Kıssalar, sosyal olayları ve insanlar arasındaki ilişkileri
tahlilde etkili bir araç. Fabl türü kıssalarda acı hayat gerçeklerinin, kişileri
incitmeden dillendirildiğini görürüz. Bir tür temsili istiare… Alegorik yöntem
de diyebiliriz.
Dünya üzerinde doğu ülkeleri diye tasnif edilen milletlerin
kültüründe kıssalar geniş yer tutar. Kıssalardaki her bir figürde ve davranışta
ayrı bir mana vardır. Figürler arasındaki ilişkiler, derin anlam katmanlarına
sahiptir. Her eylem, toplumun veya insanların bir yönüne karşılıktır.
Bu kıssa işi nereden çıktı demeyin lütfen. Altmış beşi
bitirip altmışaltıdan gün saymaya başladığım bu yaşımda Arapça öğrenmeye karar
verdim. Basit cümlelerle yazılmış kıssalar, bir dili öğrenmede önemli kolaylık
sağlıyor. Arapça kıssalar okuyorum bugünlerde. Paylaşacağım şu kıssada herkes,
kendisinden, çevresinden mutlaka bir şeyler bulacaktır. Çuvaldızı başkasına
batırmadan iğneyi kendine batırmak şartıyla…
Ferfur isimli fare Köylü Kasım’ın çuvallarını delmekte ve
buğdaylarını yemektedir. Kasım, Kattuta ve Fattuta isimli kedileri evine konuk
eder. Kediler, fareyi kovalarlar ve yerler. Kasım, Kattuta ve Fattuta’ya dört
sarı ve dört kırmızı elma verir. Ödül güzeldir, lakin bir sorun vardır. Hangi
renk elmalar, hangi kedinin olacaktır? Kattuta, “Kırmızılar, benim hakkım.”
der. Fattuta da aynı şeyi söyler. İneği hakem seçerler. İnek, “Evet,
haklısınız; dört kırmızı elma sizin, sarılar benim.” der ve ikişer kırmızı
elmayı iki kediye pay eder. Elmalardan ikisi büyük ikisi küçüktür. Kattuta
irilerini alır, Fattuta da irilerini ister. Anlaşamazlar, “At, adaletle karar
versin, ona razı olalım.” derler. At, şöyle bir bakar, “İki büyük elmayı her
birinize veriyorum.” der, küçük elmaları kendine ayırır. Her iki kedi de büyük
elma almaktan memnudur. Ancak elmalardan birinin üzerinde iki yeşil yaprak
vardır, diğerinde hiçbir yaprak yoktur. Kattuta, “Yeşil yapraklı olan benim hakkımdır.” der.
Fattuta buna itiraz eder. Anlaştırması için başka bir hakeme giderler. Bu,
eşektir. Eşek, yapraksız olan elmayı kendine ayırır, diğer tek elmayı da iki
yaprağın her biri farklı tarafta olacak şekilde ortadan yarar. Fattuta ve
Kattuta ortadan yarılan elmaya bakarlar ki, iki yarım elma birbirine tıpatıp
benzemektedir. “Yaşasın adalet!” diye haykırırlar.
Kattuta ile Fattuta’nın öykücüğünü okuyunca aklınızdan neler
geçmiş olabilir? Kolay kazanılan kolay kaybedilir, dolayısıyla haydan gelen
huya gider, diyebilirsiniz; adalet zor tesis edilen bir normdur, bedel ödemeyi
gerektirir, diye düşünebilirsiniz; her ödül aslında bir zenginlik değil,
sıkıntıdır, sonucuna ulaşabilirsiniz; insanı şerefli kılan somut değil soyut
değerlerdir, çıkarımını yapabilirsiniz; akıl gibi sermayeyi kullanamayanlar, uyanıkların ve çıkarcıların
oyuncağı olmaktan kurtulamazlar, kendilerine ahmak denilmesini hak etmişlerdir,
değerlendirmesi yapabilirsiniz …
Yazımın siyasi nitelik kazanmaması için bu alandan örnekler
vermek istemiyorum; ancak elindeki son derece geniş, etkili, yararlı imkânları
bir nedenle terk ederek ulaştığı veya ulaşmayı hayal ettiği yapay değerlerin
yapay mutluluğu ile zafer haykırışı yapanları gördükçe hem üzülüyor hem
tuhaflıyorum. Kaybedilen maddi birikimler, israf edilen zamanlar, balon gibi
şişirilip söndürülen hayaller, yıkılan ümitler, yeşeren güvensizlikler,
vefasızlıklar; samimi insanlarda, emeğiyle kazanan, helalinden yiyen toplum kesimlerinde
derin bir kırılmaya, zamanla kendi içinde kırgınlığa yol açıyor.
Pire için yorgan yakanlar, hem yorgandan mahrum olup hem
pireyi kaçırdıkları halde, davranışlarının adına “onur mücadelesi”, ulaştıkları
sonuca “zafer”, deme cüretkârlığı gösterebiliyorlar. Desibeli yüksek “Yaşasın
adalet!” çığırtkanlığı ile hem kendileri ile gerçekler arasına duvar örüyorlar
hem de kendisine inanarak peşine takılan kitlelerin hesap soracağı güne hızla
ilerliyorlar.
Bireyiz, bir toplum içinde yaşıyoruz; hizmet veya kazanç
sektörümüz ne olursa olsun, bir ayet hükmünde olan aklımızı, duygularımızın
önüne geçiremeyiz. Allah’ın bizim için çizdiği kader haritasında “aklını
kullanmayanların pisliğe mahkûm olacağını” hatırdan çıkarmamak durumundayız.
Yaşadıkça, kolay ya da zor yollarla, ödül, makam, servet
sahibi olabiliriz. Ancak, sonuç itibariyle, her ödül takdir değildir, her makam
itibar değildir, her zenginlik konfor değildir. Her biri bizim için birer
imtihan, sıkıntı, utanç sebebi de olabilir. Bunları taşımak ve birer yüce değer
olarak yaşatmak, kapasite genişliği, akıl yetkinliği gerektirir. Yetkinlik,
haddini bilmektir, yolun sonunda konaklamak zorunda kalacağımız handa yaşayacağımız
hayatı öngörebilmektir; hatta, yol haritamızı daha sonrasına göre
çizebilmektir.
Kattuta ile Fattuta zekâsının davranış kalıplarıyla dünya
sahnesinin her perdesinde karşılaşıyoruz, çok kere bu sahnede biz de yer
alıyoruz. Ömür adlı en büyük sermayemizi
bu kalıplar içerisinde tüketiyoruz. Bir günlük ömrümüzün sonunda da, kedilerin,
neleri kaybettiklerine ve kimlerin onları aptal yerine koyduklarına
bakmaksızın, “Yaşasın adalet!” diye haykırdıkları
gibi ya ürettiğimiz fani bir değeri haykırıyoruz ya “hiç”lik inancıyla teslim
oluyoruz ya da “Bir varmış, bir yokmuş.” diyerek hayıflanıyoruz.
Ömrün tüketildiği dünya mekanında Çiftçi Kasım da, fare
Ferfur da, Kattuta ve Fattuta adlı kediler de, onlardan geçinen inek, at, eşek
de olacaktır. Bunlar kader orkestramızın enstrümanlarıdır.
Orkestramız bugün hangi besteyi seslendiriyor?