-Nasraniyet / Hıristiyanlık ya intıfa edecek / sönecek veya ıstıfa edip / safileşip temizlenecek; İslâmiyet’e karşı terk-i silâh edecek / silâhı bırakacaktır. Çünkü Nasraniyet birkaç defa yırtıldı. Protestanlığa geldi. Protestanlık da yırtıldı, tevhide / Allah’ı bir bilmeye yaklaştı. Tekrar yırtılmaya hazırlanıyor. Ya intıfa bulup / sönecek veya hakikî Nasraniyet’in esasını câmi olan / içine alan hakâik-i İslâmiyeyi / İslâm’a ait hakikat ve gerçekleri, doğruları karşısında görecek, teslim olacaktır. İşte bu sırr-ı azîme / büyük sırra Hz. Peygamber işaret etmiştir ki, “Hz. İsa nazil olup / inip gelecek, ümmetimden olacak, Şeriatımla / İslâm diniyle amel edecek / İslâm’a göre hareket edecektir.” (Buharî)
-Şeriatın / dinin yüzde doksanı (zaruriyat / dinin yapılması zorunlu olan kısımları ve müsellemat-ı diniye / dinin sapasağlam oturmuş kuralları, esasları) birer elmas sütundur.
Mesâil-i içtihadiye-i hilâfiye (üzerinde ihtilâf edilen içtihadî meseleler, konular), yüzde ondur.
Doksan elmas sütun, on altının himayesine verilmez.
Kitaplar ve içtihadlar Kur’an’a dürbün olmalı / onu göstermeli,
Ona âyine / ayna olmalı; gölge ve vekil olmamalı.
-İnsan fıtraten / yaratılış bakımından mükerrem / şerefli, saygı-değer bir varlık olduğundan, hakkı arıyor. Bazen bâtıl / doğru ve hak olmayan, boş ve yanlış olanlar eline geçer; hak zannederek koynunda saklar. Hakikati kazarken, ihtiyârsız / istemeyerek, dalâlet / doğru olmayan şeyler başına düşer; hakikat zannederek kafasına giydirir.
-Bâtıl / doğru ve hak olmayan şeyleri iyice tasvir etmek / her yönüyle anlatmak; safi / saf ve iyi niyetli zihinleri idlal eder. / Doğru ve hak yoldan çıkarır. Kaldı ki, kimse yanlışı bilerek kabul etmez, almaz; ancak doğru sanarak tercih eder.
-Âlim-i mürşid / irşat edici, doğru yolu gösterici âlim / bilgin; koyun gibi olmalı, kuş gibi olmamalı.
Çünkü koyun kuzusuna hazmolması gayet kolay ve yararlı olan sütü, kuş yavrusuna kay denen / yani hazmolmamış besin yani kusmuğu verir.
-Bir şeyin vücudu, bütün eczasının / cüz ve parçalarının vücuduna / varlığına vabeste / bağlıdır. Ademi / yokluğu ise, bir cüz’ü / bir parçasının ademi / yokluğuyla gerçekleşir. Nitekim zayıf bir adam iktidarını / gücünü göstermek için, tahrip / yıkma ve bozma taraftarı olur, müspet / yapıcı olmak yerine menfîce / yıkıcı bir hareket sergiler. Çünkü meselâ bir evin yapımı yıllar alırken, bir kiprit ile kısa bir zamanda yakarak varlığına son verebilir.
-Menfaat ve çıkar üzerine dönen siyaset ve politika canavardır. Zira burada millet yararına yapılanları, körü körüne sırf birkaç oy için, karalamak gibi kötü bir niyet vardır. Doğruya doğru demek şiarımız olmalı. Yanlışa karşı ise, yıkıcı değil yapıcı, nezih ve güzel bir tenkitte bulunmalıyız.
-Aç canavara karşı tahabbüb / sevgi gösterisinde bulunmak, onun merhametini değil, iştihasını açar! Üstelik bir de diş ve tırnağının kirasını ister!
-Bütün ihtilâlât / ayaklanmalar ve fesadın / bozukluk ve fenalıkların asıl madeni / kaynağı ve bütün ahlâk-ı rezile / rezil ahlâkların muharrik / harekete geçireni ve menbaı / kaynağı sadece iki cümledir:
Birinci cümle: “Ben tok olsam, başkası açlıktan ölse bana ne!”
İkinci cümle: “İstirahatım / rahatım için, sen zahmet çek, sen çaış, ben yiyeyim!”
Birinci cümlenin kökünü kesecek tek bir devası var ki, o da vücub-u zekât / zekâtın farz olmasıdır.
İkinci cümlenin devası hurmet-i riba / faizin haram olmasıdır.
Adalet-i Kur’aniye / Kur’an adâleti, âlem kapısında durup, ribaya / faize:
“Yasaktır, girmeye hakkın yoktur” der.
Beşer / insanoğlu bu emri dinlemedi, büyük bir sille yedi!
Daha müthişini / dehşetlisini yemeden dinlemeli.