Kavram Karmaşası İçinde Sosyal Meselelerimizi Neden Çözemiyoruz?

112

1989’un Aralık ayında (tam 20 yıl önce) yazdığım, aşağıdaki makaleyi dosyalarım arasında görüp yeniden okuyunca konuyu takrar gündeme getirmenin uygun olduğunu düşündüm.

ARALIK 1989

Başörtüsü (Türban) Üzerine

Devletine bağlı, Milletini seven ve ona hizmeti şeref bilen, ondan aldığı gibi ona vermesini de bilen bir Türk vatandaşı olarak düşünüyor ve bazı şeylerin cevabını bulamayınca kahroluyorum.

1700’lerden beri nasıl nasıl giyinelim kavgasındayız. İnsan nedir, insanlığımız nedir, ne olmalıdır sorusunun cevabını hep birinciden sonraya atmış ve ilkinde takılıp kalmışız..

Şekil ve düzen yobazı ile din yobazının arasında sıkışıp kalmışız. Devletim ve Milletim bu ikisinden kurtulupta ne zaman akıl-bilim ve mantığın sesini haykıranları dinleyecek. Bu sesleri dinler gibi yapıpta yine bağnazlıklardan kurtulamayanların icraatları arasında bocalamaktan ne zaman kurtulacak. Devletim ve Milletim bunlardan kurtulupta ne zaman bilgi çağını zorlayan diğer milletler seviyesine ulaşacak.

Çağdaşlık ve çağdaş kıyafet deniyor. Çağdaş düşünce önce insan sevgisi-saygısı demektir, esas çağdaşlık budur. Şekilde çağdaşlık nispi bir şeydir, insanları bu konuda bazı mecburiyetlerle inançlarından koparmaya çalışmak, inançları ile tenakuza düşürmek çağdaşlık olmasa gerektir. Bu konuda inançla ters düşmeyecek bazı sınırlamaları anlayabiliriz ama esasları reddetmeyi anlamak mümkün değildir. Kur’an hakikat, Peygamber hak. Bunu dünya kabul ediyor, bunlardaki şahsi tasarruflar ise insanlar için temel bir hak olduğuna göre insanları bu konuda zorlamanın ne çağdaşlıkla ne de Atatürkçülükle alakası vardır düşüncesindeyim.

Bazı şeyler sembol özelliği taşır. Buna Türk erkeği için bıyığı, Türk kadını için başörtüsünü gösterebiliriz. Diğer toplumlar ile ayırt edici kültürel özellik taşıyan bu değerlerin güzelleştirilmesi, estetik yönünden rötuşlanması zaten zaman içinde olan bir hadisedir. Bu sosyal ve bilimsel bir gerçek. Şimdi toplumda bazı aşırılıklar oluyor diye kültürel özellik taşıyan değerlerimizin çağdaşlık adına yasaklanmaya-dışlanmaya çalışılması bilimsel bir yaklaşımıdır?

Devletin büyüklerinin, yönlendiricilerinin vazifesi iyiyi, güzeli geliştirmek ve benimsetmektir. Bununda ilmi metotları vardır. Bu gerçek ortada iken yasakları savunmak ve de yaygınlaştırmak ne derece doğrudur. Devlet, kıyafet yönetmeliğinde erkekteki bıyığa getirdiği bazı ölçülerle, ifraddan insanını nasıl uzaklaştırmış ise; kadını içinde böyle kısıtlamalar ile estetik bir örtünmeyi de içine alan ve kadını onurlandıran, ona sahip çıkacak bir yaklaşımı niçin benimsemesin. Böyle bir yaklaşımın irtica ile ne alakası olabilir. Atatürkçülük ile ne tenakuzu olabilir.

Bilimsel düşünce, sosyal yaklaşım ve kararlarda, sebep-sonuç araştırmaları yapıp toplum yararının hangisinde olduğunu ilmi metotlarla tespit ettikten sonra sonucunu tebliğ eder. Sonuçta topluma daha iyiyi ve yararlısını benimsetme yollarına başvurur. Ferdi gözlemlerime göre dindar insan hizmetinde, özverisinde, çalışmasında daha verimli, fedakar ve güvenilir durumdadır. Dini inancı yetersiz insan ise, hele yeterli bir eğitimi de yoksa daha bencil, verimsiz ve güven unsuru daha azdır. Bunu böyle kabul edersek toplumun gerçek dini değerleri bilen insanlara (Kadın-Erkek) fazlası ile ihtiyacı olduğu ortadadır. Bununla devletin kendi okulları ve devletin resmi müesseselerini dini akidelere bağlı insanlara kapatarak yapacağımızı zannediyorsak yanılırız.

Oradaki bu tür insanları tahkir, aşağılayıcı ve zorlayıcı yasaklamalar ile itiyor ve kucaklayıcı olamıyorsak bu bir yanlışlık örneği değil de nedir. Bunu yaptığımız zaman ortaya muhtelif kişiler ve guruplar meseleye el atar., her gurubun kendince farklı yaklaşımları ortaya çıkar, o zamanda şikayetçi olduğumuz tefrikaların ortaya çıkmasını önleyemezsiniz. Başörtüsünün çarşafa, pantolonun şalvara-petura döndüğünü üzülerek görürsünüz. Kötülere, çirkinlere mani olmanın yolu güzeli ve iyiyi bulup kabul etmek, bunu desteklemek ve onun benimsenmesinin yollarını aramaktır.

Eğitim müesseselerinin bir araştırması varmıdırki İmam Hatip Liseleri çıkışlı çocuklarımızın başarı oranı, verimliliği, sosyal uyumluluğu normal liseli çocuklarımıza nazaran daha düşüktür. Bazı yargılamaları yaparken şartlanmış olmaktan ne zaman kurtulacağız. Bir araştırmaları varmıdır ki şu başörtülü kız öğrencilerimizin başarı oranı diğerlerinden daha düşüktür, zannetmiyorumki olsun. Bir şartlı refleks  yaklaşımı ile bunları aşağılamak, dışlamak veya şahsiyetlerini rencide edici tavırlarla bu çocuklarımızı, bu insanlarımızı itelemeye kimsenin hakkı yoktur. Şayet bu konuda yapılmış bir bilimsel araştırma varsa o başka, o zaman problemin köküne iner sebebini bulur çözümünü de makul yollarla yapar ve konuyu da kamuoyunda tartışıp gerekçeleriyle toplumu  aydınlatırsın. Halbuki bizde diğer sahalarda olduğu gibi böyle bir sosyolojik araştırmanın yapıldığını zannetmiyorum. Bu kısıtlayıcı, zorlayıcı ve dışlayıcı yaklaşımın temelinde böyle bir bilimsel çalışma olduğunu hiç sanmıyorum, bilim adamlarımız hesabına ne üzücü bir durum, ne şanssız bir yaklaşım.

Şimdi, ben kızımı, kız kardeşimi okutmak istiyor daha kültürlü ve yararlı bir insan olmasını temin etmek istiyor isem, devletimin bu tutumu ile bunu gerçekleştirmem zorlaşıyor. Ben bu durumda çeşitli yollara başvurabilirim. Birincisi, tahsilini yarıda bırakmak ki bu durum aklın yolu değil. İkincisi, eğitimini özel kurslar-yurtlar aracılığı ile sürdürmektir ki bunun da sakıncalarını görüyoruz. Üçüncüsü, eğitimini yurtdışında (İngiltere, Almanya, Amerika vs. ki oralarda insanları inançları ile ters düşecek zorlamaların olmadığını biliyoruz). teminini sağlamak, bu da büyük ekonomik imkanlar isteyen bir durum. Muhafazakar-dindar vatandaşların şimdiye kadar yaptığı şey biliyoruz ki kızlarını okutmamak olmuştur. Bundan da Türk devleti, toplum olarak her halde çok şey kaybetmiştir.

Belirli bir kesimin insanlarının kızlarının okutulmasına getirilen bu durum hak mıdır?  Adalet midir? Daha da ilerisi hür fikirle, hür düşünce ile demokrasi ile bağdaşır bir durum mudur? Diyeceksiniz ki başın örtülmesinin dini bir özelliği yok, öyle ise devletin bunca bilim adamları, araştırmacısı var, konu açık oturumlar, basın toplantıları, tebliğler ile açığa kavuşturulup toplum niye aydınlatılmaz. Başın örtülmesi hususu devletin yayın organlarında, ilmi platformlarında niçin tartışılmaz. Bunlar anlayamadığım, aklımın almadığı sorunlar. Acaba bazı gizli eller, art niyetli yer altı güçleri bizleri kendine alet mi ediyor? Devletim niye bunlara meydan veriyor.

Gelelim konunun diğer bir yönüne: kıyafet yönetmeliği denilen husus yalnız başörtüsü için mi geçerlidir? Devlet dairelerimizde maşallah frapan giyimli, havalı! olabilmek için makyajın aşırısına  kaçan o kadar çok bayan elemanlarımız varki!.. Devlet mademki ciddiyet, otorite istiyor nerede o zaman yönetmelikler, rafta!… Başın örtüsü ile ne kadar sade temiz giyinirsen giyin, ne kadar dürüst ve çalışkan olursan ol, o zaman yönetmelik sarı zarfta! (Sarı zarf: memuriyette, ilgiliye durumu ile ilgili hususlar sarı  renkteki bir zarf ile bildirilir). Sonra hizmetli, hastabakıcı, kapıcı isen mecburen başını örtersin, amenna iyi ama ben istiyorum ki toplumumuz için bir kültürel değer, inancımız yönünden bir emir olan başı örtülü insanlarımız mühendis, doktor, avukat,  yönetici niye olmasın. Yani inancını bu şekilde yaşamak isteyen insanın kızına-bacısına getirilen bu ayrıcalığın ne akılla, ne bilimle ne de çağdaşlıkla alakası olabilir. Ha Amerika da bazı hakları zencilere, Kızılderililere yasaklamanın yersizliği ve gülünçlüğü, ha Türkiye’mdeki inançlı insana getirilen bu durum, ne farkı var söylermisiniz? bunun savunulur yeri varmıdır bildirirmisiniz? Hayır yoktur, olamaz.

Gönül arzu eder ki milletimiz için daima aklıselimin yolu rehber olsun, bağnazlıklar, yobazlıklar son bulsun. Kurtuluşun, asra ulaşmasın, çağdaş olmanın yolunun bilimden, fenden, araştırmadan geçtiği bilindiği gibi kafalarımız da bunu uygular olsun.

Dinin, hele İslam dininin çağdaşlıkla çatışmaz bir din olduğu anlaşılsın, öğretilsin… Temel prensibinin ise insan sevgisi olduğunu, insanı sevmenin ise insanlığa hizmette de, çağdaşlıkta da, medeniyette de temel husus olduğu bilinsin.

Değerli Aydınlar Ocağı sitesinin okuyucuları, 20 yıl önce kaleme aldığım bu konu aynı çözümsüzlük, muhataplarının ilgisizlik ve çaresizliği içinde durmuyor mu?

Konuyu müteakip 2. ve 3. yazılarımla değerlendirmeyi sürdüreceğim.

Selam ve saygı ile.