Fatih Altaylı’nın Habertürk’te yazdığına göre, Sabah Gazetesi kitap kampanyası yapıyormuş. Yazının devamı ilginç.
“Sabah dağıtacağı kitapları Alkım Yayınları’ndan alıyormuş.”
“Alkım Yayınları kim? Taraf gazetesinin sahipleri.”
“Taraf’ı Sabah basıyor, dağıtıyor. Üstelik bunu “Yaz tahtaya al haftaya” hesabıyla yapıyor. Yani Sabah Taraf’ı bir anlamda sübvanse ediyor. “
“Şimdi öğreniyoruz ki, Sabah’ın dağıtacağı trilyonlarca liralık kitap Alkım’dan alınacakmış. Belli ki, “Basıp dağıtma” sübvansiyonu yetmemiş. Biraz da “Nakit” çıkacaklar Taraf’a.”
Bu yazıyı okuduktan sonra yeniden anlamaya çalışalım.
Sabah kimin gazetesi?
Recep Tayyip Erdoğan’ın “Bizim Ahmet” dediği, Ahmet Çalık’ın. (Çalık Grubunun Sabah Gazetesini alışı çok tartışıldı. İhaleye tek firma olarak katılan Çalık’ın Sabah Gazetesini alabilmesi için Vakıfbank ve Halkbank’tan aldığı krediler kıyak olarak nitelendi. Ayrıca Katar Emiri’nin hissedar olmasında da Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın ricacı olduğu iddia edildi.)
Taraf en çok kime saldırıyor?
TSK’ya (Türk Silahlı Kuvvetleri’ne) ve Ergenekon sanıklarına.
Taraf, TSK’ya saldırınca G.Kurmay Başkanı çok sert cevap verdi. Bazı gazeteler G.Kurmay Başkanı’nın bu çıkışını basın özgürlüğüne karşı bulup eleştirirken, Orgeneral Başbuğ’u kim savundu?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan.
Bir taraftan “okyanus ötesinden yönlendirildiği” söylenen gazeteyi besleyen ilişkiler, diğer yandan TSK’nın gücünün budanmasını arzu edenlerin yönlendirdiği haberlere sert cevap veren, G.Kurmay Başkanına destek görüntüsü.
Bu karmaşık durumun ne anlama geldiğini kavramak için sesli düşünürken bir arkadaşım, “acaba döverim de, severim de vaziyeti mi?” diye sordu.
Galiba bu cümlenin anlattığından da karışık bir siyasi tavır söz konusu. Anlayabilmek için en iyisi bir süre daha gelişmeleri izlemeye devam etmek.
*********************
Cüneyt Ülsever, Hürriyet Gazetesinde “Ergenekon” olarak adlandırılan davayı yorumlarken şu dikkat çekici tezi ileri sürüyor:
ABD’nin amacı, “Türkiye’yi ABD Irak’tan çekildikten sonra bölgede Kuzey Irak’ın hamisi yapmaktır. Hükümet buna razıdır, ancak TSK direnmektedir. Bir süre beklenmiştir, hükümet anlamlı bir adım atamayınca bir yıldır ve son dönemde artan şiddette TSK’yı karar mekanizmasında sistem dışına çekmek için çeşitli yöntemler denenmektedir. Davada bana göre gözdağı TSK’ya verilmektedir.”
“Davanın açılımını yapan ana omurgayı ne idüğü belirsiz Tuncay Güney‘in evinde ele geçirilen ‘çuvallar dolusu’ belgenin oluşturması beni daha çok ilgilendiriyor. Tuncay Güney’in başarılı bir taşeron olduğu aşikâr. Birileri hayal edemeyeceğimiz kadar çok dokümanı büyük bir titizlik içinde yıllarca toplamış, zamanı ve gereği gelince de servis etmesi için Güney’e vermiş. O da belgeleri servise başarı ile sokmuş!”
ABD’nin Türkiye’yi gerçekten Kuzey Irak’ın hamisi yapmak istediğinden emin değilim. Ancak dava ile ilgili dokümanların servis edildiği mercinin, ABD olduğuna dair kanaate katıldığımı söylemek durumundayım.
Gürcistan, Ukrayna ve Sırbistan’da Soros sermayesinin kurduğu gazete ve TV’ ler ile “açık toplum örgütlerinin” bu ülkelerin siyasi ve sosyal gelişmelerinde ne büyük çalkantılar ve iktidar değişikliklerine zemin hazırladığını düşününce bu kanaatim pekişiyor. Hele bu ülkelerde de ABD muhaliflerine “ülkeyi istikrarsızlaştırmak ve darbe yapmaya teşebbüs” suçlamaları ile yapılan tutuklamaları, açılan davaları ve bu davalarda Soros medyasının sanıklar aleyhine kamuoyu oluşturulmasındaki etkinliğini hatırladıkça.
Gazete ve televizyon kanallarının hangi taraf’ta olduğu ve siyasilerin bu medya kurumları ile ilişkilerinin incelenmesinin, bu kritik dönemde daha da önemli olacağı anlaşılıyor.