Konudan Konuya (1)

96

 

     İstanbul’da
Bâbıâli; bir zamanlar matbuatın, neşriyat ve her türlü yayının merkezi
durumundaydı. Her türlü gazetenin değil Türkiye, bilhassa Türk Dünyası’na
dağıtım yapıldığı bir merkezdi. Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında İstanbul;
sadece payitaht / başkent değil aynı zamanda bir kültür odağı idi. Hele
Bâbıâliye doğru Sirkeci’den yukarı doğru çıkarken solda meşhur Meserret
kıraathanesi vardı ki, tüm yazar çizer takımının uğrayıp buluştuğu bir uğrak
yeriydi. Çünkü biraz ileride gazete binaları, yayın organları vardı. Şimdi
gazeteler çeşitli semtlere dağıldı. Bâbıâlinin o zamanki görkemli hâli
hatıralarda kaldı. İşte böyle bir mekânda olmanın, o bölgede bulunmanın nasıl
bir mânevî kazanç sağladığını, şu konuşmadan daha iyi anlıyabiliriz:

     -Nerede
çalışıyorsun?

     -Bâbıâlide
kapıcıyım.

     -Ne mezunusun?

     -İlkokul.

     -Hayır sen iki
fakülte mezunusun!

     -Aman beyim
benimle alay mı ediyorsunuz? Ben ilkokul mezunuyum hem de iki fakülte mezunu
nasıl olabilirim?

     -Evet sen iki
fakülte mezunu sayabilirsin kendini! Çünkü Bâbıâlide olmak, orada çalışmak
insana bu seviyeyi kazandırır. Okuyamadım diye hiç üzülme diye de tesellide
bulunur.

     İşte bir zamanlar
Bâbıâli böyle bir konumda idi.

     Nitekim ben de
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü mezunu olduğum halde, her
şeyimi, aynı zamanda Bâbıâlide olmama ve bazı gazete ve yayınevlerinde
çalışmama, çok değerli birçok yazar-çizerle tanışmama borçluyum.

     Bâbıâli’de sıradan
işlerde çalışan kabiliyetli fakat tahsili yetersiz nice kimselerin; nâşir /
yayıncı, yayınevi sahibi olduklarına bizzat şâhit olmuşumdur.

x

     “Hak ile yeksan
olmak.” Yani “Yerle bir olmak.” cümlesinde geçen “Hak” kelimesi Farsça olup
“Toprak” demektir. Hı ve Kef’le yazılır. Ha ve Kafla yazılan “Hak” ise
bildiğimiz Hakk ve Tanrı demektir. Bazıları toprak mânâsına gelen Farsça
“Hak”ın; Tanrı anlamına gelen “Hakk” sanılacağı endişesiyle “Hak” karşılığı
olan “Yer” kelimesini kullanarak “Hak ile yeksan olmak”ı “Yer ile yeksan olmak”
şeklinde kullanıyorlar. Haklılar ama daha doğrusu “yeksan” ın da karşılığını
kullanarak “Yerle bir olmak.” demek daha doğru değil mi? Türkçemizde tam
karşılığı varken, “yeksan” kelimesine yer vermeye gerek var mı?

x

     Kâinat ile Allah,
İnsan ile Ruh arasında bir münasebet kurabiliriz. Nasıl ki Allah kâinat /
Evren’den münezzeh / uzak / alâkasız ise, Ruh da Beden’den münezzeh. Allah her
şeyden sırasız olarak haberdar / haberli. Ruhun da Bedendeki her şeyden sırasız
olarak haberi var.

     Allah ne yerdedir
ne gökte. Mekândan münezzeh. Ruh da ne kolda ne bacakta; vücuttan münezzeh
fakat vücudun her yerinde hazır ve nâzır, üstelik aynı anda.

x

     Yanan bir ampulün
ışığı; ampulü meydana getiren maddelerden ileri gelmez. Ampule dışarıdan gelen
elektrik / cereyanından ileri gelir. Beden de ampul gibidir. Canlılığı bedenden
ileri gelmez. Hak’tan gelen bir cevher, bir nur yani ruhtan ileri gelir. Yani
ampul masdar / kaynak değil; mazhar / ışığın kendisinde zuhur ettiği, göründüğü
bir mekândır.

x

     Madde mânânın
kesif / yoğunlaşmış hâlidir. Her zaman mânâ önce, madde ise onun sonrası yani
zuhurudur. Âdeta ete kemiğe, taşa toprağa dönüşmüşüdür. Mânâ olmasaydı madde
olmıyacaktı.

     Karar alınmasaydı
hiçbir şey meydana gelmezdi. Plân da bir karardır. Plân olmasaydı binalar
ortaya konabilir miydi?

Önceki İçerikCengiz Çandar’dan Düzeltme
Sonraki İçerikMilliyetçilik Üzerine
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.