Kıbrıs’a Dikkat

88

Kıbrıs’ta yarım asra yakın kan dökülmüyor. Hâdise olmuyor. Niza çıkmıyor. Kıbrıs’ta bunca yıldır huzur var. Sükûnet, asâyiş ve rahat var. Onlarca yıldır Türk de Rum da rahat bir nefes almakta. Bütün bunlar Kahraman Türk Ordusu’nun mecbur kaldığı , kalınca da kaçınması mümkün olmayan Barış Harekâtı netîcesinde sağlandı.

Türk kendi kısmında, Rum kendi tarafında sürtüşmelerden uzak sâkin bir hayat içinde. İki tarafın da bayrağı, ordusu ve devleti var. İki taraf da huzurlu. Durum bu merkezde iken neden Kıbrıs karıştırılmak isteniyor?

Yugoslavya örneği gözler önündeyken; dini, dili, ırkı ayrı iki milletin bir arada yaşamasının imkânsızlığı ortadayken neden bu inat? Kıbrıs’ta, her hususta farklı iki milleti birleştirmek isteyenler; ne hikmetse Türkiye’de dini, dili, aslı ve vatanı bir olan Türklerle Kürtleri yâni Türk Milleti’ni ayırmaya kalkışmaları tenakuz ve birbirine zıt değil mi?

Kıbrıs’ta yapmak istedikleri doğruysa, niye Güneydoğu’yu ayırmak istiyorlar?

Güneydoğu’daki tasavvurları doğruysa, Kıbrıs’ı niçin birleştirmek arzusundalar?

Söz konusu Rum ve Yunan değil; mes’ele onların şahsında Batı’nın kendi emperyalist emellerini gerçekleştirmek istemesidir. Çünkü Rum ve Yunan’ın elinde olacak bütün bir Kıbrıs’ın; dolayısıyla ABD ve Batı’nın eline geçmesi demektir. Zira Yunanistan, Batı’nın yersiz Türk korkusu karşısında kullandıkları bir  tabyadan başka bir şey değil.

Kıbrıs’la bu müstahkem tabya, güya tamamlanacak; Türkiye Ege ve Akdeniz’de denize açılamaz hâle getirilmiş olacak. Komik Türk korkularının da dozajı böylece biraz daha azalacak. Çünkü, Batı’nın nazarında Yunanistan bir piyondan başka bir şey değil.

Oysa merhum Ecevit’in de dediği gibi: Türkiye ve Yunanistan kendi başlarına bırakılsa çözülemeyecek mes’ele kalmaz. Türkiye’nin kimsenin toprağında  -gerçekten-  gözü yok. Yeter ki onlar Türk toprağına göz dikmiş olmasınlar.

Yunanistan’ın Türkiye’ye yaklaşmasında ve dostane bir tavır içine girmesinde hem Türkiye’nin; ama özellikle Yunanistan’ın sayısız menfaatı var. Zaten milletten millete düşmanlık olmaz. Milletler hükümetlerinin yönlendirmesiyle ancak; karşı karşıya gelmek zorunda kalır.

Bunun böyle olduğunu; 17 Ağustos 1999 fecî depreminden sonra Yunan halkının samimane bir şekilde üzülmeleri ve yardıma koşmaları göstermiştir. Umarız Yunan hükümeti, halkının bu umumî istek ve arzusunu iyi değerlendirir de, yersiz ve anlamsız Türk kompleksinden artık vazgeçer.

Fakat maalesef görünen o ki, Yunan hükümeti Yunan halkının bu candan isteğine karşı duyarsız davranmakta. Eski düşmanlığını yine, fakat bu sefer politik düşüncelerle dolaylı yollardan ifade etmektedir.

X

Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 25. Yıldönümü’nde(şimdi merhum olan) Rauf Denktaş’ın gelmesi sebebiyle 15 Temmuz 1999’da  “Kıbrıs Özel Gündemi”  ve 18 Temmuz 1999 Pazar gecesinde ise yine TRT 1’de “Politikanın nabzı”  adlı programlar yer almıştı. Kıbrıs’la alâkalı olarak çok değerli konuşmalar yapılmıştı.

Özellikle o zamanki Van milletvekili Sn. Kâmuran İnan’ın, kendi adına yaptığı çok vecîz konuşmasında nazara verdiği  -bugün ve yarınlar için dahi geçerli olan- aşağıdaki hususları, not alabildiğim kadarıyla kendi ifadelerimle aktarmak istiyorum:

53

     Ermeniler’in haksız saldırıları neticesinde bir milyon Azerî, Azerbaycan içlerine göç etmek zorunda kaldı. Evlerinden barklarından ve yurtlarından oldu. Şu anda perişan bir hayat sürmekteler. Azerbaycan; Ermeni işgalinde inim inim inlerken, kılı bile kıpırdamayan, sözde insan hakları havarisi geçinen Batılılar’ın; huzura kavuşmuş Kıbrıs’ı, eski yaşanmaz, kanlı hâline getirmek için, hop oturup hop kalkmalarına ne demeli?

Kıbrıs, Doğu Anadolu’ya atlama taşı. Stratejik önemi hâiz. İskenderun’dan denize açılışın emniyeti, Kıbrıs’a hâkimiyetten geçer. Nitekim Mustafa Kemal’in: “Kıbrıs, hasım devlet elinde kalmamalı!” demesi; dış politikamızın o husustaki nirengi noktasıdır.

Bir İngiliz siyaset adamına: “Türklere yukarıdan bakılamaz! Gözlerimize bakarak konuş!”  Demek lüzûmunu hissetmiş ve konuşmamı şöyle devam ettirmiştim:

“Türkler, önlerine konulana râzı olur!”  İmajı artık geçerliğini yitirmiştir. Bundan böyle Türkler, her önüne konulana asla râzı olmaz!

“Türkler yapamaz!”  kanaatinin ise hiçbir hükmü harbiyesi yok. Aksine  ‘Türkler  -hem de en iyi şekilde-  yapar’  demiştim.

Türkler yalnız değil. Kıbrıs hâmisiz değil. Bundan böyle Orta Asya Türkleri’ni de hesaba katmak zorundasınız. Unutmayalım ki Türkiye, ABD’den sonra en kuvvetli orduya sahip.

Türkiye AB’ye muhtaç değil. Artık onlar teklif edecek; biz düşüneceğiz. Türkiye potansiyeli zengin, büyük bir ülke.

Millî Birlik içinde olduğumuz takdirde; dün olduğu gibi, bugün de haklılığımız gölgelenemez. Millî Birlik ve Beraberliğimizi muhafaza ettiğimiz müddetçe, yarınlarda da haklı olacağız inşâallah.

Kıbrıs  -Allah göstermesin-  elden giderse; Kıbrıs’la muhasara edilmiş olur. “Herkesi kör, âlemi sersem.”  Sanan zihniyet Türkiye Cumhuriyeti Devleti üzerine yürümek ister.

Kıbrıs; Ortadoğu, Doğu Anadolu, Mısır ve Süveyş’in müdafaasının teminatı ve Türkiye’nin bu yörelerden gelecek tehlikelere karşı emniyet sübabıdır.

Neden 25 (şimdi 40) yıldır bu mes’ele gündemde?

Niçin Azerbaycan dünya gündeminde yok?

Afrika ve dünyada, onlarca çatışma var ama, gündemde yok!

Soğuk Savaş yıllarında, 50 yıl savunma görevini hakkıyla yerine getiren Türkiye; bugün AB’den dışlanıyor! Kendisine 2. Sınıf muamelesi yapılıyor!

ABD çok farklı durumda, ABD’nin bizim menfaatimize aykırı tutum sergilemesini  ummuyorum (!).

Hiçbir hükümet, AB için Kıbrıs’ta tâviz veremez.

Ege’de tâviz, Kıbrıs’ta ödün, Yunan’a itaat isteniyor! Fakat böyle bir hükümet henüz doğmadı. Demokratik Türkiye de buna müsaade etmez.

Kıbrıs alınarak; Bakû-Ceyhan önüne engel çıksın isteniyor.

Yunan ve Rum ikilisi 1974 öncesine dönüş ümitleri içinde.

Halbuki  “Eski hâl muhâl; ya yeni hâl ya izmihlâ!”

Ümitlenmelerinde Cumhurbaşkanı Sn. Rauf Denktaş’ın (şimdi merhum) dediği gibi:

“Maalesef, bizim iyi niyetten kaynaklanan; tam olarak hedefimizi göstermeyişimizin de bunda dahli var.”

Kıbrıs harekâtıyla, Yunanistan’a Demokrasi’yi de geri getirdik. Sadece akan kanı durdurmuş olmadık biz.

2. Dünya Savaşı sırasında, günde 100 gr. ekmek istihkakımıza rağmen Yunan’a yardım ettik.

Velhasıl Yunanistan ve Batı; -maalesef-  sınırlarını daima genişletmek istiyor!

54

Başbakan Sn. Ecevit (şimdi merhum):”Türkiye’nin eksiği: Tanıtım. İşgalci lâfını ettirmemek lâzım. Çünkü bizim garantörlük hakkımız var. İngiltere, müşterek müdahaleyi kabul etmedi. Seyirci kaldı. Şimdi pişman gibi. Artık ilgili taraflarla masaya oturmak için iki ayrı devlet gerçeğini kabul etmesi gerekiyor.

Kıbrıs sorunu yok. Bu oyunlara artık bir son verelim. 1974 öncesine dönüş imkânsız. Türkler, Kıbrıs’ta sorun yaratmıyor. Dünyada bu kadar sorun mevcutken, ille de Kıbrıs’ta problem var denmesi çok düşündürücü. Böyle kritik bir aşamada Sn. Denktaş’ın (bugün merhum) cumhurbaşkanı olması; değerlendirilmesi gereken bir husus.”

Sn. Coşkun Kırca:  “Peşin ödün vermemek, masaya oturmamak politikasını nasıl karşılıyorsunuz?”  sorusuna şu cevabı verir:

“KKTC, Türkiye Cumhuriyeti ile birleşmeli. Muhtar yâni Özerk bir ülke olmalı. İç İşlerinde serbest, dışta bize bağlı.

1954’de Kıbrıs beynelmilel / uluslararası bir mes’ele oldu. Önkoşulsuzun anlamı: Öcalan’ın pasaportu Yunan’dan! Bunlarla nasıl konuşulur. Yunan terör desteğini kaldırmalı.

İki devlet vardı. Kendileri yıktı. Kıbrıs’a haksızlık ettiler. Kıbrıs Türkü 25 (şimdi 40) yıldır yaşıyor. KKTC  Fiilî bir durum arz ediyor.

ABD ve AB’ye onları mes’ul edecek, üzerinde durmaya çağıracak şartlar ileri sürmeliyiz.

Onları sureta haklı durumdan çıkarmalı, onlara ön koşullarımızı yüklemeliyiz. Ön koşulları onların üzerlerine yıkalım.”

X

Yazımı Sn. Kâmuran İnan’la noktalıyorum:

“Yunanistan, hep Batı’yı arkasına alarak karşımıza çıkmıştır.

ABD, AB ve Avrupa’nın üstümüze gelmesini, ancak onlara karşı göstereceğimiz kararlılık siyaseti önler.

Türkler söyler yapmaz, yâni Kıbrıs’a çıkamazlar, dediler.

Halbuki Türkler, hem söylediler hem de dediklerini yaptılar ve Kıbrıs çıkarmasını gerçekleştirdiler.

Evet Türkler, hem söyler hem yapar.

Bu böyle biline.”

Önceki İçerikAKP- Cemaat Savaşında Gemiler Yakıldı
Sonraki İçerik“Sofrayı Kuran Kaldırsın”
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.