(Birinci Bölüm)
Irak sınırları içerisinde bulunan Kerkük, kadim Türk Yurdudur. Günümüzde Irak olarak bilinen topraklar, 642 yılında Arapların Basra ve Şattül-Arap bölgesine yerleşmeleriyle önem kazandı. Türkler, bölgeye ilk insan yerleşiminden 33 yıl sonra Türkistan’dan geldiler. Irak ismi, ilk defa dokuzuncu yüzyılda çizilen bölge haritasında kullanıldı.
19. yüzyıla gelindiğinde Irak, kültür merkezi olarak bölgenin önemli şehirleri içerisine alan bir bölge hüviyetine bürünmüştü. Bölge topraklarında petrol bulunduğunun tespit edilmesiyle batılı devletlerin ilgi alanı hâline geldi,
Irak’taki Türk varlığı, üç milyona yakın Türkmen’den oluşur. Türkmen tâbiri, siyasî bir isimlendirmedir. Onların soy ve ırkî köken itibariyle Anadolu Türklerinden hiçbir farkları yoktur. Bir kısmı, batılıların Orta Asya dedikleri Türkistan’dan gelmiştir. Geri kalanlar da Osmanlı Devleti döneminde, Anadolu’dan bölgeye nakledilen Türklerdir.
Irak Türkleri, binlerce yıllık târihî süreç içerisinde meydana getirdikleri kültür değerleriyle Irak’ta Türk varlığı kavramını oluşturdular. Radyo ve televizyonlarımızdan yayınlanan yüzlerce türkü, Kerkük yöresinden derlenmiştir. Renkli ezgileri ile ilgi çeken horyatlar; ezilmişliğin, zulmün ve yaşama mücadelesi veren insanların feryatlarıdır, O feryatlar, 80 yılı aşkın bir süre içerisinde defalarca katliama maruz kalmış mâsum insanların dünyaya seslenişidir.
Bir türküde şâir;
Yumdu ol ala gözlerini yar uyanır mı?
Canım gidiyor, firkatine can dayanır mı?
Rüya mı acep hiç buna insan dayanır mı
Cananım ile vuslatımız mahşere kaldı.
Diye feryat ediyor. Bir başka türkünün sözleri de söyle;
Mezar yerinde harman olur mu?
Kurşun yarası derman bulur mu?
Kâzım’ı vuranda din – iman olur mu?
Irak’ta Türk Hâkimiyeti Selçukluların 23 Mayıs 1040 târihinde Dandanakan Savaşı’nı kazandıktan sonra. Tuğrul Bey’in 1055 yılında Bağdat’a gelişi ile başladı. Türkler bölgede artık nüfus itibâriyle de üstünlük kurmuşlardı. Halife’nin dînî otoritesine saygı gösterdiler. İslâm’ın bayraktarlığnı Türk Selçuklular üstlendi.
Selçukluların bölgedeki hâkimiyeti, Atabeylikleri ve Kıpçak Beylikleri de dâhil edilirse, 1258 yılına kadar devam etti. 1258 – 1344 yılları arası, İlhanlılar dönemidir. Karakoyunlulardan sonra, 1534 yılında Irak, Osmanlı Devleti’nin yönetimine geçti, Anadolu’dan pek çok Türk ailesi Irak’a yerleştirildi.
Irak, Osmanlı yönetimindeki 386 yıl boyunca bir Türk Yurdu olarak târihinin en huzurlu, güvenli ve bayındır dönemini yaşadı.
Osmanlı Cihan Devleti Birinci Dünya Savaşı’nda mağlup ilân edilince 1920 yılında İngilizlerin oldu-bittisiyle Osmnlı eyâletleri olan Musul, Bağdat ve Basra, Fırat-Dicle Havzası’nda Irak kırallığı kuruldu.
O târihten sonra Irak Türklerinin katran karası günleri başladı. Günümüzde devam ediyor.
Vatan sevgisi, öz vatanında esir hayatı yaşayan insanları şiire yönlendirir. Bu sebeple Irak Türkmenleri arasında çok sayıda üstün vasıflı şâirler yetişmiştir.
Güldeste’den seçilmiş şiirler:
KERKÜKLÜ: (Necmettin Esin 1912-1987)
Orhun’dan kopup geldin on iki asır evvel
Sırmalı çadırınla beşiğinle Kerküklü
Cihat ufuklarında yıldırımlaşan bir el
Târihini yazıyor bak ve dinle Kerküklü
Kır atların mızraklı şehsuvarları sensin
Sıra sıra dağların erimez karı sensin
Bir milletin şöhreti şerefi varı sensin
Altaylar’dan geldin bir yüce dinle Kerküklü
Çin şeddini heybetli gücünle parçaladın
Salip seferlerinde arşa yükseldi adın
Muhteşem bir âtisin ve mazisin Kerküklü
Alnın göklere değmiş bakışlarında gurur
Kâinat huzurunda el pençe divan durur
Bahadırlıkta şanlı bir Gazisin Kerküklü
Korkma uzat elini büyük Allah’ına ver
Dâvânda seninleyim Cenab-ı Mustafa der
Unutmaz bir gün alır hakkını hançer hançer
Dumanlı yaylaların yılmaz kurdu Kerküklü
Damarında devletler kurmuş bir soy kanı var
Kükremiş arslan gibi tehlikelere dalar
Bir gün karargâhında coşarak mehter çalar
Donanır al bayrakla yiğit yurdun Kerküklü
Semâyı süngüsüyle ayakta tutan sensin
Ümit sensin kuvvet sensin ışık sensin tan sensin
Yüksel… Seni yıldızla Hilâl görsün Kerküklü
Tunalar Sakaryalar Vardarlar gibi seni
Elinde yalın kılıç serdarlar gibi seni
Gazâ meydanlarında Kemal görsün Kerküklü
ERBİL HASRETİ: (İhsan Doğramacı 1915-2010)
Gidin dostlar gidin doğduğum yere
Erbil Kalesinde mor sümbül vardır.
Kunyan’ın içinde akar bir dere
Dere kenarında sarı gül vardır.
Erbil mektebinde geçti günlerim
Orada yeşerdi millî hislerim
O demleri anıp şimdi inlerim
‘İçimde oralı bir bülbül vardır’
Şimdi kalan tek şey mezar taşları
Umutsuz ninelerin gözyaşları
Meyus dedelerin çatık kaşları
O yangın yerinde soğuk kül vardır
Hey İhsan kederin başından aşkın
‘Bitip tükenmeyen elem-i aşkın’
Aynaya baktıkça olursun şaşkın
Karşında bir mahzun bir melül vardır
Umudunu kesme gerek yok yasa
Sindirilmiş Erbil tekrar uyansa
Erbil dilinde mektepler açılsa
Destek olacak bir gönül vardır
Kendini Yakan Kerküklü Türkmen Kızı Zehra’ya Ağıt
(Fahri Ersavaş 1920-2012)
Yıllardır bitmek bilmiyordu
Kerküklü Türklerin çilesi
Zulüm işkence sürgün ölüm
Olmuştu alınlarının yazısı
Günlerden bir gün Kerkük’ün
Tisin köyünden Bektaş Ali Feyzullah’a gelmişti sıra
Evini köyünü terkedecekti Güney Irak’ta bilmediği
Tanımadığı bir yere Göç edecekti
Böyle buyurmuştu çünkü
Gaddar Saddam’ın adamları
Üç gün mühlet vermişlerdi Bektaş Ali’ye
Bunca zulüm bunca horlanmadan sonra
Bu da mı gelecekti
Bektaş Ali’nin başına
Ne bitmez çileydi bu
Irak İran savaşında
Askere alınmıştı Bektaş Ali’nin
İki oğluyla damadı
Savaş biteli yıllar olduğu hâlde
Hâlâ dönmemişlerdi geri
Duyduklarına göre
Oğlunun esir düşmüştü biri
Diğeri de kaybolmuştu
Damadından ise hiç haber yoktu
Bektaş Ali ve karısı
Savaştan dönmeyen oğullarına mı yansın
Yoksa yetim kalan torunlarına mı
İşte bu acılar içindeyken
Dayandı Saddam’ın adamları kapıya yine
24 saatte bu köyü terket diye
Bektaş Ali direndi
Köyümü yurdumu terk etmem dedi
O direndikçe de coplayıp tekmelediler
Öfkelerini yenemeyen katiller
Sonunda karakola götürüp
Daniskasını yaptılar ona işkencenin
Anasından emdiğini
Burnundan getirdiler Bektaş Ali’nin
Artık ister istemez
Boyun eğecekti zulme
Fakat tam o sırada
Zehra çıktı ortaya
Bektaş Ali’nin küçük kızı Zehra
Kükredi Saddam’ın adamlarına
Bağırdı karşı koydu direndi
En sonunda gürledi Zehra
‘Ey ahâli’ diye başladı söze:
’Ben Kerkük’ün kızıyım
Vatanımı asla terketmem
Kerkük Türkmen toprağıdır
Bu topraklarda büyüdüm
Anam babam da
Bu topraklarda doğup büyüdüler
Atalarım da bu yerlerde yaşayıp öldüler
Bu insanlık dışı zulmü
Protesto etmek için
Türkmen kimliğimi yüceltmek için
Şimdi kendimi yakacağım’ diye haykırdı
Ve yanında bulundurduğu bir bidon gazı
Döküp üstüne
Ahalinin ve Saddam’ın adamlarının
Şaşkın bakışları arasında
Çakıp kibriti yaktı kendini
Zehra Anasıyla babası mahvoldu o an
Taş kesildi Tisin köylüleri
Bakakaldı Saddam’ın o domuz adamları
Hayretler içinde
Hâlbuki Zehra
Henüz baharındaydı ömrünün
Ona kefen değil
Gelinlik yakışırdı bu yaşta
Ama olmadı
Yakarak kendini son verdi hayatına
O gün takvimler 1995’in
Ekim ayının
16’sını gösteriyordu
Verdiği sözde durdu
Yurdunu terketmedi Zehra
Gelenek gereği Kerkük’te
Kadınlar gitmezdi mezarlığa
Anası da gitmedi töreye uyup
Bağrı yanık çileli ana
Seslendi cenazenin ardından:
‘Kızımı mezarına yavaşça indirin
Rahat yerleştirin yerine’
Diyebildi ancak
Zehra’nın ölümü de yumuşatamadı
Zâlim Saddam’ın adamlarını
Hiddetle bağırdılar Bektaş Ali’ye
‘Üç gündür’ dediler mâtem günün
Dördüncü gün
Toplayıp pilini pırtını
Terkedeceksin bu toprakları
Ve terkettiler sonunda
Bektaş Ali ile karısı
Doğup büyüdükleri
Bu ata yadigârı toprakları
Ölmüşlerini ve mallarını bırakıp
Ayrıldılar akrabalarından
Ayrıldılar
O cennet misâli köylerinden
Arkalarına bakamadan gittiler
Bir meçhule doğru
Şimdi kimbilir
Neresindeler Güney Irak’ın
Hangi çöltinde hangi yöresinde
Yaşıyorlar mı bilinmez
Kerkük Türk’ünün alın yazısıdır bu
Bir türlü silinmez
Gün gelir devran değişir Saddam
Komayız yanma senin bu gaddarlığı
Yıkarız başına dünyayı
Binlerce şehit adına
Yiğit kız Zehra adına
Alırız senden intikam Alacağız senden intikam
Devam Edecek