Kavimden Millete

67

“Millet nedir?” konusunda birçok makale yazdım. Bunun üzerinde çok durdum. Yeri ve zamanı gelince yine duruyorum. Ve zaten durmak da lazım. Çünkü hayati bir mevzu.

Aynı konuda, çok güzel bir yazı kaleme almış sayın Ahmet Selim. Çok güzel, çok yerinde ve tam zamanında yazmış. “Millet” mefhum ve kavramını güzelce izah edip açıklamış. Somut misaller vermiş.

Zevkle okudum. Okuyucularımla paylaşmak istedim. Fikir ve görüşlerini sütunuma taşımaktan büyük haz aldım.

Sayın Ahmet Selim’in bu sözleri, bu misalleri ve özgün açıklamaları teksir edilerek çoğaltılsa yeridir. Tüm yurt sathına yayılsa ne güzel olur. Özellikle gençlerimiz, eğitim ortamında olanlar, keşke dikkatle okusalar. Onların bu çeşit yazıları okumaları, şüphesiz çok faydalıdır. Böylece “Millet” mefhumunu doğru bir şekilde kavramaları gerçekleşir.

Bu şekilde hem genç dimağların yanlış yönelimleri önlenmiş olur. Hem de onlara yanlış yön çizenlerin; kim bilir belki de kafaları dank ederek, akılları başlarına gelir. Gömüldükleri saplantılardan kurtulurlar. Milletin ne olduğunu doğru şekilde anlayıp algılarlar. Hem kendilerine hem gençlere, hem de millete, en büyük iyiliği yapmış olurlar.

Sayın Ahmet Selim, özetle diyor ki:

“Millet” kavramı, siyasi özellik ve iddia taşıyan bir kavramdır. “Toplum” ve “halk” öyle değildir. “Millet” farklıdır. Etnik olgu daha da ayrı bir konudur.

Babam, Rumeli (Kumanova) doğumluydu. Derdi ki: “Bir ihtida (müslüman olma) olayı vuku bulursa (olursa),’ Müslüman oldu.’ demezler,’ Türk oldu.’ derlerdi.”

Niçin böyle diyorlardı acaba? Osmanlı’nın siyasi, askeri varlığı bir yana, dini hüviyeti bile “Türk” kelimesiyle nasıl özdeşleştiriliyor? Babamın anlattığı seneler, 1915’ler 1920’ler…(Yani daha düne kadar durum bu merkezdeydi.)

Osmanlı, Türk kökenli olmayanlara, hatta Müslüman bile olmayanlara yöneticilik görevi verebilen bir gelenekten, bir birikimden geliyor. Böyle olduğu halde bu kavram ve bu tanım nasıl kök salmış, düşünmek lazım.

“Osmanlı geliyor.” değil, “Türkler geliyor.” deniliyor. Müslüman olana “Türk oldu.” deniliyor. Buradaki “Türk” kelimesi etnik ve ırki bir darlığa sığdırılabilir mi?

(Ya bizde kimi aydınların kendilerini Türk milletinden bir türlü sayamamalarına ne demeli? Oysa “Türk” kelimesi; tarih süreci içinde, Türk idaresi  ve kanadı altında hür ve serbest yaşamış ve yaşayan her kavmin ortak millet ismidir. – M.B.-)

Hem ki Rumeli’dekilerine yerli yersiz “Arnavut, Boşnak, Pomak” çok denilir. Evlad-ı Fatihan (yani buralardan oraya gidilmiş olması) gerçeği herkesin bilgisinde değildi.

Annem  “Arnavutuz adam!”  derdi gülerek. Babam  “Sen o kadar bilirsin!”  diye kızardı. “Ben Arnavutça kadar Sırpça’yı da, Bulgarca’yı da bilirim. Ama Osmanlı Türkçesi’nin okur yazarı ve gerçek konuşanıyım. Ruhum da, inancım da, hayatım da, onunla yoğrulmuş. (İşte “Millet” oluşun; doğuştan ziyade oluşa dayandığının somut örneği. -M. B.-) Aslen coğrafya harmanından da buna aykırı bir şey çıkmaz. Tarihi kitaplar biraz geç yazar…” Hep bu minval üzere (bu doğrultuda) konuşurdu.

X

Millet olmak hukuki ve sosyolojik anlamıyla, siyasi bir çerçevede, birleştirici bir tarih mayasının; bir topluluğa kimlik ve kişilik sahibi olabilme kıvamını kazandırmasıdır. Bunu ancak tarih yapar; toplum mühendisleri değil.

Tekrar vurgulayayım: Hukuki ve sosyolojik açıdan böyledir. Günlük dilde, avami söyleyişte,

çok farklı kullanımlar vardır. Ayrıca bunu anayasa hukuku (yahut siyaset bilimi) açısından bir

“siyasi cemiyet” biçimi ve merhalesi gibi de görenler olabilir. Fakat, hiçbir istihale ve gelişme bu muhtevanın özünü ve öz değerlerini yok etmez.

Tarihin süreçleri için, birkaç yıldan değil, asırlardan söz etmek gerekir. (İşte Türk milleti; yüz yıllar süren süreç içinde, Türklerin önderliğinde kavim ve kavimlerden, millet statüsüne yükselebilmiş bir oluşumdur. -M. B.-)

Kaldı ki ifade biçimleri ve yorum farklılaştırmaları, o süreci, kolay kolay etkileyemez. Öyle zannedilirse de, öyle değildir. Ne zorla olur, ne de biçimsellik oyunlarıyla.

(Ama ne yazık ki) özeleştiriyi bindiğimiz dalı kesme noktasına kadar vardırdık…”Bizim zaten geleneğimiz, tarih köklerimiz bozuktu” demeye gelen oryantalist telakkileri (düşünce ve anlayışları) baş tacı ettik.” (Ahmet Selim, “Tek Millet, Tek Devlet, Tek Bayrak” AKSİYON, 15 Ağustos 2005, s. 38 – 39)

X

Maalesef kimileri, millet oluştan vazgeçmeye doğru, geri adımlar atmaya kalkışıyor. Oluşu bir kenara bırakıyor, sırf doğuşa değer veriyor; “millet” oluşun kıymetini bilmiyor. Yok oluşa götürecek adımlar atmaya yelteniyor.

Oysa  “millet”  aynı doğuşta olanlarla, özellikle aynı oluşta olanların birlikteliğinden meydana gelen bir sentez, bir terkip; artık ayrılmaz, parçalanmaz bir bütündür. Asla mozaik değildir.

Bu, böyle biline! Ve yine biline ki, Türkiye ya 72 milyon olarak vardır…Ya da 72 milyon olarak yoktur. İnşallah 72 milyon; giderek artan nüfusuyla, var olmaya hep devam edecektir.

Kimse, bunun aksini düşünerek boş hayaller kurmasın!

Kimse, abuk sabuk düşüncelere kapılmasın!

Çünkü:

Bu asil milleti bölmeye, kimsenin gücü yetmez.
Zira: “Bir şem’a ki, Mevla yaka; üflemekle sönmez.”

 

Önceki İçerikKafa Karışıklığı Nereye Varacak?
Sonraki İçerikRauf Denktaş
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.