Kilis Kültür Derneği Genel Başkanı Mimar Ali Yapıcıoğlu telefon ederek hem “züngül” yemeye davet etti, hem de adresimi alarak yayınlarından gönderdi. Züngül ikramına maalesef kış gününde Ankara’ya gitmeye cesaret edemedim ama, birkaç gün sonra kargodan emanetler geliverdi.
Kargodan birkaç yıldır bastırdıkları takvim ve kitap çıkageldi. Çok renkli, orta boy, 2014 takvimin ilk yaprağında Kilis Kültür Derneği’nin logosuyla birlikte memleket ürünü sarı üzüm, yeşil ve siyah zeytin ile taze fıstık resimleri kocaman bir Kilis fotoğrafının içine yerleştirilmişti. Diğer sahifelerde ise ay ay gösterilen takvimin üzerine ilgi bekleyen tarihi çeşmemiz İpşir Paşa Kasteli (1654), kaybolmaya yüz tutmuş meslekler yemenici(köşker), kalaycı, zembilci, ölbeci ve cülhacı; Akıncılar Konağı ve Kuğulu Çörten, Kilisli Mantıkçı Hoca Abdullah Enveri Efendi’nin(1825-1888) Mezarı ve rahmet dilemeye gelmiş iki aydınımız, Cumhuriyet Caddesi’ndeki Kadı Camii önü(1966), tarihi dokusu itibariyle Hacı Reşit Uygur Evi, Abdurrauf Özbek Evi, devlüp ve üzerine güfteler yazılan şarkılar bestelenen Kuru Kastel ve son yaprakta da bir Kilis Haritası vardı. Baktım, hatıralarımı tazeledim, tarihimize şöyle bir gidip geldim. Nostalji yaşadım. İyi ki böyle bir hizmet yapmışlar.
BİR KİTAP ve BİR ŞEHİR
Genel Merkezi Ankara’da olan ve 10 Yıl (1950-1960) kadar Maliye ve Ziraat Bakanlıkları yapan değerli devlet adamı Nedim Ökmen’in bir hatırası Kilis Kültür Derneği 23. yayınını gerçekleştirmiş. Yönetim Kurulu’nu bütün yüreğimle kutlarım ve bu hizmetin sürmesini dilerim. Kilis’in önde gelen aydınlarından Eczacı İbrahim Beşe 2009’da İşgalden Kurtuluşa Kilis(1918-1921) adlı bir çalışma yapmış ve yayınlamıştı. Çok önemli bu eser Kilis Tarihi’nin hususi bir zaman dilimini aydınlatan araştırmaydı. Bu defa İbrahim Beşe “Cumhuriyet Öncesinde ve Sonrasında Kilis” adıyla bir başka araştırmaya imza atmış ve değerli çalışmayı da Kilis Kültür Derneği neşretmiş(2013). Yazar İbrahim Beşe bir de vefa örneği göstererek eseri 01 Kasım 2010 tarihinde vefat eden kıymetli hemşehrimiz ve bürokratımız M. Nüfer Tahmisçi’nin aziz hatırasına adamış.
Çalışma üniversitelerin bir doktora tezi kadar akademik duyarlık ve titizlikle ortaya çıkarılmış bir araştırma. Kitap Halep Vilayet Salnameleri, DPT ve TÜİK ile il müdürlükleri verileri değerlendirilerek ortaya çıkmış. Eser sadece Kilis’in değil Halep, Gaziantep, İskenderun, Antakya dahil bölgenin sosyal, ekonomik, eğitim, idari, askeri ve demogratik bilgi ve istatistiklerini de içeriyor. İktisadi bir örnekleme yaparsak bu araştırmaya göre Halep Sancağı’nın 1321 Rumi Yılı gelirlerinde Halep’te toplam girdi 4.717.435 kuruş olurken, Kilis ikinci sırada 3.939 948 kuruş ile yer alıyor. Antep, İskenderun ve Antakya bundan sonra ancak sıralamaya dahil olabiliyor. Giderlerinde de sıralama değişmiyor. Öyle görülüyor ki ekonomik açıdan Kilis söz konusu yıllarda refah çıtası yüksek bir memleket.
PEKİ ŞİMDİ NE OLACAK?
Gelelim eğitime Halep Sancağındaki medrese, rüştiye ve sıbyan okulları ve talebe sayıları itibariyle de Kilis’in çıtası yüksek. İlmiye medresesi (fakülte) sayısı Kilis’te 28 adet iken, Halep’te 23, Antep’te 21, Antakya’da 10 adet. Kilis’te ayrıca Katolik, Protestan,Ermeni ve Musevi mekteplerinin de sayısı 16 kadar. Kilis’in 72.803 toplam nüfusunun, 65.766’sı müslümanlardan oluşuyor(Hicri 1326).
Halep Sancağı’nda Hicri 1286’da Halep merkez 39.731, Kilis 34.569, Antep 32.882 ve Antakya 26.556 nüfusa sahip.1908 yılına gelindiğinde Kilis’in nahiye, köy ve mahalle sayısında azalma görülüyor ancak sıralamadaki yeri sadece bir sıra aşağı inerek 3. oluyor.
19. Yüzyıl sonunda Kilis’te 4731 ev, 1955 dükkan, 37 cami, 14 mescit, 24 tekke, 28 medrese, 496 ciltlik bir kütüphane, bir rüştiye, 25 iptidai mektep, 4 kilise, 1 havra, 5 hamam; 31 su, 26 hayvan ve 3 yel değirmeni, 8 mağaza, 2 un fabrikası, 3 bedesten, 3 sabunhane, 31 fırın, 50 han, 74 ma’sara, 28 kahvehane, 10 boyahane,120 kumş tezgahı, 6 eczane, 23 çeşme ve 2.272.703 dönüm de arazi mevcut. Gelişmiş bir kent Kilis ayrıca. Başkent İstanbul’da padişah tarafından nişan ve madalya ile taltif edilen 13 aydını vezirliğe yakın bir rütbe, beylerbeyi, mülkiye, müderris biçiminde öne çıkarılmış, örnek gösterilmiş.
Kilis’i günümüzde temsil edenler, yönetiminde sorumluluk alanlar, akademisyen ve aydınlarımız bu eseri mutlaka ve mutlaka iyi etüd etmeli ve Cumhuriyet öncesi ve sonrası Kilis’in analizini yaparak varsa bu tıkanıklığı açmalıdırlar. Unutulmamalıdır ki Ahlat Anadolu Selçuklularının bir zamanlar 300 bin nüfuslu başkentiydi, şimdi ise bir küçük ilçe.
Teşekkürler İbrahim Beşe ve Kilis Kültür Derneği.
GELELİM AY GECESİ’NE
İlk, Ortamektep ve lisede bizim kuşağımızdan öğrenciler en az birkaç şiir bilirdi. Bunlar da mutlaka Türkçe ve edebiyat derslerimizde okutulan şiirlerin dışında metinlerdi. Sadece Fuzuli, Nedim, Nef’i, Abdülhak Hamit Tarhan, Mehmet Akif Ersoy, Yahya Kemal Beyatlı, Faruk Nafiz Çamlıbel, Cahit Sıtkı Tarancı değil, Şemsi Belli, Turhan Oğuzbaş, Ümit Yaşar Oğuzcan, Bekir Sıtkı Erdoğan’ı da tanır, birkaç şiirini ezbere bilirlerdi. Hele o romantizm yok mu, şiir bilemeyen, okumakta sıkıntısı olan sokaktaki genç bile bir kaç mani, türkü ve şarkı ile bu duygularını dile getirirdi. Bekir Sıtkı Erdoğan bunun en güzel örneği idi. Binbir Gece’deki Hancı’sı nefistir güfte ve beste olarak;
“Gurbetten gelmişim yorgunum hancı/ Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş/Aman karanlığı görmesin gözüm/ Beyaz perdeleri ger yavaş yavaş!” Sonra Kışlada Bahar’ı da öyledir:
“Kara gözlüm efkarlanma gül gayrı/ İbibikler öter ötmez ordayım/ Mektubunda diyorsun ki gel gayrı/ Sütler kaymak tutar tutmaz ordayım!” Şiiirler bestelenince şiir bilsin bilmesin melodisiyle birlikte tümüyle halkın oluyor artık. Benim dönemimde yaşıtımız olmayan, geç mektebe giden arkadaşlarımız da vardı, hiç okula gitmeyen, hatta ancak okuma-yazma bilebilen yaşıtlarımız da. Ama herkes hem Hancı’yı, hem Kışla’da Bahar’ı bilir, şiirden ve melodiden nasibini alırdı. Bekir Sıtkı Erdoğan’a ben öğrenci oldum. Esasında kendisi askerdi. Heybeliada Deniz Lisesi ve Harp Okulu Edebiyat öğretmeniydi. Fakat lisede bizim de derslerimize gelirdi. Müstakbel deniz subayları gibi bizer de Bekir Sıtkı Erdoğan’ın rahle-i tedrisatından geçerek edebi zevklerin farkına vardık.
Şimdi böyle şanslı öğrenciler var mı? Var elbette! İzmir’de Şair, Edebiyat Öğretmeni Kilisli Albay Mehmet Yılmaz Alp’in talebesi olmak bir ayrıcalıktır işte. Edebi uzuvlarını geliştirmemiş biri dünya nimetlerinin kadri kıymetini bilmez. Sadece bu olsa yeter. Manevi hassalarının da aşk, sevgi, saygı, güvenilirlik, tevazu ve bilgi gibi güzelliklerin de farkına varamaz, köreltir.
Mehmet Yılmaz Alp’ın Ankara Murat Kitapevi’nce (Hanımeli Sk.24/7 Sıhhıye-Ankara Telefon 0 312 433 39 77) yayınlanan Ay Gecesi’nde şöyle anlatıyor Düşle Gerçek’i:
“Gece bir başka güzel, gündüz bir başka tatlı;
Hayat tılsımla dolu, ölüm sırmış kırk katlı!
Beklediğim bir şey yok, ufka bakmak da güzel;
Düşle gerçek kuş gibi sonsuzluğa kanatlı!”
ŞİİRİN MANİ TADI, ŞARKI LEZZETİ, TÜRKÜ KEYFİ
Siz O’nun Aşk Bitti demesine bakmayın Akışına Bıraktık’ta soluklanıyor: Geçer aşkın acısı/Biter bu ıstıraplar/Yok edip karanlığı/ Güneş ufuktan doğar.”
M. Yılmaz Alp Türk Hava Kuvvetleri’nin 100. Yılı anısına Yıllarca Kutluyuz diye dizelendirdiği şiirini Binbaşı Albay Taner Merey tarafından da bestelenmiş: “Yüz yaşına eriştik, sonsuza kadar varız/ Bizi söyler bu gökler,biz yıldırım borayız/ Gönüllerden göklere kanatlandık özgürce/ Bu vatana adandık,aydınlıktır bahtımız”
Araştırmacı Abdülhamit Tektuna’ya ithafında “Çeşmeler Ah Çeşmeler”de bakın neler söylüyor “Dostluğa muhtaçtır iki göz iki çeşmeler/ Kudretten çağlamalı pınarlar ve eşmeler/ Atalardan bizlere bu eserler yadigar/Gürül gürül akmalı, çeşmeler ah çeşmeler!” Kuru Kastel için değil sadece, yağmur duasına çıkıldığı günümüzde belki de bu çeşmeler “Mestane” bakışlarda kendini bulacak. Sanatçının memleket özlemi de derin “Kilis’im güzel şehir,bir başka büyüsü var/Uzaklarda yaşayan aşığı, delisi var/Saplanmış bıçak gibi, şu gurbetin acısı/Kalbimizde çağlayan özlemi, sevgisi var.”
M.Yılmaz Alp Fuat Aşıkalioğulları’na seslenirken kökünü de unutmuyor, hatırlatıyor:” Bir sual eylesem bilirsin Kutlu’m/Aşık Ali yüce atamız bizim/Kimdir acep desem,bilirsin Kutlu’m/ Aşık Ali yüce atamız bizim.”
İlle de Esmeri, Sevdim Esmeri’mde mani tadı var ama bir başkasında mizah gücünü, taşlamasını dışa vuruyor :”Kaderi güzel olan kutlu gelir dünyaya/Sende elöpenler çok,bende tuzatüküren/ İnsanlar över seni,davet eder saraya/Sende elöpenler çok, bende tuzatüküren”. Aynı yaklaşımı “Halimi arz ettim şu nazlı yare/Bilmem neden zülfiyare dokundu/Onulmaz derdime diledim çare/Bilmem neden zülfiyare dokundu” derken de görebiliriz.
AY GECESİ’NDEN GÜNEŞ AYDINLIĞINA
“Gözlerim ela mıdır?/Başıma bela mıdır?/ Gönlün bir şehir olsa/ Gurbet mi sıla mıdır?” dizeleri de örtülü bir aşkı ifade ediyor Kerim ve Aslı’dan kalan. Sabahattin Ali deyişi gibi şu mısralar “Çılgın rüzgar sustu/Aşk bitti artık gönlüm/Deli dalgalar durdu/Aşk bitti artık gönlüm!”
Mehmet Yılmaz Alp bir aşk şairi, bir gurbet sanatçısı, edebi zevklerin çözüldüğü günümüzde destursuz bağa girmek isteyen bir ozan, selama bile kafi duracak kadar gurbetçi, bir büyü içinde sonsuz ızdırapla kavrulan bir memleketsever, yüreği dizelerde atınca yaşadığını anlayan bir korkusuz, hep sabah serinliği olsun istiyor hem karda, hem güneşte, vedaları hep burkulu, acıları sevinçle örtüşmüş, solan ümidi “alır avuçlarımdan geceyi” endişesindendir. Hayatı kucaklayan şair “özlenen yarın”ı da ihmal etmiyor:
“Başımda sessizliği var o mavi gecenin/Kulaklarımda hala dalgaların şarkısı/Ve bu genç yüreğimde kaygısı geleceğin!”
M. Yılmaz Alp’in birikimlerini bereketlendirdiği Ay Gecesi’nin öte yüzü Ressam Fatma Elvin Öztürk’ün resmiyle daha bir dikkat çekiyor. Şiirin, hikayenin, denemenin, araştırmanın çözüldüğü ve fedakarlıkla yürütüldüğü günümüzde Ay Gecesi aydınlığı yetmez, devam etmeli, arkası gelmeli, güneşe varmalı.