Kıbrıs, Nesiller Boyunca Süregelen Dava

111

Bir dava düşünün neredeyse 140 yıldır devam ediyor!

Davanın adı Kıbrıs…

Bu dava 1878 yılında İngilizlerin adaya adım atmasıyla başlamış, neredeyse bir buçuk asırdan beri süregeliyor!

Davanın asıl tarafları belli, Türkler ve Rumlar…

Ama günümüzde bu davaya taraf olma sebepleri sorgulanacak o kadar çok ülke var ki!

Zaten bu nedenledir ki bu dava, olması gereken yerde değil de, kendi sınırlarının dışında uluslararası toplumun üye olduğu ortamda, BM’de sürüyor.

Davanın konusu belli:

Kıbrıs’ta yaşayan iki ayrı halkın tarih boyunca yaşadıkları sorunlara ortak bir çözüm bulmak…

Ama bu çözüm bir türlü bulunamıyor!

Davaya taraf olan kaç nesil geçti bir türlü bu dava sonuçlanmıyor, sonuçlandırılmıyor!

Aslında bu davanın nesiller boyunca sürmesinin tek bir nedeni var!

Adada yaşayan iki ayrı halkın yaşam tercihlerinin değil de, davanın savcısı, hâkimi gibi davrananların; bu uzun süreçte görev alan siyasilerin tercihlerinin dikkate alınmasıdır…

Esasen ada yaşayan iki ayrı halkın yaşam, düşünce, inanç, kültür, dil, tarihi süreçleri dikkate alınacak olsa; sorun kendiliğinden çözülmüş, bu uzun dava da sona ermiş olacak.

Çünkü ada halkının bir arada yaşamasının esaslarını teşkil eden bu kıstaslar; Rumlar ve Türkler arasında hiçbir şekilde uyuşmamaktadır.

Ancak ısrarla ne dili, ne dini, ne kültürü, ne gelenekleri, ne yaşam tarzı, ne de tarihi süreci uyuşmayan, birbirine benzemeyen iki ayrı toplumu yeniden bir araya getirme çabaları hala devam ediyor!

Ama bu ısrarın sebebi bellidir!

En nihayetinde adanın bir şekilde Türkiye’nin elinden çeke, çeke alınarak, Akdeniz’de dünya devlerine tek taraflı önemli bir stratejik üs avantajı sağlanması ve daha da önemlisi, ada çevresinde mevcut enerji yataklarının dünya devlerine tesliminin sağlanmasıdır…

İşte geçtiğimiz hafta sonu adada tarafları temsil eden siyasiler yeniden New York’ta BM Genel Sekreteri ile bir araya gelerek, önümüzdeki dönem için müzakere süreci yeniden başlatılabilir mi? Bunun ön görüşmesini yaptılar…

Geçtiğimiz ay içinde kaleme aldığım; ”Eylül Ayı ve Kıbrıs” başlıklı yazımda;

”Çözüm adına yapılan görüşmelerde yıllardan beri hep aynı şeyler konuşulur! Türk tarafı aman müzakere sürecini biz bozmayalım diyerek hep itidalli hareket eder. Ama Rum tarafının talepleri hep aynıdır, değişmez: Adadan Türk askeri gitsin, Türkiye’nin garantörlüğü bitsin. Adanın yasal hükümeti zaten var, Kıbrıs Türk tarafı çözüm istiyorsa eğer; ”Birleşik Kıbrıs’ın” bir parçası olur, azınlık hakkına evet der!” Görüşümü tekrarlamıştım. Bu görüşümde bugünde değişen bir şey yoktur.

BM Genel Sekteri Guterres ile yapmış olduğu görüşmeden sonra KKTC Cumhurbaşkanı Sn. Akıncı, gazetecilere yapmış olduğu açıklamanın en önemli bölümü bana göre şu cümleleridir:

”Kıbrıs sorununa ilişkin, eski müzakere süreci  kapanmıştır artık. Sonuç odaklı, takvimli ve stratejik bir paket anlaşmayı  hedeflemek gerekiyor.”

Rum tarafını temsil eden Bay Anastasiadis ise, müzakerenin yeniden başlayabilmesi için;

”Türk askerinin adadan kalıcı olarak gitmesi gerektiğini, Türkiye’nin ada üzerinde garantörlük hakkının olamayacağını” bir kez daha tekrarlamış; Kıbrıs Türk tarafının temsilcisinin açıklamasına yanıt dahi vermeden, özellikle Türkiye’yi muhatap alarak,  bu iki önemli hususa dikkat çekmiştir.

İşte Rumlara göre nesiller boyunca süregelen bu davayı kazanabilmeleri için öne sürdükleri bu iki önemli konuda başarı sağlamaları gerekmektedir!

Kıbrıs Türk tarafının ise; bu dava sonlansa dahi adadaki varlıklarını sürdürebilmesi, Türkiye’nin bu iki önemli konuda hiçbir şekilde taviz vermemesine bağlıdır…

Her iki liderin BM Genel Sekreteriyle görüşmeleri sonrasında yapmış olduğu açıklamalarda;

Rum tarafının temsilcisi için adada Türk askerinin ve Türkiye’nin garantörlük hakkının olmaması çözüm için vazgeçilmezidir.

KKTC Cumhurbaşkanı Sn. Akıncı’nın yapmış olduğu açıklamaya bakacak olursak; bundan sonraki müzakereler için hedeflemiş olduğu; ”Sonuca odaklı, takvimli ve stratejik bir paket anlaşma” nasıl şekillenecektir?

Böylesine bir çıkış noktası var idiyse! Daha önce Rum tarafı ile yapmış olduğu görüşme sürecinde bu içerikteki bir anlaşma paketi neden gündeme gelmemiş, getirilmemiştir?

1968’den bu yana 50 yıldır süren müzakere döneminde, Kıbrıs Milli Davamızın lideri rahmetli Sn. Denktaş dahi müzakere sürecini defalarca takvime, sonuca odaklı stratejik açılımlara bağlamasına rağmen; Rumlar her defasında müzakereden kaçan taraf olmamış mıdır?

Annan tuzak planı ile 2004 yılında haksız, hukuksuz bir biçimde AB’ye üye yapılan Rum tarafı için bu davanın hala devam etmesi, nesiller boyunca da sürmesi, sürecek olması hiçbir anlam ifade etmemektedir!

Çünkü Rumlar uluslararası toplum tarafından halen adanın yasal hükümeti olarak tanınmakta, Kıbrıs’a yapılan tüm ekonomik yardımlar Rum toplumunun refahı için kullanılmakta, adanın çevresinde mevcut enerji yataklarını çıkarılmasını, diğer devletlerle anlaşma yapılmasını bu enerjinin pazarlanmasını Rumlar yapmaktadır.

Rum tarafı için şu anda adada yaşayan gerçek yukarıda sıraladıklarımdır.

Pekiyi, Kıbrıs Türk tarafının an itibariyle adada yaşadığı gerçek nedir? Nesiller boyunca süregelen bu davanın kendileri açısından nasıl sonlanacağının bilinmezliği midir?

Ya da Türkiye, nesiller boyunca Kıbrıs adasını vatan belleyen soydaşlarımız için bu süreç böyle devam etmez diyerek,  35 yıldır varlığını sürdüren KKTC’nin uluslararası platformda tanınması için yeni bir hamle mi yapacaktır?

 

 

Önceki İçerikYeni Duyun-u Umumiye
Sonraki İçerikTürklerin Kökeni
Avatar photo
1967 yılında Teğmen rütbesiyle T.S.K da göreve başladığı zaman, Kıbrıs olayları adada tüm hızıyla devam ediyor, Yunanistan’ın da desteğini alan Rum’lar; adada yaşayan Kıbrıs Türk’üne her türlü mezalimi yapıyor, gerçekleştirdikleri toplu katliamlar, uyguladıkları ekonomik ambargolarla Kıbrıs Türk Halkını adadan göçe zorluyorlardı… O dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1960 yılında imzalamış olduğu, BM’ler tarafından da onaylanmış garantörlük anlaşması gereğince, ada da bulunan ‘Şanlı Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayında’ görev almak için defalarca dilekçe veren Teğmen Çilingir; 1974 yılının 20 Temmuz Cumartesi sabahı kendisini Kıbrıs’ta savaşın içinde buldu. Bölük komutanı olarak Kıbrıs Savaşlarının her iki safhasında da bu görevini başarıyla sürdürdü, ‘Gazi‘ unvanı ile onurlandırılarak Türkiye’ye döndü. 1974–1975, 1985–1987 yıllarında Kıbrıs’ta görevli olduğu yıllardan sonra da, adada yaşanan olayları yakinen takip eden Çilingir; 2004-2011 yılları arasında Kıbrıs Türk Kültür Derneğinin İstanbul Şubesi yönetim kurulunda da görev yaptı. Bu uzun süreçte ’mili davamız’ olarak bilinen Kıbrıs konusuna sahip çıkarak, Kıbrıs Türk Halkının kazanılmış tarihsel ve hukuksal haklarını savunmak adına değişik platformlarda görev aldı. Sempozyumlara, panellere, televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı, makaleler yayınladı. Yakinen takip ettiği Kıbrıs konusu başta olmak üzere, ülke meseleleriyle ilgili güncel yazılarına, konferanslarına devam etmektedir. T.S.K.’dan 1990 yılında, kendi isteği ile emekli olduktan sonra; Kıbrıs konusuyla ilgili kaleme almış olduğu; ’’Özgürlük Nefesi (K.K.T.C Cumhurbaşkanlığı yayını 1995)’’, ‘’Girne’den Doğan Güneş (1997)‘’, ‘’Unutanlar Unutturulanlar ya da Hatırlayamadıklarımız (2004)’’, ‘’Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka (2006)’’, ‘’Andımız Olsun ki Bu Topraklar Bizim (2007)‘’,’’Tarihten Gelen Çığlık (2010)’’, Kıbrıs ‘’Yes Be Annem’’ 2002-2016 (Eylül-2016) isimli kitaplarıyla; Ülkemizin son 65 yılında öne çıkan, yaşanmış önemli olayları anlatan: ‘’10’ların İzleriyle Türkiye (2014)’’,’’Kırılmadık Ne Kaldı?-Zaman Asla Kaybolmaz (2015)’’, ‘’Önce Vatan (Eylül 2017) isimli kitapları da bulunmaktadır… Sivil iş hayatına ‘Türkiye Sigorta Sektöründe’’başlayan Atilla Çilingir Koç YKS bünyesinde uzun yıllar görev yaptıktan sonra, halen dünyanın 18 ülkesinde hizmet veren, sağlık bilişim şirketlerinden birisi olarak ülkemizde de faaliyet gösteren; ‘’CompuGroup Medical Bilgi Sistemleri A.Ş’’ bünyesinde, görevine devam etmektedir. Pek çok üniversitenin ‘Bankacılık-Sigortacılık Fakültelerinde, Yüksek Okullarında, vermiş olduğu seminerler, konferanslar ile sektöre bu yönde de hizmet vermeye devam eden Çilingir’in: Sigorta sektöründe 27 yıldan beri vermiş olduğu hizmetlerini anlatan; ‘’Sigortalı Hayatın Gerçekleri’’ (2012) isimli bir kitabı daha bulunmaktadır. Atilla Çilingir; bugüne değin kitaplarından elde etmiş olduğu telif gelirleriyle; Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında: 2010 yılında ‘K.K.T.C Lefkoşa Şehit Aileleri ve Malul Gazileri Derneğine’ ‘Tarihten Gelen Çığlık’ isimli kitabının telif gelirini bağışlamış, 19 Şubat 2012’de Van’da yaşanan büyük depremden sonra Van’ın Muradiye İlçesi Akbulak Köyü İ.M.K.B. (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) Yatılı Bölge İlk Öğretim Okulunda içinde 20 adet bilgisayarı bulunan ve kendi adını taşıyan bir BT (bilgi teknolojisi) sınıfı açmış. 02 Haziran 2017 tarihinde de Samsun’un Tekkeköy ilçesi Büyüklü İlköğretim okulunda da adını taşıyan, içinde 2500 kitabı, 2 adet bilgisayarı bulunan bir kütüphanenin açılışını sağlamıştır.