Kardeşlik Hukuku ve Kur’an (9)

79

     Nitekim geceleyin
kendisini kontrol eden subayına bile asker “Dur kimdir o?” diye seslenir.
Yaklaşmasını yasaklar. Subay durmak zorunda kalır. Ancak parolayı, o da doğru
söylediği takdirde nöbetçi erin yanına gelebilir. Aksi halde, asker parolayı
bilmediği için, yaklaşmak isteyen herkesi, kim olursa olsun ateş açıp
öldürebilir. Asker bu hareketinden dolayı asla sorumlu tutulmaz.

     Aynen bunun gibi, dünya da Allah’ın bir
ordugâhıdır. Bütün mahlûkat Allah’ın askeridir. İnsan da subay hükmündedir.
Askerlerin subaylarına itaat etmeleri lâzım geldiği, bütün erata
bildirilmiştir. Er her yerde, subayın emir ve komutasına girmeye kendini mecbur
ve yükümlü bilecektir.

     Fakat buyruğa
girmesinin, emre uymasının tek bir şartı vardır. Subay subay olduğunu göstermek
şartıyla. Yani subay, kimliğini ortaya koyabilmelidir. Bu da, resmî
üniformasını giyip kuşanmış olmasıyla sağlanır. Asker tarafından subay olduğu
bilinmeyen, sivil giyinmiş bir subayın emrine itaat edilmez.

     Aynen bunun gibi,
insanın “Bismillah” lâfzını; her zaman her yerde kullanması, onun kimliğinin
nişanesidir. Diğer mahlûkata karşı üstünlüğünün belirtisidir. Âdeta, diğer mahlûkata
karşı kimliğini anlatan paroladır.

     Sanki diğer
yaratılmışlardan kendisini ayıran resmî elbisesidir. Bu elbise, bu parolayla;
insan emniyetle her yere girip çıkabilir. Ancak bu bildiriş, bu görünüş ona,
bütün mahlûkatın saygı duymasını temin eder / sağlar.

     İnsan, ancak bu
üniforma, yani “Bismillah” parolası ile hürriyetini eline almış olur.
“Bismillah” bir intisap / bir bağlanıştır demiştik. “Bismillah”, Allah’a bağlı
oluşun resmidir. “Bismillah” Allah’a mensup oluşumuzun dile getirilmesidir
tarzında ifadeler kullanmıştık.

     Bütün bunlar, tüm
varlıklara karşı, Allah katındaki yerimizi göstermek içindir.

     Bütün bunlar,
Allah yanındaki değerimizi belirtmek 
içindir.

     Bütün bunlar,
Allah adına hareket ettiğimizi,

     Bütün bunlar,
O’nun adına varlıklar üstünde tasarruf hakkımız olduğunu duyurmak içindir.

     Çünkü insan
yeryüzünün halifesidir.

     Çünkü insanı bu
makama, bizzat Yüce Allah seçmiş ve lâyık görmüştür.

     Çünkü insan
yeryüzünde Allah’ın vekili hükmündedir.

     Çünkü vekil, hukuken asıl gibidir.

     Allahü Teâlâ demek
istiyor ki:

     “Ey bütün varlık
âlemi! Ben tümünüzü insan için yarattım. İnsanı ise kendim için var ettim.
Öyleyse bana itaat ettiğiniz gibi, ona da itaat edeceksiniz. İnsana itaat, bana
itaat demektir. Hadi bakalım, göreyim sizi. Emirlerimi nasıl yerine
getireceksiniz? Fakat bir şartla, insana itaat edeceksiniz. Yeryüzünün halifesi
olduğunun belgesi niteliğinde olan “Bismillah’ sözcüğünü söylediği, ‘Bismillah’
lâfzını sarfettiği; benim mülkümde, benim sahipliğinde, benim adımı anarak bir
işe kalkıştığı; kısaca, çizdiğim çerçevede bulunduğu sürece. Ey bütün varlık
âlemi, insan denen kuluma itaatla mükellef ve yükümlüsünüz.”

     Fakat,
sarfedilecek sözün aynı olması yetmiyor. Dudak farkının da aradan kalkması icab
ediyor.

     “Bismillah”
sözünü, Papağan değil İnsan dudağı ile telâffuz etmek / zikretmek / söylemek
lâzım.

     Tam bir dirayet,
tam bir irade ile kimin kuluna karşı, kimin kulu olduğumuzu ispat etmek.

     Mahlûkatın itaat
etmesi gereken kul olduğumuzu gösterebilmek.

     Kısaca hodri
meydan diyebilmek.

     Velhasıl
“Bismillah” Allah’a bağlı oluşumuzun bilincinde olmaktır. Bu ise hürriyetimizin
elimize  verilmesiyle eş anlamlıdır.
Tuhaf değil mi? Hem bağlıyız, hem hür, bu olacak şey mi? Bu nasıl iş derseniz;
burada biraz duralım. Çünkü işin içinde bir incelik var. Daha doğrusu işin püf
noktası burada.  

     Bu âdeta “Kısasta
hayat vardır.” (Bakara: 179) mealindeki âyeti anımsatıyor. Ne demek istiyor
âyet? “Öldüren öldürülür!” Peki nerede kaldı hayat? Biraz düşünecek olursak,
gerçekten kısastan hayat fışkırıyor. Bu çok enteresan bir âyet. Sözünde ölüm,
anlamında hayat var. Neden derseniz? Öldürmeye kalkışan öldürüleceğini bilirse,
öldürmekten vazgeçer / cayar. Böylece, hem öldüreceği kişi hayata kavuşmuş, hem
de kendi hayatını kısastan kurtarmış olur.

     Ben işte bir taşla
iki kuş vurmak diye buna derim dostlar! Âyet sözde ölümden bahsediyor; sonuçta
hayat kurtarıyor. Âyet bu üslûbla, caydırıcı bir rol oynuyor.

     Aynen bunun gibi,
“Bismillah” sözüyle Allah’a bağlanırken, O’nun emri altına güle oynaya girmeyi
cânımıza minnet bilirken, aslında bizler hürriyet andı içmiş oluyoruz. “Artık
hürsünüz” müjdesini almış bulunuyoruz. “Artık serbestsiniz.” buyruğuyla
karşılaşıyoruz. Nasıl mı? 

     İnsan için başka
mülk yok ki, oraya gitsin. İnsan için başka sığınak yok ki, ona sığınsın. İnsan
için başka Tanrı yok ki, ondan yardım istesin. Öyleyse mülk sahibinin
yarattıklarından, mülk sahibine teslim olup kurtulalım. Yani “Bismillah” deyip,
kulluğumuzu gösterelim. “Bismillah” deyip, hür olalım. “Bismillah” deyip,
sultan olalım.

     Çünkü Padişahın
elinden tuttuğu kimseye, onun mülkünde, onun adamları içinde; ona yan bakan
çıkmaz. Çünkü kul olan hürdür. Bahçıvanın, sarayın adamı olmasından dolayı,
saray bahçesinde hür ve serbest olması gibi.

     Demek ki
bağlanmak, hür olmanın ta kendisi.

     Demek ki görünüşte
hür olmak, aslında esaretin ta kendisi.

     Çünkü istendiği
gibi hareket ettirmezler, istenileni yaptırmazlar. İstenileni söyletmezler.

     Demek ki,
görünüşte kayıt kuyut altında bulunmak, aslında hür oluşun ta kendisidir.

     Çünkü Hakk’a kul
olan, halka sultan olur. Yani Hakk’a uyana, herkes uyar.

     Çünkü Hakk’a uyana
uyulması, mahlûkata emredilmiştir.

 

Önceki İçerikBoğaziçi Oldu Nahoş
Sonraki İçerikTürkiye’nin Günlük Burç Yorumu
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.