Hükümetimiz üç önemli tarihi meseleyi çözmek istiyor: 1- Kıbrıs Meselesi 2- Ermeni Meselesi 3- Kürt/PKK/Terör Meselesi.
Her üç konu da, kökü on yıllara dayanan, çözümü tek taraflı ve hatta çift taraflı iradeyle mümkün olmayan karmaşık ve çok taraflı ilişkileri ilgilendiren çetrefilli meseleler. Her üçü de Türkiye için ayak bağı olan, huzurunu, gelişmesini, güvenliğini ve dış ilişkilerini derinden etkileyen meseleler.
Çözüm için uluslararası konjonktürün uygun olmasının, daha net ifadeyle büyük devletlerin çözüm yönünde iradelerinin oluşmasının gerekli olduğu üç mesele bu. Şu anda dünya düzeninde ABD’nin belirleyici üstünlüğü olan bir dönemdeyiz. ABD, kendi milli menfaatleri doğrultusunda her üç meselemizin çözülmesini istiyor.
ULUSLARARASI KONJONKTÜR: Türkiye ile ABD’nin çözüm iradesinin birleşmesi iyi bir şeydir. Tabii ki çözüm denince Türkiye ve ABD aynı şeyi anlıyorsa. Kendi stratejik planlarına uygun Dünya düzeni açısından ABD’nin istediği çözüm şekli ile Türkiye’nin kısa ve uzun vadeli menfaatleri açısından olması gereken çözüm aynı olsaydı, eminim ki muhalefet partilerimiz de heyecanla bu çözüm çalışmalarına destek verirlerdi.
Oysaki muhalefet partilerimiz CHP ve MHP, bu çözüm süreçlerine şiddetle karşı çıkıyor. Hatta çözüm adına telaffuz edilen gelişmeler, hangi partiden olursak olalım, çoğumuzu ürpertiyor, bizleri derin endişelere sevk ediyor.
Kıbrıs’ın tamamının Rumlara teslim edilmesi; Ermenilere topraklarımızdan bir kısmını vermemiz, tazminat taleplerini karşılamamız; Güneydoğumuzdan bir parçamızın koparılarak bağımsız bir Kürdistan kurulup, başına Öcalan’ın getirilmesi ABD için çözüm olabilir.
Nitekim Sevr‘de, büyük devletlerin bizim için uygun bulduğu çözüm, Orta Anadolu’nun birkaç şehrinde yaşamasına izin verilen küçük ve cılız bir Türk Devleti idi. Uluslararası güçlerin dayattığı bu çözüme direnen milli güçlerin koyduğu irade ve büyük fedakârlıklar olmasaydı, bugünkü sınırlarımızda bölgesel bir güç olmakla övündüğümüz devletimiz olamayacaktı.
Çözüm, bizim için nasıl olması gerekiyorsa öyle olmasını sağlamaktır. Bunun için lazım olan ilk şart, özgüven ve inancımızın olması ve bunu muhataplarımıza kabul ettirecek azim ve gayreti göstermemizdir.
MUHATAPLARIMIZ:
A)KIBRIS’TA– Kıbrıs Meselesini çözmek konusunda Annan Planı çerçevesinde anlaşma zemini bulunduğunun ifade edildiği 2004 yılında, Kıbrıs Rum Kesimi Cumhurbaşkanı eski EOK’cı Tassos Papadopulos‘tu. Annan Planı Kıbrıs adasının, İngiliz üsleri bölgesi haricinde kalan kısımlarının, bağımsız ve federal nitelikte bir devlet olacak şekilde birleştirilmesini öngörüyordu.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti eski Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ve destekçileri, bu plan sonucu 10-20 sene içinde Kıbrıs tamamen Rum adası haline gelir diye, bu plana karşı çıkmıştı. Fakat yeni Cumhurbaşkanı M. Ali Talat ve yandaşlarının utanç verici “yes be annem” kampanyaları, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin destekleri sonucu Nisan 2004‘de Kuzey ve Güney Kıbrıs’da yapılan referandumlar ile oylamaya sunulan plan, Türk tarafında % 65 kabul gördü. Ancak Rumların, AB’ne kabul edilmenin güveni ile hemen ve derhal Kıbrıs’ın hâkimi olma hırsları sebebiyle, Rum oyları % 76 red şeklinde olduğundan plan (çok şükür ki) hayata geçirilemedi. Geçen sürede Türk kesimi aldatıldığını gördü ve Talat’ın partisini (CTP) muhalefete itti. 2008’den itibaren Rum kesiminde Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas, KKTC’de ise Nisan 2009’da seçimi kazanan Ulusal Birlik Partisi, Başbakan ise Derviş Eroğlu oldu. Türkiye’nin Derviş Eroğlu yerine, zayıflamış Talat’a desteği de bir uyumsuzluk problemi olarak karşımızda.
B)ERMENİSTAN’DA– ABD Başkanı Obama‘nın telkiniyle hızlanan Ermenistan Kapısının açılması ve Ermenilerle ilişkilerin normalleştirilmesi çalışmalarında Türkiye’nin muhatabı Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan.
Sarkisyan Karabağ işgali ile Hocalı katliamlarının başındaki kişidir. Karabağ Savaşında Ermeni kuvvetlere komutanlık yapmış bugünkü Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan, katliamın “Ermeni güçler tarafından yapılan bir intikam olayı olduğunu” açıklamıştı.
“Hocalı kasabasında, Azeri resmî rakamlarına göre, 83 çocuk, 106 kadın ve 70’den fazla yaşlı dahil olmak üzere toplam 613 sakin öldürülmüş, toplam 487 kişi ağır yaralanmıştır. 1275 kişi ise rehin alınmış ve 150 kişi ise kaybolmuştur. Cesetler üzerinde yapılan incelemelerde cesetlerin birçoğunun yakıldığı, gözlerinin oyulduğu, başları kesildiği görülmüştür. Hamile kadınlar ve çocuklar bile bundan nasibini almıştır.”
Ermenistan’la ilişkilerin normalleşmesi için görüştüğümüz muhatabımız bu adamdır.
C)”KÜRT SORUNU”NDA: Hükümetin PKK’yı dağdan indirmek, terörü ve çatışmayı durdurmak, “anaların gözyaşını dindirmek” için muhatap almaya zorlandığı kişi, şu anda 40 bin vatandaşımızın ölümünden sorumlu olarak, İmralı’da ağırlaştırılmış müebbet hapis hükümlüsü olan Abdullah Öcalan‘dır.
Terör örgütü ile DTP aracılığıyla görüşmeye çalışan Hükümetin bu çabasına Öcalan ve DTP karşı çıktı. Öcalan’ın avukatları aracılığıyla açıkladığı akıllara ziyan çözüm yolu ise beklentilerinden çok uzak olduğu için Hükümette hayal kırıklığı yaratacak ölçüsüzlükte oldu.
Türkiye hükümeti dış politika konularında çok fazla iyi niyet ve güven içerisinde. Üç temel meselede kendilerine güvendiği muhataplarımız ise ihtiraslı, insanlıktan uzak, cani ruhlu adamlar. Kıbrıs’ta Papadopulas’a ve ABD’ye güvendi, Annan Planının çoğunlukla kabul edilmesini sağladı. Bunu karşılığında Kıbrıs Rum Kesiminin AB’ye girmesine vize verdi. Bugün Kıbrıs Rum Devleti, AB müzakerelerinde engellemeler, AİHM’de mahkemeler ile başımızı ağrıtmakta.
Sarkisyan’a da aynı güven içinde olan Hükümetimiz, Türkiye topraklarını sınırları içinde kabul eden, soykırım ve tazminat taleplerinden vazgeçmeyen Ermenistan’a can suyu olacak sınır kapısını açmaya çalışıyor. Hem de “Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’da işgali sona ermedikçe sınır kapısını açmayız” sözünü veren Başbakan Erdoğan’ın yalancı çıkması pahasına.
Hükümetimiz, Öcalan‘ın da açılıma destek vereceğine güvendi. PKK‘nın silah bırakmasını sağlayacak en küçük bir emare görülmemesine rağmen Kürt açılımı yapıp, halkımızın bir bölümüne özel “kollektif haklar” vermek, iç çatışma ve bölünme riskini artırmak peşinde.
Her üç temel meselede hükümet kendisini destekleyen medya mensuplarına baksa ve dediklerinin tersini yapsa; Baykal ve Bahçeli’ye hiç olmazsa ABD, Sarkisyan ve Öcalan kadar güvense galiba daha doğru olacak.