Sözlükte “durmak, durdurmak, ayağa kalkmak, alıkoymak” gibi manalara gelen vakıf, dinî bir kavram olarak, “bir malın sahibi tarafından Allah rızası için dinî, sosyal ve hayrî hizmetler için tahsis edilmesi” demektir.
Bir vakfın caiz olması için, vakıfta bulunan kişinin akıllı ve buluğ çağına erişmiş olması ve vakfın ebedî olması gerekir. Devamlı olmaksızın belirli bir süre için vakıf caiz değildir. Bunun dışında vakfedilen malın gayrimenkul ve değişikliğe uğramayan mal olması gerekir. Ancak menkul olan mal, gayrimenkule bağlı olarak vakfedilebilir veya bunun vakfedilmesinde örf bulunması gerekir. Meselâ, arazi ile birlikte ekip biçmeye yarayan alet ve gereçler vakfedilebilir. Aynı şekilde, vakfedilmesinde örf bulunan, savaş silahı ve eğitim gereçleri ile nakil vasıtaları ve otomobil vakfedilebilir. (Dini Kavramlar Sözlüğü, DİB. Yay. Sh. 680-681)
Kur’an’da doğrudan vakıftan bahseden bir ifade yer almamaktadır. Ancak Allah yolunda harcamayı, iyilik ve yardımlaşmayı, ihtiyaç sahiplerine infakta bulunmayı, hayırda yarışmayı teşvik eden pek çok ayet bulunmaktadır. Ayrıca Hz. Peygamber’in de vakıfların oluşumuna ışık tutan söz ve uygulamaları mevcuttur.
Kur’an-ı Kerim’de geçen “Mallarınızı Allah yolunda harcayın”(Bakara, 2/195); “Haydi, hep hayırlara koşun, yarışın!”(Bakara, 2/148); “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça gerçek iyiliğe ulaşamazsınız”(Âl-i İmrân, 3/92); “İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın”(Mâide, 5/2) mealindeki pek çok ayet ile Hz. Peygamber (s.a.s.)’in sadaka-i câriye hadisi, İslam’daki vakıf anlayışının temelini oluşturmuştur.
Hz. Peygamber (s.a.s.), “İnsan öldüğünde şu üç şey dışında amellerinin sevabı kesilir: Sadaka-i câriye (faydası devam eden sadaka), faydalanılan ilim, kendisine dua eden hayırlı bir evlat” buyurmuştur. (Müslim, Vasiyye, 14) Hadiste geçen “sadaka-i câriye” yani kesintisiz devam eden sadakanın kapsamı oldukça geniştir. Cami, mescid, okul, hastane, aşevi, kütüphane, çeşme, yol, köprü yaptırmak, ağaç dikmek gibi.
İslam’da vakıf müessesesinin ilk örneğini Hz. Peygamber (s.a.s.) ortaya koymuştur. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) önce Medine’deki yedi adet hurmalığını, daha sonra da Fedek ve Hayber ganimetlerinden kendi hissesine düşen hurmalıkları Allah yolunda vakfetmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.)’i örnek alan ashab-ı kiram da sahip oldukları mallarını ve mülklerini Allah yolunda vakfetmişlerdir.
Hz. Ömer (r.a.) Hayber’de ganimetten payına düşen çok değerli hurma bahçesini Peygamber Efendimizin, “Aslını alıkoy, gelirini tasadduk et” şeklindeki tavsiyesi üzerine satılmamak, hibe edilmemek, miras kalmamak ve ancak meyvesinden infak etmek şartıyla ihtiyaç sahipleri yararına vakfetmiştir. (Buharî, Vesâyâ, 22) Hz. Osman (r.a.) Peygamber Efendimizin teşvikiyle Medine’deki Rûme kuyusunu satın alıp Müslümanların istifadesine tahsis etmiştir. Hz. Ali (r.a.) de bir arazisini ve bir su kaynağını vakfetmiştir.
İslam toplumunda sadaka-i cariye ile başlayan bu vakıf geleneği, zamanla Allah rızasını gözeten hayırseverlerin ortaya koydukları eser ve hizmetler ile bir vakıf medeniyeti haline gelmiştir. Camiler, köprüler, okullar, üniversiteler açılmış, Müslüman olsun veya olmasın tüm insanların ihtiyaçları giderilmiş, açlar doyurulmuş, evsizler başlarını sokacak bir yer bulmuş, hayvanlar için bile özel vakıflar kurulmuştur. Böylece vakıflar, İslam kültürünün sosyal hayattaki simgesi haline gelmiştir. (Hadislerle İslam, DİB. Yay. c. 7, sh. 410-411)
İslam tarihinin ileriki dönemlerinde Müslümanların vakıf hizmetleri artarak devam etmiştir. Vakıflar en büyük gelişmeyi ise Osmanlılar döneminde yaşamıştır. Hz. Peygamber (s.a.s.) ve O’nun ashabını kendilerine rehber edinen ecdadımız dinî, iktisadî, sosyal, kültürel vb. birçok alanda kurmuş oldukları vakıflar vasıtasıyla sayısız kalıcı eser meydana getirmişlerdir. Şükürler olsun ki, bu ruh bugün de vakfetmeye devam etmektedir.
Yaratandan ötürü yaratılanlara sevgi, şefkat ve merhametin kurumsallaşmış şekli olan vakıflar, Hz. Peygamber döneminden bugüne kadar toplum hayatında önemli roller üstlenmiş ve toplumun ihtiyaç duyduğu her konuda hizmet sunmuşlardır.
Bugün bizlere düşen görev; vakıf mallarını vakfedilme maksatlarına uygun olarak kullanmak, ecdadımızdan emanet ve hatıra kalan vakıf müesseselerini koruyup yaşatmak, bununla beraber günün ihtiyaçlarına göre yeni vakıflar tesis ederek Peygamberimizin ve ecdadımızın yolunda hayır hizmetlerini devam ettirmeliyiz.
Ne mutlu vakfederek Allah yolunda olanlara, ne mutlu vakıflarıyla ölümsüzleşenlere!