini 21.
yüzyılda dünya ülkeleriyle rekabet ettirebilir mi? Bu sahte diploma
sahiplerinin yönetimin, sanayinin, ticaretin direksiyonuna oturduğu ülkelere
rekabetçi üretim, refah, kalkınma gelebilir mi? Ya ne olur? Bilgi istemeyen,
marifet istemeyen ürünleri, açlık şartlarında çalıştırılan halka ürettirip
onları haciz fiyatlarıyla satarlar. Millî paranın değer kaybetmesi, haciz
demektir- bir düşünün. Sonra, varsa, tabiî kaynaklarını satarlar. Topraklarını,
ülkelerinin hakkını, egemenliğini satarlar. Ve yerler. Halk sürünürken bu
azınlık, içinde yaşadıkları debdebeyle övünerek hükmeder. Çünkü “görmemiş”tir.
Ülke ve halk küçülürken sosyal ahlaksızlık büyür.  (KARAR Gazetesinden
alınmıştır)