Katır ve
eşeklerin çok inatçı hayvanlar olduğuna dair yaygın
bir inanç vardır. Prof. Dr. Üstün Dökmen bu kanaatin bir önyargı
olduğunu, objektif ve bilimsel bilgiye aykırı bir görüş olduğunu anlatır.
Meğer katır ve
eşeklerin gözleri çok keskinmiş. 200 metre ileriyi net görebildiği için,
mesela bir yılan veya mayın gördüğünde, binicisini tehlikeden korumak için
olduğu yerde dururmuş. Ancak inatçılıkla suçlanıp dayak yermiş.
Ayrıca katır ve
eşeklerin hafızası da çok güçlü olduğu için daha önce bir tehlike yaşadığı
yerden, yıllar sonra bile geçerken o tehlikeyi hatırlayarak o yerden geçmek
istemezmiş. Ne kadar çekilse, itilse veya dövülse bile oradan geçirmek mümkün
olmazmış.
Şimdi bu bilgiyi
öğrendikten sonra, bu gözleri keskin, hafızası güçlü olup binicisini
tehlikelere karşı uyaran hayvanlara “inatçı” deyip suçlamak herhalde doğru
olmasa gerek.
****
“Denenmişi
denemek ahmaklıktır” diye bir atasözümüz var.
Bu sözün bir benzerini Albert
Einstein “Aynı şeyi tekrar tekrar yapıp her seferinde farklı sonuç
beklemek aptallıktır” şeklinde söylemişti.
Bu iki veciz sözden
şunları anlıyoruz: Bir konuda başarısız olduğu önceden denenmiş bir yöntemin
yeniden denenmesi akılsızlıktır. Aynı şekilde başarısızlığı, beceriksizliği
önceki denemelerle ortaya çıkan birine “bu defa başarır” diye
yeniden görev vermek, mantıklı ve doğru davranış değildir.
****
Bir de Temel fıkrası
anlatalım:
Temel ile
İdris sinemaya bir kovboy filmi seyretmek için gitmişler. Filmin bir
sahnesinde kovboy karşıda bulunan yaklaşık 2 metre yüksekliğinde bir duvarı atıyla
birlikte atlayarak geçmek istemektedir.
Temel “kovboy atıyla bu
duvarı geçer”, İdris ise “geçemez” der. Yüz lirasına iddialaşırlar. Film devam
eder, kovboy hızlanır, hızlanır duvarın önünde atını havalandırır fakat duvara
çarparak atıyla beraber yere düşer.
Temel “kardeşim iddiayı
sen kazandın ama sana bir şey itiraf edeceğim. Ben bu filmi daha önce beş defa
seyretmiştim” der.
İdris şaşkınlıkla, “yahu
Temel madem öyle niye benimle ‘duvarın üstünden atlayarak geçer’ diye iddiaya
girdin?” diye sormuş.
Temel, “ne bileyim bu defa
ders çıkarmış ve öğrenmiştir diye düşündüm” demiş.
*********************************
Merkez Bankasına
Söz Dinleyen Başkan
Bana bunları hatırlatan o
kadar çok şey var ki… İlk aklıma gelen Merkez Bankası Başkanlığının daha
doğrusu Cumhurbaşkanının faiz politikası.
Merkez Bankası Başkanları
artık bağımsız değiller. Yukarıdan gelen işarete uygun davranmadığında hemen
görevden alınıyor. Kim gelirse gelsin, Cumhurbaşkanı’nın “Faiz enflasyonun
sebebidir” teorisine göre davranmak zorunda.
Bu teoriye inanan bir tek
bağımsız ekonomist yok. Sırf bu teoriyi ispatlamak için yapılan deneme yüzünden
Hazinemizin 128 Milyar doları çarçur oldu. Ama şimdi denenmiş olan
yöntem yeniden denenecek.
Tecrübelerden ders
çıkarmadıkları gibi, ileriyi de görmüyorlar. Önceki tecrübeleri bilen, uzağı
iyi gören ve tehlikelere karşı uyaran uzman bürokratları “inatçı” bulup,
“söz dinlemiyor” diye görevden alıyorlar.
“Söz dinleyen başkan ve
üyelerle” aynı şeyleri yaparak başarılı olacaklarını sanıyorlar.
Biz bu filmi
ve bu sahneyi defalarca gördük. Ama yine de
“bu defa başarılı olabilirler” demek mantıklı olabilir mi?
Temel’in iyi niyeti ve
kovboyun aklına, yeteneğine safça güvenmesi beklediği sonucu almasına yetmezdi,
yetmeyecektir.
Merkez Bankası Başkanına
talimat veren, “ben ekonomistim” diyen Cumhurbaşkanı’na safça güvenen
vatandaşlarımızın beklentisi yine olmayacak. Fakat zararını bu defa da bütün
vatandaşlar çekecek. Enflasyon, kurlar ve hayat pahalılığı kontrol
edilemeyecek. Türkiye küçülmeye, insanlarımız fakirleşmeye devam edecek.
*********************************
Cumhurbaşkanlığı
Sistemi Çok Başarısız
Daha Cumhuriyet ilan
edilmemişti. 1923 Eylül’ünde Atatürk, Lazar isimli bir yabancı gazeteciye
mülakat vermiş, “Biz Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve sorumlu Bakanları olan bir
Cumhuriyet olacağız” demişti.
Türk Anayasası’nın ilk
maddesinin “Egemenlik, kayıtsız, şartsız milletindir. Yönetim tarzı,
milletin geleceğini bizzat kendisi ve gerçekten belirlemesi ilkesine dayanır” şeklinde
olacağını bildirmişti.
Ancak Osmanlı’nın çöküşüne
giden olaylar, savaşlar sonrasında Millî Mücadele TBMM’nin yönetiminde “kuvvetler
birliği” ilkesiyle yapılmıştı. İç ve dış şartlar (Avrupa’nın bile çoğunda
demokrasi yoktu.) Cumhuriyetimizin de “kuvvetler birliği” ile kurulmasını
gerekli kıldı.
Cumhuriyetimiz yaşanan
onca tecrübeden sonra “kuvvetler ayrılığı” ilkesi ile yani “demokrasi”
ile taçlanmakta iken CB Sistemine geçtik.
Şimdi, Atatürk’ü “tek
adamlıkla, diktatörlükle” suçlayan siyasal İslamcılar gerçek bir “tek
adam yönetiminin” ne olduğunu gösterdiler.
****
“Demokratik hükûmet sistemlerinde egemenliğin sahibi halktır. Buna göre siyasi sorumluluk da doğrudan halka veya halkın temsilcileri olan seçilmiş meclislere karşı
olmalıdır.”
Cumhurbaşkanlığı
Sistemi 2017 referandumu ile kabul edildi ve 9
Temmuz 2018 tarihinden itibaren uygulanmaya başladı. Bu yeni sistemle CB tek
başına yürütme erkini kullanmaktadır.
Bakanlar
Kurulu kaldırılmıştır. Başbakanı olmayan bu
sistemde, Bakan adı verilen atanmış sekreterlerin halka ve TBMM’ne karşı
siyasi sorumluluğu yoktur. Bu yüzden Bakanlar Meclis’ten ve halktan
kopuklar.
Yeni sistemde TBMM
işlevsizdir.
Özetle, bir
kişiyi CB seçtik, geride kalan herkesi ve her şeyi O belirliyor.
****
Üç yılı aşan
tecrübe ile gördük ki, ekonomiden dış politikaya,
eğitimden güvenliğe, tarımdan sanayiye, adaletten hak ve özgürlüklere kadar her
şey eskisinden çok daha kötü.
Geçmişin tecrübesi, akıl
ve bilimin rehberliği ile hatalardan ders çıkarmak zorundayız.
Başarısızlığı kesinleşmiş sistem
ve şahısları tekrar tekrar denemek ahmaklığından kurtulmamız şart.