Olayın yaşanmışlığından emin değilim; ancak ben gerçek diye
okudum. Olay, İngiltere’de geçiyor:
Fabrikaya güvenlik görevlisi diye alınan Afrikalı, her sabah
patronunu büyük bir saygıyla kapıda karşılamaktadır. Afrikalı, hem kambur hem
kel hem kösedir. Bu özelliklerinden dolayı patronu selamlaşmalarında söz konusu
niteliklerini yüzüne karşı dillendirmektedir. “Merhaba kambur, bugün sakal
tıraşın sinekkaydı olmuş, havaalanına uçak inmemiş görünüyor.” gibi laflar
etmekte, güya bu şekilde şakalaşmaktadır. Kendince eğlenen patronun sözlerinden
Afrikalı hoşlanmasa da sesini çıkaramamaktadır.
Günler, aylar geçer, muhatap kaldığı bu davranışları
sindiremeyen Afrikalı, patronunu bıçaklayarak öldürür. Olay, İngiltere
genelinde yankılanır, dava açılır, savcı Afrikalı için idam talep etmektedir. Afrikalıyı
hiçbir avukat savunmak istemez.
Avukatların davayı savunmaktan kaçındığını ve Afrikalının
idam talebiyle yargılandığını duyan bir Fransız avukat, mahkûmu savunmak
istediğini söyler ve İngiltere’ye gider. Gün gelir, davaya başlanır. Fransız
avukat şöyle başlar söze: “Sayın baş yargıç, size sayın başkanımızın sayın
kraliçeye, sayın adalet bakanımızın sayın bakanınıza, Fransa’daki avukatlar adına
sayın baro başkanımızın size, İngiliz yargıçlarına ve bütün İngiliz
avukatlarına selam ve iyi dileklerini getirdim.” der. Aynı uzun ve saygı
cümlelerini döner, mahkemenin diğer üyelerine, savcıya, maktulün birkaç avukatına
hitaben tek tek söyler, devam ederken mahkeme başyargıcının “Yeter be adam!”
sert uyarısıyla selam ve saygı faslını keser. İstediği ortamı yakalamanın
heyecanıyla bu defa: “Bakınız, sayın yargıç ve üyeler, benim, selam ve saygı
bildiren birkaç cümleciğime tahammül edemediniz, müvekkilim bu Afrikalı sizin
de hoşlanmayacağınız, içinde “kel, köse ve kambur” gibi sözcüklerin yer aldığı aşağılayıcı
cümleleri, maktul iyi niyetli dahi olsa, ondan her gün duyuyordu. Takdir yüce
heyetinizin.” der ve yerine oturur.
İdamı istenen Afrikalı cüzi bir ceza ile idamdan kurtulur.
Afrikalıyı idama götüren ve idamdan kurtaran süreçten
çıkarmamız gereken dersler var. Kendine yapılmasını istemediğin bir davranışı
başkalarına yapma, usul varsa vusul vardır. Yani yöntemini bilirsen arzu
ettiğin sonuca ulaşırsın.
Kibir, küçümseme, tahkir sorun üretir; kararlılık, bilgelik,
inanmışlık çözüm üretir.
Her türlü değerlendirmeyi veya yargılamayı, dışa bakmadan
önce kendi üzerimde yapmayı ilke edinmişimdir. Kaç kere, nerede ve ne zaman,
kimlere karşı sorun olmuş veya dert üretmişimdir, kaç kere, nerede, ne zaman,
niçin, kim için çözümün öncüsü veya parçası olmuşumdur?
Gördüğün yerin sınırlarını, durduğun yerin açısı belirler.
Son zamanlarda kendimde ve çevremdeki insanlarda bulundukları dar alandan
gördükleriyle ilgili değerlendirmeler yaptıklarını, yaptıkları bu
değerlendirmelerin hem kendilerini gülünç duruma düşürdüğünü hem de
önerilerinin bir çözümsüzlüğe yol açtığını, hatta olabilecek şeyleri olmaz hale
getirdiklerini görüyor, buna üzülüyorum. İçinde yetiştiğimiz toplumun taşıdığı
kültür, davasını güttüğümüz ideoloji, taraftarı olduğumuz siyasi anlayış, maruz
kaldığımız algı bombardımanı bizde bir gözlük oluşturuyor, bu gözlükle
olayları, insanları ve olguları değerlendiriyoruz. Gözlüğün üzerine bir de
çıkarlarımızı, kibir ve haset gibi duygularımızı ilave ettiğimizde, kendimize
haksızlık eder boyutta yargılamalar yapıyoruz, yol haritamızı çiziyor veya
insanlarla ilişkilerimizi buna göre düzenliyoruz.
Dünya üç yüz altmış derece; olaylar çok boyutlu… Tahtaya 3
rakamını yazar, öğrencilerime bunun kaç olduğunu sorardım. Aynı rakamı sola
çevirir tekrar yazardım. Arkasından derdim ki: “Bakınız 3 zannettiğiniz rakam
bakış yönünüze göre “m”, “E”, “W” olabiliyor. Şekil aynı, onu farklı yapan
bakış açınızın değişmesidir. Hayata da böyle bakınız. Doğru bildikleriniz her
zaman doğru olamayabilir, yanlış bildikleriniz de her zaman yanlış olmayabilir.
Empati ve hoşgörü, insan gibi yaşamanın temel ilkesi olmalı.”
Bakış açısı darlığımız ve algı eksikliğimiz yüzünden
kendimize hayatı zindan ediyoruz. Evrendeki hiçbir şey değersiz değildir.
Muhatabına ne kadar değer verirsen o kadar değer görürsün. Maalesef, insan, hem
insanın hem eşyanın kurdu, hatta düşmanı olmuş durumda. Kabil’in, kardeşi
Habil’e karşı tavrı günümüzde hem ekonomi hem siyaset arenasında tedavisi imkânsız
hastalık olarak iliklerimize kadar işlemiş, bütün beyin hücrelerimizi sarmış
halde. İnsan ve eşyaya karşı olan bu tavrımızın, etki-tepki yasası gereği
bedelini her dakika ödüyoruz, lakin yine akıllanmıyoruz. Bu da bir imtihan
türü.
Sağlıkta bir kural vardır: “Tedbir, tedaviden kolay ve
ucuzdur.” “Sigarayı bırakmanın en kolay çaresi sigaraya hiç başlamamaktır.”
derim hep sigara tiryakilerine. Sorunları çözmek, hakkaniyete ulaşmak usul,
yöntem, metot bilmekle mümkündür. Bir gerçeği muhatabına anlatabilmek için
dramatize etmek, resmetmek, empati yapmak birer usuldür. İnanmışlık, kararlılık
ne kadar güçlüyse olaylardan sonuç almak da o kadar kesindir. Güzellik,
hakkaniyet adına tedbir de tedavi de birer usul aracıdır. Usul yoksa vusul
yoktur.
Hayat, çok katmanlı piramit. Piramidin ucundaki hedefe göre
katmanları adımlıyorsun. Çıktığın katmanlar kadar değil, piramidin ucundaki
hedefin kadar değerlisin. Hesabın burada!
Zaman adlı rüzgâr, bir gün hepimizi piramidin ucundan
alacak, ya Cennet’te bir bahçeye götürecek ya da Cehennem’de bir çukura
sürükleyecek.