– Hayvanların sîretleri / hâl ve gidişâtları, huy ve amelleri / fiil ve hareketleri ile sûretleri / dış görünüşleri, bedenleri ve şekilleri hakkında şöyle bir düşünecek olursak; görünüşleri ile hâl ve tavırları arasında tam bir uyum içinde olduklarını müşahede eder, farkına varırız. At bedeninde Arslan ruhu olsaydı, zapturapta alabilir, üstüne semer vurup binebilir, istediğimiz yöne çekip götürebilir miydik? Koyun ve Keçi’lerin yüzlerindeki o mûnislik / cana yakın, uysal ve sevimlilik hâlleri olmasaydı; istediğimiz gibi, onları evirip çevirebilir miydik? Öküzlere; insana uyması gerektiği ilham edilmeseydi; küçük bir çocuk koca öküzün kulağından tutup, elindeki çubukla da vurarak onu emrine râm edebilir, o yana bu yana doğru sevk edebilir miydi? Demek ki, Arslan’a Arslan rûhu, Tilkiye Tilki rûhu, At’a At rûhu çok müsait ve uygundur. Velhasıl, her beden ve surete en uygun siret, huy ve hâl verilmiş. Beden / suret ve siret / huy ve davranış özellikleri her yaratılanda gözetilmiştir. Acaba At, Koyun ve Keçi gibi hayvanlara Arslan ruhu verilseydi insan nasıl da çaresiz kalırdı? Veya Arslan, Kaplan gibi hayvanlar; uysal ve yumuşak huyluluk gibi vasıflarla donatılmış olsalardı; nasıl gülünç durumlar sergileneceğini varın bir de sizler düşünün. Anlaşılan odur ki, suretler ve siretler arasında tam bir uyum ve gereklilik vardır. Böylece İlahî bir hikmetin / gaye ve amacın her şeyde gözetildiğini, çok âşikâr bir yaratılış icabı olarak görmekteyiz.
– “Niye dersini çalışmadın?” “Arkadaşım da, çalışmadığı için!” “Niye ahlâksızlık yapıyorsun?” “O da yapıyor!” Halbuki her koyun, kendi bacağından asılır. Kaldı ki, sûi misal / kötü örnek; misal olmaz, örnek olarak alınmaz.
– Ayakkabısı eski ve altı parçalanmış biri, bu hâlinden ötürü üzgün olarak yolda yürürken; bir de ne görsün; karşıdan gelen bastonlu adamın bir ayağı yok! Hemen kendine gelerek: “Ben niye üzülüyorum ki, der. Adamın bir ayağı yok! Ben ise iki ayağım da sağlam olduğu halde, ayakkabım eski diye bunu mes’ele yapıyorum!”
– “Fakirim!” diyen birine “Hayır değilsin!” diyerek biri karşı çıkar! Kendisine tuhaf tuhaf bakan fakire adam sorar: “Bir gözünü bana kaça satarsın?” Fakir sükut eder cevap veremez! Adam “Bir gözüne bile fiyat biçemiyor, bir de fakirim diyorsun!” diyerek, fakirin şaşkın bakışları arasında oradan uzaklaşır.
– Her şeyin hareket gücü beyin sanılır ve beyinden bilinir. Elektrikle çalışan âlet ve makinelerin de beyni hükmünde harekete geçirici merkezleri var. Fakat elektrik kesilince, tüm donanımıyla makine stop eder, durur. Âdeta dona kalır! Aynen bunun gibi, insandaki beyin de, ruh çıkınca, bir şeye yaramıyor. İnsanın hiçbir uzvu harekete geçemiyor! Evet, makineler için elektrik neyse, insan bedeni için de ruh odur.
– Bazıları “Ben gördüğüme inanırım.” diyerek bilgiçlik taslar! Masanın üstünde kıpır kıpır hareket halinde olan milyarlarca mikropları görebiliyor muyuz? Havadaki her sesi işitiyor, radyo ve televizyon dalgalarına bakabiliyor muyuz? Atmosferimizde her yeri kaplayan havayı müşahede edebiliyor muyuz? Şayet mikroskop icat edilmemiş olsaydı, mikropların varlığını kolay kolay kabul etmezdik! Demek ki, görmemek ve işitmemek olmadıklarına delil değil. Aslında görmediklerimiz gördüklerimizden, duymadıklarımız duyduklarımızdan daha fazla.
– Rast gele birinden gelen mektup mu?
Yoksa, mevki makam sahibi birinden gelen mektup mu? Daha heyecanlı bir şekilde kendini okutur?
Üstelik bu mektup:
Kâinatın Yaratıcısı Yüce Allah’tan gelen, Kur’an-ı Kerîm denen İlahî mesajlar yüklü mukaddes, azîz ve eşsiz bir mektup ise mi, kendisini daha büyük bir merak ve istekle okutur? Karar sizin.