Kendi kendini sövenlere

114

Herkese Merhaba… Herkese Merhaba… Herkese Merhaba…

Memleketimde yaşananlar ruhumu daraltıyor sevgili okur…

O zaman ne yapmak lazım dedim kendi kendime…
Sonuç sizinle paylaşmak çıktı elbet…

Bugün size kıssadan hisse yok… Konumuz zaten yeterince kıssadan hisse…

Öyleyse vakit kaybetmeden derinlemesine konumuza dalalım… Aman dikkat boğulmayalım… Çünkü

ülkemin bize ihtiyacı var sevgili okur… İh ti ya cı var…
“Yapılan bir araştırmada savaşların meydana geldiği bölgeler, savaşa (saldıran veya savunan) katılanlar ile silahlı mücadeleye girmeksizin dışarıdan etki edenlerin birbirleri ile olan ilişkileri incelenmiş.
Bu çerçevede 221 çatışma ele alınmış, bu çatışmalardan savaş özeliğine sahip 176 tanesi değerlendirilmeye tabi tutulmuş. Çalışma 12 bölge, 166 ülke, 4 tip savaş, 4 tip çatışma ve 15 çatışma alt grubundan oluşmuş.

Sonuçta, 1945 ile 2007 arasındaki 63 yıl içinde 175 savaşın başladığı 155 savaşın bittiği, yıl başına ortalama 2,6 savaşın meydana geldiği ortaya çıkmış. Bu savaşların 72 tanesinin dışarıdan müdahale gördüğü ve toplam 190 iştirak olduğu savaşların, yıllara göre belirgin olarak sürelerinin uzadığı tespit edilmiş.
Coğrafik konumlarına bakıldığında savaşların Afrika, Güney Güneydoğu Asya ile Yakın ve Ortadoğu bölgelerinde meydana geldiği, bu bölgelerin aynı zamanda kömür, petrol, doğal gaz rezervleri yönünden zengin yerler olduğu, bu bölgelerde meydana gelen savaşların şiddet, ölü miktarı yönü ile diğerlerine nazaran daha önde olduğu bulunmuş.
Bahse konu bu bölgelerdeki savaşların diğerlerine nazaran daha uzun, dışarıdan müdahil ve katılımcısının daha çok olduğu, savaşların doğrudan zaferden uzak ve dışarıdan etki ile çözümsüz bir şekilde sürüncemede kaldığı tespit edilmiş.
Kaynakların bol olduğu bölgelerde meydana gelen savaşlarda, kaynak kullanımı yüksek olan ülkelerin saldırdığı, taraf olduğu veya müdahil olduğu gözlemlenmiş, aynı zamanda kaynak kullanımı yüksek olan ülkelerin kaynağı bol olan bölgelere büyük miktarda silah sattığı tespit edilmiş.
Yapılan savaşlarda kaynaklara sahip ülkelerin karşılaştıkları çatışmaların bölgesel çatışmalara doğru yönelim gösterdiği, bu çatışmaların genişleme, bölgesel yenilenme, bölgesel gözden geçirme ve özerlik tipi çatışmalardan oluştuğu tespit edilmiş.
Bu tip çatışmaların kaynaklara fiziki olarak sahip olmaya yönelik olduğu değerlendirilmektedir. Meydana gelen savaşların da ekonomik ve sosyal maliyetlerinin yüksek olmasından dolayı rejim karşıtı savaşlar ile iç savaşlara doğru yöne kaydığı böylelikle topyekün savaşmak yerine sistem algısını değiştirecek (rejim karşıtı) veya karar verme mekanizmalarını etkisiz hale getirecek (iç savaş) tipte savaşlara yönelindiği tespit edilmiş.
Ülkelerin kaynaktan pay alabilmek için büyük sosyal mübadeleler içine girdikleri ve savaşların üzerinden kar elde etmeye çalıştıkları tespit edilmiş, ilave olarak kaynakların bol olduğu bölgelerin aşırı silahlandırılarak kaynak yönü ile tedarikçi pozisyonundaki ülkelerin birbirleri ile savaşması teşvik edilerek, tedarikçilerin bağımlı hale getirilmesi gayreti içinde oldukları saptanmış.
Savaşı kendi coğrafyalarında karşılamayan ülkelerin (tüm dünyada yüzde 15’den az) kendi coğrafyalarında sürekli savaşanlara kıyasla ekonomik olarak daha refah sahibi oldukları ve daha fazla kaynak kullandıkları tespit edilmiş.
Kaynak kullanımı yüksek ve rezervlerinin hızlı tükendiği ülkelerin savaşmaya daha yatkın olduğu, savaşlara daha çok müdahil olduğu saptanmış.
Ülkelerin kaynak rezervleri çokluğu ile savaşa maruz kalmaları arasında pozitif bir ilişki olduğu aslında çok büyük rezervlere sahip olmanın barış için negatif etkisi olduğu saptanmış.”

Kocaeli Aydınlar Ocağı 53. Söz Sırası Gençlerde programında Fatma Berre Özdemir’i konuk etmişti. İlgiyle takip ettiğim programda değerli kardeşim Berre Özdemir’in muhteşem araştırmasından kısa bir alıntıyı paylaştım sizinle…

Neden mi paylaştım… Gözleriniz kör, kulaklarınız duvar olmasın diye…

Şu güçler savaşını ne kadar gözlemliyorsunuz bilemem ama ciddi sıkıntılar bizi bekliyor… Yüzyılın savaşı sahne almaya hazırlanıyor belki de… Ayak seslerine kulak vermek şart oldu şart…

İşte tam da bu noktada size ülkemizin kurucusu eşsiz lider Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın sözlerini hatırlatmak istedim…
“Ordu, Türk ordusu, işte bütün milletin göğsünü güven, gurur duygularıyla kabartan şanlı adı. Ordumuz, Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir. Ordumuz; Türk topraklarının ve Türkiye idealini gerçekleştirmek için sarf etmekte olduğumuz sistemli çalışmaların yenilenmesi imkansız teminatıdır.”

Tekrar tekrar okuyun sevgili okur… Sadece okumak yetmez… Üstüne bir de düşünün, anlamaya çalışın bakalım bize geçmişten nasıl bir mesaj vermiş bu sözler…

Peki siz düşüne durun ben de hazır sizi bulmuşken sormaya devam edeyim…
Türk Silahlı Kuvvetleri dediğiniz kurum kimlerden oluşur kuzum Allah aşkına…
Asker kimdir sorarım size… Kimdir yaaaa… Ben size söyleyeyim…

Asker benim kardeşim… Asker senin komşunun oğlu… Asker onun kuzeni… Asker bunun dayısı… Asker onun amcası… Yani asker biziz biz… Bir başka deyimle Türk Milleti…

Bizim oralarda bir deyim vardır… “Biraz daha konuşursa kendine küfür edecek bu” derler birilerine… Sorarım size acaba farkında mısınız bize ne yapıyorlar…

Birileri kendi kendilerine küfür ettiklerinin fakında mı acaba?

Hal böyleyken yazımı meşhur bir Diyarbakır türküsüyle sonlandırmak istiyorum…

“Gün olur devran döner… Ben de sararım yari… Nanay… Nanay… Nanay…”

Yeniden görüşünceye kadar en çok beni özleyin… En çok beni özleyin… En çok beni özleyin…
Hatta bir tek beni özleyin…