Kimlik, Toplum, Sanat ve Aydın

99

İş Dünyası Vakfı İstanbul Eyüp’teki merkezinde her ayın son cuması, öğleni müteakip bir kültürel etkinlik gerçekleştiriyor. Yemek çok vakit aldığından kahvaltılık bir sofrayı müteakiben salonda muhabbet başlıyor.
Bu defa konuşmacı Musa Serdar Çelebi’ydi. O gün bütün İstanbul sokaklarında bir insanlık dramı Hocalı Soykırımı’nı kınamak üzere miting hazırlıkları vardı. Hocalı, Dağlık Karabağ’ın stratejik bir Türk kentiydi. 20 yıl önce (1992) 25 Şubat’ı 26’ya bağlayan gece 336. Motorize Piyade Alayı zırhlı araçları Rusya silahlı kuvvetleri eşliğindeki Ermeni birlikleriyle beraber Hocalı’yı işgal etmiş; 613 Azeri Türk’ünü şehit etmişti. Bunların 106’sı kadın, 63’ü çocuk, 70’i yaşlıydı. Bunlar resmi rakam olmasına karşılık fiili durumda 1300 şehit olduğunu Bakü’ye gittiğimde öğrendim. Vücutlarının çeşitli uzuvlarının kesilerek  diri diri toprağa gömülmüş şehitlerimizin olduğunu anlattılar. Dehşete düşmüştüm.
Batı Hep Seyirci mi Kalacak?
İşgalin ve Hocalı Soykırımının hemen sonrasında TRT’den görevli olarak bölgeye gitmiştim bir haber timi sorumlusu olarak. Öğrendiklerimiz tüyler ürperticiydi. Ekibimiz katliama rağmen, top ve tank sesleri arasında Hankendi, Ağdam, Laçin ve Suşa’da çekimler yapıyor, haber aktarıyorduk. Sadece insanlar değil hayvanlar telef edilmiş, evler yıkılmış, tarlalar yakılmış, bir milyon Azeri Türk’ü göçe mecbur edilmişti.
Her an bilgilerimiz yenileniyordu. Ermeniler’in  daha sonra Kelbecer ve Fuzuli’de de katliamlar yaptığını öğrendik.  Bir ay boyunca sürekli Bakü’den Ankara’ya haber ve görüntü geçtik. Hocalı soykırımını bir yazar olarak yaşamasaydım Ermeni katliamlarını ancak kitaplardan öğrenebilecektim. Tamı tamına bir soykırımdı Hocalı. Zaten, Zori Balayan “Ruhların Tekrar Dirilmesi” adlı kitabında Türklere nasıl işkence yaptıklarını en ince teferruatına kadar yazmaktadır, utanmadan, yüzü kızarmadan. Batı dünyası bu katliama seyirci kalmıştır. Daha sonra Ermenistan Devlet Başkanı olan Robert Koçaryan ile Jerj Sarkisyan gibi çeteciler Hocalı katliamanın sorumlusudurlar, serbest dolaşan failleridirler.
Sanat Dallarına Yatırımda Fakirlik
Halk Cephesi Lideri Ebülfez Elçibey ile Bakü’de görüştüm. Anlattıklarını Yörünge Dergisi’nde İsmet Gökçe imzasıyla yayınladım. Resul Tosun kapak yapmıştı gelişmeyi ve fotoğraflarımı. Daha sonra İstanbul Konsolosu olan Şair Abbas Abdullah ekibimizi Bakü Mübarek Lokantası’nda konuk etti. Gelişmeleri değerlendirdik. Ebülfez Elçibey ve Abbas Abdullah’a Halk Cephesi bahçesinde konuşurken demiştim ki;
“-Bu katliamların siyasi ve askeri boyutu farklı. Ancak bir yazar, şair ve aydın sorumluluğu içindeki mesuliyeti daha farklıdır. Bu katliamın dramaları yapılmalı, tiyatroları sahnelenmeli, dünya sinemalarında vizyona girebilecek dev prodüksiyonları hayata geçirilmeli, romanları, öyküleri, şiirleri ve destanları yazılmalı, bu eserler dünya dillerine tercüme edilmeli.  Bu işin zamanı yok, sıcağı sıcağına yarışmalar açılmalı. Üstelik Azerbaycan sanat ve kültürde ileri ve iddialı bir ülkedir. Kendini bu konuda da göstermeli.”
Roman ve Hatıra Yazma Sanatı
Bunları konuşurken cepheden gelenler milisler parti yönetimini bilgilendirirken biz de istihbaratımızı zenginleştiriyorduk. 70 Yaşındaki bir emekli öğretmenin anlattıkları yüreğimi yaktı. “Bu yaşımda ben cepheye gitmesem, gençler hiç gitmez. Çünkü Öğretmen örnek olmalı. İlk fedakarlıkları onlar yapmalı.”
Azerbaycan notlarımı Türkiye’ye döndüğümde Kayıhan Yayınları Sahibi, aziz dostum Rahmetli Burhaneddin Kayhan öteki Türk Cumhuriyetleri seyahatimle de birleştirerek “Yıldızlar Yeniden Parlıyor” adıyla yayınladı(1994).
Musa Serdar Çelebi’yi görünce Azerbaycan hatıralarım tazelendi. Aziz dostum Çelebi bir sevindirici haber ile başladı konuşmasına İş Dünyası Vakfı’nda “Prof. Dr. Fuat Sezgin iki cilt olarak İslam dünyası sanat ve edebiyatı ansiklopedisi hazırlıyor” İşte bu gelişmeye sevinilir. Nereden bakarsanız bakınız Musa Serdar Çelebi’nin hayatı da bir roman esasında. Uzun bir hikaye de değil tamı tamına bir dizi, bir roman. Nitekim Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş “Benim hatıralarım yayınlanmak üzere, son rotüşlarını yapıyorum. Sen de yazmalısın. Musa Serdar Çelebi’nin hatıralarını okumalı ve bilgilenmeliyiz.”dedi. Musa Serdar Çelebi “inşaallah “der gibi başını salladı ve konuşmasını sürdürdü;
Çelebi’den Çelebilere
“-1978 Aralık ayında Almanya’ya gittim. Ancak 12 Eylül Askeri yönetimi benim kaçtığımı ilan etti. Yalandı, iftiraydı. Almanya’da Türk Federasyonu’nu ve Avrupa Türk-İslam Birliği’ni kurarak faaliyete geçirdik. Almanya’da bugün için 2200 mescid var. Bu önemli bir rakam. Alman ırkçılığı bizlere Türk olduğumuzu hatırlattı bir bakıma.”
Nerede Bir Türk Varsa, Musalar Orada!..
Avrupa ve Türk Cumhuriyetleri’ni karış karış bilen ve dolaşan Musa Serdar Çelebi’nin Almanya’da bir kaç defa misafiri oldum. Gerek katıldığım fuar, sempozyum, konferans babında ve gerekse iş gereği takip etmek durumunda kaldığım gelişmelerle alakalı olarak bulundum Almanya’da. İlk defa Musa Serdar Çelebi’nin otomobilinde görmüştüm nagavisyonu. Yazarı olduğum Türkiye Gazetesi’nin tesislerinin açılışı yapılacaktı, yeri bilmiyorduk, adresi yazdı ve otomobil bizi yönlendirerek adresi bulduk. Pek hoşuma gitmişti doğrusu.
Musa Serdar Çelebi şöyle konuştu işadamlarımıza ve öteki konuklara “Rusya’da 30 milyon müslüman nüfus mevcut. Avrupa Birliği’nde ise 8 milyon müslüman bulunuyor. Avrupa ve Asya’da sürekli iş gereği koşturuyorum. Nereye giderseniz gidiniz bir Türk’e rastlamak, bir müslümanla konuşmak mümkün. Baltık ülkeleri Letonya, Litvanya ve Estonya’da Türklerle buluştum. İkinci Dünya Savaşı’na Sovyet ordusunda katılan Türk Cumhuriyetlerinden soydaşlarımız harp sonrası bulunduğu bölgede kalmış, geri dönmemiş. Amerika ve Afrika’da da artık ciddi bir müslüman ve Türk nüfus bulunuyor. Tek eksik olanı ise bu insanların yeterince organize olamamasıdır.”
“Biraz Gayret Et 15. Sıraya Gir”
Musa Serdar Bey yaşadıklarını bizlere de yansıttı bu gezileri sırasında. Çuvaş’ta buğday öğütüp un satan bir insanımızı görünce mutlu olmuş. Özbekistan’da 4-5 Türkiye firmasının daha sınır dışı edilmesine ise üzülmüş. Sıkı rejimlerde iş yapmak gerçekten zor. Buna rağmen insanlarımız zoru başarıyor. Türkmenistan içinde iş yapmak için “gayretli midir?” sorusuna cevap vermek gerekiyormuş. Gayret hediye değil, rüşvetin adı imiş. Bir olay anlattı “20 kişiden borç alan ve hiç ödemeyen Türkmenistanlı bir işadamına giden alacaklıya adam “Biraz “gayret” et seni 15. Sıraya alayım.” deyince hepimiz gülüştük. Gerçek olan ise hukuk olmayınca ticari hayat sıkıntı taşıyor. Ancak kuralına göre oynaya bilen başarılı oluyor. Osmanlı adaleti ve nizamı ile 700 yıl kadar bundan dolayı ayakta kalabildi.
Avrupa Birliği’ndeki bir fabrikada mutlaka değişik departmanda bir Türk olduğunu hatırlatan Çelebi, kimlikli ticaret yapmanın gereği üzerinde durdu ve Balkanlarla Afrika ülkelerinin ihmal edilmemesi gereğini hatırlattı. Başta Almanya olmak üzere Avrupa Birliği ülkelerinde aile firmalarının artık satılığa çıktığını öğrendik Musa Serdar Çelebi’den. Eğer çocuklar, torunlar yeni nesil olarak aynı sektörde çalışmıyorlarsa sıkıntı büyüyor, holdingleri satılıyor.
Örgütlü Toplum
“-İslam düşmanlığı Avrupa Birliği’nde hortladı. Ankara dik durunca Avrupa Birliği’ndeki insanlarımız moral kazanıyor, dikleşiyor. Artık büyükelçilerimiz insanlarımızla birlikte Cuma vaazlarını dinliyorlar. Merkel’in öldürülen Türk ailelerden özür dilemek üzere merasim yapması önemli bir gelişme. Alman istihbaratı da görülüyor ki işin içinde. Devlet bu sıkıntıyı fark etti, dolayısıyla özür diliyor.” diye anlattı Musa Serdar Çelebi  devam etti anektodlarla:
-Yurtdışındaki insanlarımız kimliğini koruyabilmeli. Ezilmeden kalabilmeli. Örgütlü mücadele etmeli. Zenginlik siyaset de söz sahibi ediyor. Almanya’da bir köyün bile özel yasası var. O’nunla yönetiliyor. İnsanlarımız mutlaka koordineli çalışmalı. Almanya müslümanları bu nedenle koordinasyon merkezi kurdu. Örgütlü zengin toplum alınacak siyasi kararlara her an iştirak edebilir. Türklerin sorunlarına sahip çıkan ve çözebilecek partilere ve adaylara arka çıkmak gerek.
Siz Hiç Müzikal İzlediniz mi? Son Kitabı Ne Zaman Okudunuz?
Bütün bunlar konuşulurken benim aklım konunun dramasının yazılmasında. Sonra kendi kendime sordum, acaba en büyük Türk Süsleme Sanatları koleksiyonu kimin arşivinde? Müzik’te kim söz sahibi? İnsana yatırım yapan hangi kuruluşlardır acaba? Sinemanın neresindeyiz? Muhafazakarlar mı, yoksa bir başka kesim mi önde? Her neyse!. Sadece Ermeni soykırımı Hocalı katliamının değil, yurtdışındaki bugünkü sosyal hayatımızın da romanları olmalı. Televizyon dizileri yapılmalı. Filmleri çekilmeli. Sevgili dostum, romancı arkadaşım Hasan Kayıhan’ı yıllar var ki görmüyorum.  Almanya’ya bir gitti, pir gitti. Türkiye Yazarlar Birliği’ni beraber kurmuştuk. Keşke bunları da kaleme alsa. Gerçi Hasan Kayıhan birkaç roman yazdı Almanya’da yaşayan insanlarımız ile alakalı, fakat kafi mi ki? Hatta müzikalleri yapılmalı, sahnelere yansıtılmalı. Ne dersiniz?