Evet, kendimden utandım.
Önce küçük bir açıklama:
Zorunlu emeklilikten sonra, kubbede hoş bir seda bırakayım diye, vaktimi kültür, sanat, zanaat işleriyle değerlendirmeye başladım. Yağlıboya resim yapmak, filografi sanatıyla ilgili eserler vermek, nef üflemek bunlardan birkaçı.
Filografi sanatıyla ilgili hayli eser verdiğimi, yol aldığımı söyleyebilirim. Bana bu konuda destek veren Ayşegül ve Tuba Hocahanımlara müteşekkirim.
Olay şu:
Filografide yeni bir model denemeye karar verdim. Bu model, beni çok yordu; gecemi gündüzümü aldı, hayli masrafa yol açtı. Tablo bitti, derken birkaç teknik arıza Tuba Hocahanım’ın onayına takıldı. Açı hatası varmış. Doğru, benim de içime sinmemişti tabloyu bitirme şekli; herkes beğendiği halde, ustasına beğendirememiştim. Ona göre sökülüp sil baştan örülmeliydi. Bunca emeğe, bunca zamana, bunca malzemeye yazık değil miydi? Sökelim, dedi Hocahanım. “Sökemem, birine hediye ederim.” dedim. Durdu, “Bu hatalı çalışmayı nasıl hediye verebilirsin birine?” diye sordu. Çeyrek saat sonra, hatalı yeri düzeltmek üzere sökmeye karar verdim. İçimde bir eziklik hissetmiştim. Beğenmediğim, hatalı bulduğum bir çalışmayı, sanat eseri diye birine nasıl hediye edebilirdim? Hocahanım, benim ahlaki zaafımı, ayıbımı deşifre etmiş, utancımı bilerek veya bilmeyerek yüzüme çarpmıştı. Sökme nedenimi sorunca da bunu kendisine açık yüreklilikle ifade ettim. Altmış sekiz yaşındaki ben, yılların eğitimcisi olarak kendimle yüzleşmenin hem ezikliğini duydum hem de bir daha böyle düşünmemek, davranmamak adına kendime yeni bir ödev verdim.
“Ben de öyle düşünürdüm, bunda utanılacak ne var ki, bu kadar da hassasiyet fazla doğrusu” dediğinizi duyar gibiyim. Sözlerimin, bir ahlaki zafiyet taşımadığını da iddia edebilirsiniz.
Hayır, aynı kanaatte değilim. Allah her şeyi güzel ve mükemmel yaratmıştır. O, işin de insanın da davranışın da verilen eserin de en güzelini sever. Olabileceğin en güzelini yapmak, insan olmanın gereğidir. Nasıl olursa olsun yeter ki olsun, anlayışı ahlaki, dini, insani kusurdur, kişinin hem kendisine hem eşyaya hem de hemcinsine karşı ayıbıdır, saygısızlığıdır.
Kendimize layık görmediğimizi başka birine layık görmek gibi zaafımızı her gün birbirimize telkin ediyoruz. Bunun farkında mıyız? Yaptığımız bu davranışın adı da akıllılık, uyanıklık oluyor. Problemli veya yıpranmış bir aracımızı, evimizi bizi fazla yoracak, bize fazla masraf çıkaracak diye elden çıkarmak istiyoruz. Satarken de alıcıya çok kere ürünün kusurlarını söylemiyoruz, üründeki kusurları söylemeyi aptallık görüyoruz. Aslında biz eşya değil, dert satmış oluyoruz. Bir süre sonra bu sıkıntının bize döneceği kaygısını dahi duymuyoruz, sorumluluğunu taşımıyoruz. Bu, bir kandırmaca değil midir?
Pazardasınız, satıcı meyvelerin sağlamlarını öne, çürüklerini arkaya koymuş. Öndekilerini gösterip arkadakilerini size satmaya çalışıyor. Bir telefon, emlak veya sigorta şirketi sizi arıyor, hizmetlerini anlatıyor. Her şey iyi güzel; hoşunuza gidiyor. Zamanla anlıyorsunuz ki aleyhinize olan çok bilgi size aktarılmamış, size ürünle ilgili eksik bilgi verilmiş. İnsanlara, kurumlara olan güveniniz sarsılıyor, olumsuz ön yargı geliştiriyorsunuz.
Bireysel ve kurumsal kandırmacaların sıkça yaşandığı bir ülkede yaşadığımızı itiraf etmek zorundayım, zorundayız. Kabullenilmeyen hata, düzeltilme yeteneğinden yoksundur.
Bir hata bir kez olduysa bir şey olmaz, bunu uzatmamak lazım, demeyin lütfen. Her büyük günah bir defa ile başlar. Her günah, kalpte siyah bir noktadır, silinmezse zamanla kalbi kur; günahlar mübah olur. Tekrarlanan her iyiliğin ve kötülüğün mutlaka ilki vardır.
Yaptığı alışverişte kandırılmadığını bilmek, eve getirdiği ustanın işinden memnun kalmak, kişiye güven ve huzur verir. Hele hizmet aldığı kişilerle yıllarca sürecek dostluk kurabilmek, medeni insanların ve bu yönde gelişmiş ülkelerin belirgin vasfıdır. Kişileri ve ülkeleri tanımak isteyenlerin o ülkedeki ticari ilişkilerine bakmaları yeterlidir. Medeniyet; dürüstlüktür, güvendir, kendine layık görmediğini düşmanına dahi layık görmemektir.
Her ayıp, bumerang gibidir; bir gün gelir seni bulur. Ayıp, utancı doğurur. Utanç, yitirilmemesi gereken yüksek bir insani duygudur, değerdir. Bir gün pişmanlık duyacağımız veya utanacağımız durumlardan bizi men eden dostlara sahip olmak da büyük bir sermayedir, bundan mahrum olmak da yoksulluktur, fakirliktir.
Ne mutlu, daima iyiye, güzele, doğruya yönlendiren dostlara sahip olanlara… Yazık olsun, eğriyi doğru gösterenlere…