Kimde Bayrakların En Güzeli? Ona Tek Sahip Ancak Türkeli

94

 

En çok sevindiğim hususlardan biri, Türk Bayrağı’nın resmi binalarda ve gereken yerlerde, 24 saat boyunca dalgalanmasıdır. Zira önceleri ancak Cumartesi öğleden sonra göndere çekilir, Pazartesi sabahı indirilirdi. Bu durumun değiştirilerek, Türk Bayrağı’nın devamlı gönderde kalır hale getirilmesi çok isabetli olmuştur.

Yine en çok memnun olduğum bir gelişme ve seyrine doyamadığım bir manzara şudur: Son zamanlarda Ay-Yıldızlı bayrağın resmi daireler dışında, ayrıca her özel kuruluşun gönderinde bambaşka bir azamet, şevket ve görkemle dalgalanır oluşudur. Üstelik her yerden görülecek şekilde çok yüksek gönderlerde boy göstermesidir. 

Bilhassa her tarafa hakim tepelere dikilmesi, en umulmadık yerlerde karşımıza çıkması, adeta stratejik mekanlarda bütün haşmetiyle: “Ben buradayım.” demesi, çok harika bir şey. Üstelik, hal diliyle: “Burası Türkiye’dir, Türk Vatanıdır, Türklerin yaşadığı ülkedir.” diye gerçeği vurgulaması; pek muhteşem bir manzara ve doyumsuz bir görünümdür.

Hele, böyle alımlı ve nazlı bir şekilde dalgalanırken, lisanı halle, daha nice şeyler anlatıyor olması, yaralı gönüllerimize soğuk su serpiyor doğrusu.

Evet, nerden nasıl bir ilham veya işaret alındıysa alındı; Türkiye’nin dağında taşında Ay-Yıldızlı Al Bayrak; bütün haşmet ve tüm heybetiyle, olanca gurur ve haklı bir hak edişle, göklerde nazlı nazlı salınır oldu. Böylece, kah aheste aheste, kah manalı bir çırpınışla, semaları süslemekte, daha doğrusu göklerin en güzel süsü olduğunu dünya aleme göstermektedir.

Hakikaten, sema ve göklere bu kadar çok yakışan bir bayrak yok. Bayraklar içinde bu denli tabii / doğal sembollü, çok manalı, derin anlamlı bir bayrağı; Dünya, onunla tanışana kadar görmedi. Belli ki, bundan sonra da görmeyecek. 

Evet, rengini şehit kanından, remzini Sema ve İslam’dan alan Türk Bayrağı’nın; kartal yuvası hükmünde olan vatanın her yerinde; bütün asaleti, bütün hamaseti ve bütün manevi güzelliği ile dalgalanarak, rüzgarlara eşlik etmesi; insanımıza güven vermektedir. Türk Bayrakları’nın; vatanı, gölgesinde barındırması, milleti kendine meftun etmekte, varlığını onda görmektedir. O da, mevcudiyetini; Türk Milleti’nin dik duruşunda bilmektedir. Nitekim, iki taraf da, kendini birbirine hem bağlı, hem mecbur, hem de mahkum hissetmektedir.

Türk Bayrağı’nın vatan yüzeyini gittikçe bu şekilde fethetmesi, her hakim tepe ve yerde dalgalanır olması, adeta millete gözetleyicilik yapması, Türkiye’nin her yerini serhat’e çevirmesi, ülkenin her bucağının Ay – Yıldızlı Bayrağın emanı, koruması  ve kollaması altında olduğunu hissettirmesi; üzücü olaylar içinde yüzmemize rağmen, millete rahat bir nefes aldırmakta, geleceğe güvenle bakmasını sağlamaktadır.

Evet, baharda her tarafı saran gelincikler gibi, Türkiye’nin Türk Bayraklarıyla donatılması; yurtta, daimi bir bahar havası estirmekte, ülke insanına devamlı bir bahar havası teneffüs ettirip soluklatmaktadır.

Evet, Türkiye’nin Ay – Yıldızlı Bayraklarla kucaklaşmasını; kim nasıl temenni etmiş ve gerçekleştirmiş ise, ona ve mazhar olduğu ilhama teşekkür borçluyuz.

Bütün bu vaziyet gösteriyor ki, Bu Millet, Bu Vatan, Bu Devlet ve Bu Ezanlar sahipsiz değil. Hiç ummadığımız bir anda, öyle manevi bir himayenin tasarrufunda bulunuyoruz ki, bizler tatlı bir şaşkınlık içinde, sevinçlere gark olurken; hasmı biamanımız olan malum devletler; cevabını bulamadıkları bu durum karşısında, inanın hayretten dona kalıyorlar! Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı istemedikleri halde, sureta dostluk gösterisinde bulunuyorlar.

Elbette, Türk Devleti herkesle münasebetini sürdürecek ve geliştirecek. Onlara istedikleri karşılığı verecek. Lakin ihtiyatlı olmayı hiçbir zaman elden bırakmayacak. “Hüsnü zan ademi itimat.” Reçetesi daima elinin altında olacak. Her devlet hakkında güzel düşünecek, güzel karşılıkta bulunacak. Ama tedbirli davranıp, ipin ucunu kaçırmayacak. Yani onlara itimat edip güvenmeyecek. Bilecek ve manen görecek ki, o sahte tebessüm ve gülücükler; fırsat buldukları an; asıl çehreleri olan saldırgan hallerine, zahiri bir örtüdür.

Velhasıl; Al Bayrakların vatan semalarında, sürekli dalgalanışları ve bu ulvi manzaraların Türk İnsanı’na hediye edilmiş olması; Bu Millet, Bu Vatan ve Bu Devlet’in asla sahipsiz olmadığını; dosta düşmana, en güzel şekilde bildiren birer İlan-name, birer Fermandırlar.

 

          Siret; surete akseder derler; çok doğru bir güzel söz

          Ay – Yıldızlı Al Bayrak gibisini, görmedi hiçbir göz

 

          Millet manası vurarak dışa, bayrakta etmiş tecessüm

          Böyle bir oluşuma edilir ancak, güzel bir tebessüm

 

          Dünya durdukça, Ay – Yıldız olacak mavi göklerin süsü

          İndiremez onu yere, gelse de nice düşman sürüsü

 

          Nitekim yedi düvel, çalışıyor yine, sinsi mi sinsi

          Türk’e karşı bitmiyor bu kin; geliyor durmadan gerisi

 

          Var mı acep dünyada, rengini kandan alan böylesi?

          Yeter dalgalandırmaya, bu milletin tek bir nefesi

 

          Dalgalandığı her yer; olmuş alınması güç birer kale

          Kapılmasın hiçbir devlet, gerçekleşmesi zor bir hayale

 

          Oldu Türkiye’m, bayraklardan sanki bir gelincik tarlası

          Ne de hoş oluyormuş, Al Bayrağın tabiatla arası

 

          Masmavi gökte Türk Bayrağı, semanın nazar boncuğu

          Yıldız Bayrakları arasında, sanki gözde çocuğu

 

          Millet bayrağına, bayrak milletine, ne de layık düşmüş

          Ayırmak onları yekdiğerinden, olur sadece bir düş

 

          Boşuna kurmasın hiç kimse hayal, Kıyamete kadar

          Bu bayrak, bu ufuklarda, Kıyamete değin payidar

 

          Büyüdükçe bayrak alanı, yükseldikçe göğe doğru gönder

          Yine olacak Türk Milleti, öteki milletlere tek önder

 

          Bu millet, yapılmak isteniyorken, nesebi gayri sahih

          Araştırın tüm mazisini, neymiş, göstersin size tarih

 

          Kılınırken bu mukaddes vatan, göz göre göre, sahipsiz

          Bulamaz böyle olduğuna, hiçbir kimse, en ufak bir iz

 

            Bayrakların dalgalanması, bir haykırıştır kem gözlere

            Bir cevap teşkil eder; olur olmaz, haince bed sözlere

 

            Hangi çılgın yeltenirse hücuma, Ay – Yıldızlı Al Bayrağa

            Dünyayı başına yıkar; sereriz leşini kara toprağa

 

            Milletin şerefidir, bayrağın dalgalanması, gönderde

            Göstermeyenler gereken himmeti, pişman olur ilerde

 

            Bir zamanlar, Kara Bayraklar çekilmişti göndere

            Millet gömülmüştü vatan için, büyük bir kedere

 

            En sonunda kazanıldı zaferle, Türk İstiklal Savaşı

            Millet, gözünden sildi, yıllardır akıttığı kanlı yaşı

 

            Görmeliydiniz, göklere yükselen bayrakların, sevincini

            Elde bayrak, meydanlara inen halkın, ihtiyar ve gencini

 

            Daha iyi anlardınız, neymiş, şanlı bayrağın inmesi

            Çekilince yerine, ne hoşmuş, acı kederin dinmesi

 

             Varsın dudak büksün varlığına, yarası olanlar

             Kahrolsun defalarca, Ay – Yıldızlardan gocunanlar

 

             Hasım dünyanın rağmına, yükselecek bu Türk Bayrağı

             Hep yırttı bu millet, tarihte kurulan nice tuzağı

 

             Ne yapsalar nafile, dalgalanacak bu bayrak, daim

             Türk Milleti, devletiyle oldukça yeryüzünde, kaim

 

             Türk Bayrağı sardı yurdu, çiçek gibi baştanbaşa     

             Sebep olanlara, bin can ile diyoruz: “Çok yaşa!”

 

Bu durumda sormadan edemiyoruz:

 

             Kimde, bayrakların en güzeli?

             Ona tek sahip, ancak Türkeli.

Önceki İçerikSeçim Sonuçları Üzerine
Sonraki İçerikKocaeli’nde Bir Fuar
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.