Kıyamet Yaşanıyor, Haberinizi Var mı?

80

BakaraSûresinin 254. Ayeti: “Ey iman edenler! Hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın. İnkâr edenler ise zalimlerin ta kendileridir.”

Elimde bir fotoğraf, fotoğrafta iki sahne var. 1. Sahnede saf altınla kaplanmış Ferrari, 2. sahnede Oğul Nessar’ın babası Arap şeyhi… Oğul, babaya arabanın fotoğrafıyla birlikte şu mesajı gönderiyor: “Babacığım, Berlin mükemmel, insanlar çok hoş; burayı gerçekten çok sevdim. Fakat baba okuluma saf altın kaplama Ferrari 599 GTB ile gitmekten çok utanıyorum. Tüm öğretmenlerim ve çoğu öğrenciler hepsi tren ile okula gidiyorlar.” Fotoğrafından genç olduğu anlaşılan baba cevap veriyor: “Az önce 20 milyon doları hesabına transfer ettim. Artık bizi utandırma lütfen. Git sen de kendine bir tren al.”

Tanıdıklarımdan Dubai’ye gidenler var. Orada yedi yıldızlı otellerde, pahalı lüks bir yaşam varmış. Yalancı cennet, diyorlar oraya. Gelenlerin hiçbiri orada gördüklerini ve yaşadıklarını hayranlıkla anlatmadı bana. Demek ki vicdanları rahatsız. Tarihi yerleri gezenler gördüklerini bizimle paylaşırken onlar niye paylaşmaz? Sanırım oradaki yaşam, bu kadar yoksulluğun bulunduğu bir dünyada, duyarlı vicdanları kanatıyor. Anlatmaya utanıyorlar. Kıyamet, bu çelişkide yatıyor.

Nasrettin Hoca’ya “Kıyamet ne zaman kopacak Hocam?” diye sorarlar. “Hanım ölünce küçük, ben ölünce de büyük kıyamet kopacak. Gerisini bilmem.” der, Hocamız.

Bana göre her gün kıyamet kopuyor, farkında değiliz, işimize gelmiyor. Yaşadığımız günlük kıyameti görmek istemeyenler veya yaşadığımız kıyametin farkında olmayanlar bizi, Rabbimin sorumluluğunda olan kıyamet sahneleri ile meşgul ediyorlar. Allah’ın işine karışmayı, sonucunu değiştiremeyeceğimiz işlerle meşgul olmayı çok seviyoruz. Üzerimize düşeni yapmak sorumluluğu içindeyiz. Ahlakı iki bacak arasında arayanlar, işin yani ahlakın bu veçhesini görmüyorlar, görmek istemiyorlar. Bir bigânelik, bir vurdumduymazlık, bir ahlaksızlık almış başını gidiyor. Bu kıyametin mimarı biziz.

Fotoğrafta yer alan şeyh ile oğlu arasındaki diyalog, aslında oldukça trajiktir. Okunduğunda bazılarını tebessüm ettirecek yazışma, beni derin derin düşündürdü. Altın kaplama lüks bir araba… Bunu kullanmaktan utanan, vicdanı henüz kirlenmemiş, taşlaşmamış bir evlat… Babaya yazılan mektup… Babanın algısı ve anlayışı… Baba tarafından verilen cevap… Bu sahneleri anlatacak en uygun sözcük: Trajikomik.

“… size verilenlerden Allah yolunda harcayın.” emri veriliyor ayette. Bunu yapmayıp inkâr edenler, “zalimler” olarak adlandırılıyor.

Söze gelince kimse ayeti inkâr etmiyor, kimse kendine “zalim” sıfatını kondurmuyor. Peki, bu ayetler kime hitap ediyor? Vicdanların kanadığı, gerçeklerin ters yüz edildiği bir dünya sizce her gün kıyametin yaşandığı bir arena değil mi? Bu arenada yalan var, tahrik var, gücün egemenliği var, zayıfların mağduriyeti var, ikiyüzlülük var, duyarsızlık var, samimiyetsizlik var, “Güç bendedir.” kompleksi ve algısı var… Bunları saymakla bitiremeyiz.

Biz her gün kıyameti yaşıyoruz, farkında değiliz. Hoca misali, önce belki eşimizi kaybedince sonra da son nefesimizi verince “Aaa… Kıyamet varmış!” diyeceğiz.

Rabbim evreni, evren içinde insanoğlunu yaratmış, herkesin fıtratına, uyması gereken yasaları kodlamış. Biz, kendimize ait yasalara uymak zorundayız. Zenginliği bir sınav kabul edip onunla şımarmamak, yoksulları koruyup kollamak, vicdanları kirletecek davranışlardan kaçınmak, onlara hiç yaklaşmamak zorundayız. Uyduğumuz, uyacağımız İlahi her yasa, Kitap’ta yazılan o büyük kıyameti bizim için korkulacak sahne olmaktan uzaklaştıracaktır. Biz birbirimize kıyamet sorgusu, cehennem işkencesi yaşatmazsak Allah’ın vadi gerçekleştiğinde, o gerçek kıyamet, bize gün doğumu gibi olacaktır.

Ne ekersen onu biçersin. Görmeyenlerin, duymayanların kulakları çınlasın…