Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in ikinci torunu Hz. Hüseyin, hicretin 4. yılı Şaban ayının beşinde (m. 10 Ocak 626) Hz. Fatıma ile Hz. Ali’nin ikinci çocukları olarak Medine’de dünyaya geldi. Doğduğu zaman Hz. Peygamber (s.a.s.),sevgili torununun kulağına ezan okudu ve adını “Hüseyin” koydu. Hz. Fatıma, Peygamber Efendimizin isteği üzerine doğumunun yedinci gününde akîka kurbanı kestirip saçının ağırlığınca fakirlere gümüş dağıttı.
Hz Hasan ve Hz. Hüseyin dedeleri Hz. Muhammed (s.a.s.)’e çok benziyorlardı. Peygamber Efendimiz (s.a.s),“Dünyada kokladığım iki çiçeğimdir”(Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 288) dediği biricik torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i çok severdi. Onlara olan sevgisini ve düşkünlüğünü her fırsatta gösterirdi. Torunlarının isteklerini tereddütsüz yerine getirir, onlarla oyunlar oynar, hatta sırtına bindirip gezdirirdi. Bazen Peygamberimiz namaz kılarken secdeye gittiğinde üstüne çıkarlar, Peygamber Efendimiz de onlar ininceye kadar beklerdi.
Hz. Hüseyin’in çocukluk yılları Hz. Peygamber (s.a.s.)’in yanında geçti ve O’nun gözetiminde yetişti. Dinine son derece bağlı olan Hz. Hüseyin, Allah ve Resulü’nün hükmünden başka hiç bir hükmün geçerli olamayacağına, Allah’a isyan eden kimselere, haksızlık yapan zalimlere boyun eğilemeyeceğine yürekten inanmıştı. Onun davası kuru bir riyaset/baş olma sevdası değildi. O, ümmetin birlik ve beraberliğini; tefrikadan uzak bir şekilde kardeşçe yaşamalarını; toplumda hak, hukuk ve adaletin sağlanmasını gaye edinmişti.
Hiçbir zaman başolma hevesinde olmadı, iktidar davası gütmedi, bu konudaki tartışmalardan hep uzak durmaya çalıştı.O dönemde yapılanları tasvip etmese de tefrikaya sebep olabilecek faaliyetlere fırsat vermedi. Ancak Muaviye’nin İslam’ın devlet yönetim sisteminin temelini oluşturan şura/istişare yöntemini kaldırarak oğlu Yezidi veliaht tayin etmesini tasvip etmedi. Devlet başkanının liyakat ve ehliyet şartı aranmadan, Müslümanların hür iradeleriyle değil de baskı ve atanması birçok Müslüman gibi Hz. Hüseyin’i de ciddi manada rahatsız etti. Halbuki Yezit fasık olarak tanınmaktaydı, bu yüzden halk tarafından sevilmiyor ve hilafete layık görülmüyordu. Aklıselim sahipleri bu durumun İslam toplumunun geleceği açısından son derece tehlikeli sonuçlar doğuracağından endişe duymaktaydı.
Ne yazık ki, hiç kimse bu kötü gidişata mani olmaya cesaret edemiyordu. Öyle ağır baskılar uygulandı ki, kimse açıktan haksızlıklara karşı çıkamıyor, hakikati söyleyemiyordu. İşte böyle bir ortamda Hz. Hüseyin, Hakk’ın ve halkın yanında yer aldı. İslam’ın sarsılan temellerini yeniden güçlendirmek, hakkı hakim kılmak, zalime hesap sormak için mücadeleye karar verdi. Zaten Küfelilerin ileri gelenlerinden ümmetin başına geçmesini ve bu zulümlere son vermesini isteyen davet mektupları almıştı.
Bunun üzerine Hz. Hüseyin, amcasının oğlu Müslim bin Akîl’i durumu yerinde incelemek üzere Küfe’ye gönderdi. Müslim, Küfelilerin Hz. Hüseyin’e biat edeceklerini bir mektupla bildirdi. Fakat Yezit Müslim’in bu faaliyetlerini öğrenince onu öldürttü. Halk korkudan biatlerini geri aldı. Fakat Hz. Hüseyin’in bu son durumdan haberi olamadı. Hz. Hüseyin (r.a.) 8 Zilhicce 60 tarihinde aile fertleri ve bazı taraftarlarıyla birlikte Küfe’ye hareket etti.
Yezit, ne pahasına olursa olsun, Hz. Hüseyin’in durdurulmasını istiyordu. Bunun için Küfe ve Rey şehri valilerine talimatlar verdi. Rey valisi Ömer b. Sa’d, pek doğru bulmasa da elindeki makamı kaybetmemek için Hz. Hüseyin ve taraftarlarıyla savaşmayı kabul etti. Önce kafilenin su kaynaklarından yararlanması engellendi, Hz. Hüseyin ve beraberindekiler susuzluğa mahkum edildi.
Hz. Hüseyin (r.a.),son bir ümitle Ömer İbniSa’dile konuşarak, kardeş kanı dökülmesini engellemeye çalıştı, ancak başarılı olamadı. Birbirine denk olmayan iki taraf arasında bir savaş başladı. Gözü dönmüş caniler Hz. Hüseyin ve yakınlarına acımasızca saldırdılar. Hz. Hüseyin (r.a.), askerlerinin azaldığı bir anda üzerine hücum edilerek şehit edildi. Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in iki çiçeğinden biri olanHz. Hüseyin, hicrî 10 Muharrem 61 senesinde 57 yaşlarında iken hayata veda etti.
Hz. Hüseyin ve ehl-i beytin diğer fertlerinin şehadeti bütün Müslümanları derin bir üzüntüye boğmuş, bu acı hatıra asırlardır müminlerin hafızalarından silinmemiştir.Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in sevgili torunları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin (r.anhüm) efendilerimiz Müslümanlar tarafından her devirde daima sevilmiş, sayılmışlardır.
Hz. Hüseyin’in, İslam’ın yüce değerlerini her şart altında müdafaa etmenin;haksızlığa karşı mazlumun yanında olmanın önemini ve bu uğurda gerektiğinde canını feda edebilmenin gereğini şehadet şerbetini içerek öğreten sembol bir şahsiyettir.
Bizlere düşen, geçmiş tarihimizde meydana gelen olayların üzerinde düşünmek ve ders almaktır.Bu acı hatıralar bize, hiçbir makam-mevki ve menfaatin ümmetin birliği, huzur ve selametinin üzerinde olamayacağını öğretmektedir. Bu nedenle; her zaman fitnelere karşı uyanık olmamız, kardeşliğimizi, birlik ve beraberliğimizi muhafaza etmek için gayret göstermemiz ve bu uğurda fedakârlıklarda bulunmamız gerektiğini unutmamalıyız. Bu vesileyle; başta Hz. Hüseyin olmak üzere Kerbelâ şehitlerine ve tüm şehitlerimize Yüce Allah’tan rahmet ve mağfiret diliyorum.