Kelleler Gidecek!

186

Moral diye bir şey kalmadı. İçimden yazmak gelmiyor. Daha beteri sanki hepsini daha önce yazmışım gibi bir his içindeyim. Size de olur mu? Her gördüğünüz, her duyduğunuz sanki tekrarmış gibi gelir; “deja vu” dediklerinden. İnsanların ne diyeceklerini onlar demeden, ne yapacaklarını onlar yapmadan bilirmişsiniz gibi. Ve sıkılırsınız, sıkılırsınız. Meğer bu depresyonun baş belirtilerinden biriymiş.

Bakın diyorum, şimdi iktidar suçu haşa Allah’a atacak. Hatta atmaya kalktı da… Fakat diz boyu beceriksizliğin kul işi olduğu ortaya çıkınca, bu sefer “görülmemiş bir felaket” stratejisine döndük. Öyle değil, daha büyükleri de var, hem de bu son asırda var. Buyurun, Washington Post  bizimkiyle başka büyük depremleri karşılaştırmış. Yerin yüzüne uzaklıkları dâhil. Her şeye rağmen bizimki de çok büyük. En büyük olmasa da.

Depremzedeye bakmak için izin gerekli

Diyelim ki asrın değil, bin yılın, on bin yılın en büyüğü. İyi de insanlar deprem küçüktü demiyor ki. İnsanlar, bize üç gün kimse gelmedi, koordinasyon yoktu, donarak öldüler diyor. Facebook’ta, İngiltere’de travma cerrahlığı yapan bir Türk doktorun hikâyesi var. Doktorluğunu yapabilmesi için Ankara’dan olur bekleniyor. AFAD yetkilisi hastaneye giden ambulansa bindirmiyor, “Sana bir şey olursa ben sorumlu olurum.” diye… Hani filmlerde, uçakta, gemide veya bir toplantıda biri hastalanır da ona bakan görevli bağırır, “Doktor var mı?” diye. Bizde bağıramaz! Ankara’dan izin almak gerekir. İl Sağlık Müdürlüğü de veremiyor. Ankara’dan ancak mesai saatlerinde izin alınabiliyor. Sonunda dört gün sürünüyor ve kendi deyişiyle, “Tek hastaya dokunamadan geri döndüm.” Buyurun size merkezî koordinasyon. Buyurun hızlı karar verip uygulamayı eline yüzüne bulaştırma.

Yardım ettikleri için azarlanan, itham edilen STK mi istersiniz, şehirlere sokulmayan muhalif belediye ekipleri mi?

Böyle skandalları, böyle rezaletleri çok okuyacak, duyacaksınız. Fakat bunlar önemli değil. Önemli olan iktidarın kabahatsizliği. En son, “Yıkılan binalar biz iktidara gelmeden yapılmış.” çıktı. İmar affını da teröristler çıkarmıştı zaten.

Kurumların odağı ne?

Bu hikâyeler, aklı başında olana, kurumların çalışmadığını gösteriyor. Bu tamam da, on örnek, yüz örnek, bin örnek göstereceksiniz de ne olacak?

Bu hikâyeler daha da beterini anlatıyor: Kurumların başında bulunanların o kurumun görevine odaklanmadıklarını. Liyakatin yerlerde süründüğünü. Bu, hani çok sevilen deyişle, “yapısal” problemi çözmeden bir yere varamayız. Yine deprem olur ve biz yine ölürüz.

Tekrar edeyim: Kimin sorumlu olduğu önemli değil. Bir daha tekrarlanmaması için nasıl örgütleneceğimiz önemli. Neyi nasıl yapmamamızı, neyi nasıl yapacağımızı öğrenmemiz gerekli. Hatalarımızı düzeltmemiz, düzeltmemiz içinse önce yanlış yaptığımızı kabul etmemiz gerekiyor. Var mı kabul eden?

Haşa. “Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var. “

İmar kanununu anayasa maddesi yapmak gibi saçma sapan teklifler var. Ülkelerin kurumları, devletin teşkilâtı, anayasa ile yürütülmez. Kanunla da yürütülmez. Cephede ve yönetmeliklerle yürütülür. O cephedekileri yetkilendirerek yürütülür. Anayasa kanunların, kanunlar yönetmeliklerin çerçevesini çizer ama bunları uygulayacak olan sizin teşkilatınızdır. Kurumların her kademesinin, “İşimi gereğince yapmaya hazır mıyım?”, “İşimi daha iyi nasıl yaparım?” sorularına odaklanmasıdır. Tabiî bir de o kurumların yine her kademesinin işe uygun birikime, tahsile sâhip olması.

Şimdi kelle alma vaktidir

Kötü yönetimlerde odak bu değildir. Kötü yönetimlerde her kademenin odağı şudur: Ben bu mevkie gelmeyi hayal bile edemezdim. Sağ olsun üstüm, onun da üstü, onun da üstünün üstü -simit yönetimi dedik ya-  bana bu mevkii bahşetti. Aman onu kızdırmayayım. Aman onu memnun edeyim. Kötü haber vermeyeyim. Kızdıracağı tekliflerde bulunmayayım. Neye kızacağı da belli olmayacağına göre en iyisi, o sormadıkça bir şey söylemeyeyim. “Nasılsın?” derse ki bu da büyük lütuftur, “Duacınızım efendimiz.” diyeyim. Her hareketimle ona borcumun şuurunda olduğunu göstereyim.

Her şeyi yazmadım tabiî. Ama büyüklerin deprem bölgesine gitmelerinin yarardan çok zararı vardır diye yazdım. Öğreniyoruz ki bir büyük ziyaretinde yıkılan merkezde trafik on saat durmuş.

Hadi bir şey daha söyleyeyim: Bütün laflar laftır. Ayinesi de kişinin iştir. Ama kişi, işi bilmiyorsa ne yapar biliyor musunuz? Astlarını sorumlu tutar. Evet, Allah’ın işi dedik, tutmadı. Bizden önceki iktidarların dedik, tutmadı. Teröristlerle Fetö’cüler de bu sefer pek çalışmaz. O hâlde? O hâlde şimdi kellelerin yuvarlanması lazım.

Kötü yönetici, daha ilk başta, etrafına şöyle talimat verir: Kim neyin başındadır bileyim ki, gereğinde kellesini alayım. İşte şimdi kelle alınma vaktidir. Herkes sorumluluğu bir alttakine yükleyip onu görevden alacaktır. Öyle ya, ben beni tayin edene borçluyum. Tayin ettiklerime değil. İstisnası, benim altıma, üstümün yaptığı tayinlerdir; onlara dokunamam, onlar da beni dinlemez zaten.Kellesi alınanlar da çok üzülmesin. Sizlere bir baş danışmanlık, bir yönetim kurulu üyeliği buluruz.

Önceki İçerik“Ve Diri Diri Toprağa/Enkaza Gömülen Kız Çocuğuna Sorulduğunda”
Sonraki İçerikAfet, Eğitimsiz Yönetilemez
İskender Öksüz
İskender Öksüz 14 Eylül 1945 tarihinde İzmir'de dünyaya gelmiştir. 1966 yılında Ege Üniversitesi Kimya-Fizik Bölümü'nde lisans eğitimini tamamlamıştır. Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunun yurtdışı bursuyla ABD'de Yale Üniversitesi'ne kabul edilmiş, burada, Oktay Sinanoğlu'nun danışmanlığında, 1968'de yüksek lisansını 1969'da da doktora derecesini almıştır. İskender Öksüz 1968-1979 yılları arasında; Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde bölüm başkanlığı, rektör yardımcılığı ve rektör vekilliği görevlerinde bulunmuştur. Yine aynı yıllarda senato üyeliği (ADMMA), Türkiye Atom Enerji Komisyonu 7. Dönem üyeliği, Atom enerjisi konusunda bakan danışmanlığı ve Töre-Devlet Yayınevi yöneticiliği yapmıştır. Öksüz, 1981-1987 yılları arasında, Suudi Arabistan'da bulunan University of Petroleum and Minerals'da akademik ve idari görevler, bilgisayar destekli öğretim koordinatörü, yeni öğretim üyesi seçimi ve terfi komitesi üyeliği yapmıştır. 1987 yılından itibaren sağlık, bilişim ve eğitim sektörlerinde çeşitli firmalarda üst düzey yöneticilik yapan Öksüz, çeşitli şirketlerde yönetim kurulu üyeliği, genel müdürlük ve holding genel koordinatörlüğü yaptı. İskender Öksüz 2012 yılında Gazi Üniversitesi Kimya Mühendisliği Bölümünden emekli oldu. Otuzun üstünde bilimsel yayını yedi yüzün üzerinde atıfı bulunan Öksüz, KÜBİTEM (Kültür, Bilim ve Teknik Merkezi) kuruculuğu, Türk Ocağı Hars Heyeti ve Yönetim Kurulu üyeliği, Millî Düşünce Merkezi Yönetim Kurulu üyeliği; Töre, Devlet, Bozkurt, Türk Yurdu dergilerinde makale ve başka yazıları yayımladı. Üniversiteler de dâhil olmak üzere çeşitli platformlarda konferans, söyleşi ve röportajlarda bulundu.[5][6] Ayrıca Son Havadis, Yeni Ufuk ve Ayyıldız gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı. Karar gazetesinde köşe yazarlığına devam etmektedir. İskender Öksüz, 5 Mayıs 2021 tarihinde vefat eden ünlü romancı Emine Işınsu ile evliydi. Eserleri[7] Millet ve Milliyetçilik Bilim, Din ve Türkçülük Alt Akıl: Aptallar ve Diktatörler Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi Türk'üm Özür Dilerim Niçin Geri Kaldık? Çin Dünyayı Ele Mi Geçiriyor? (Konuralp Ercilasun ile birlikte)