Dışarıda kar yağıyor iki gündür; hem de beyaz. Lapa lapa, hem de dingin. Kuşlar, son uçuşlarını yaptı, görünmüyorlar artık. Sincap da uğramıyor bahçemize, kim bilir hangi kuytuda sessiz?
Birkaç çocuk, beyaz iklimi teneffüs ederek dünyanın en masum toplarını attı birbirine sabahın erken saatinde. Altı kişiydiler; üçü kız, üçü erkek. Bay Nun da içinde hiç ölmeyen çocuğun canlanmasıyla, onların heyecanına ortak oldu sıcak odasından. Siz Bay N deyin isterseniz, ben Nadim diyeyim yaşlı çocuğun adına.
Eğlenceli savaş bitince kardan adam yapmaya gelmişti sıra. Yuvarladılar, bir şeye benzemedi kar kütlesi. Üç kız, “Kardan kız, bu.” dedi. Üç erkek itiraz etti: “Madem kardan adam yapıyoruz, erkek olsun.” Anlaşamadılar. “En iyisi cinsiyetsiz olsun.” dediler.
Bay Nadim, açtı camı, seslendi çocuklara: “Ne yaparsanız yapın, sakın cinsiyetsiz olmasın. Cinsiyetsizlik, fıtratı zorlamaktır, varlığa haksızlıktır.” dedi. Bu söz, dikkatini çekti çocukların. Ne demekti cinsiyetsizlik? Niteliksizlik demekti. Yaşı fazla olan ikisi, kahkaha attı bu lafa. Cinsiyetsizliğin argosunu söyledi. Yüzü kızardı küçük kız ve erkeklerin. Kızlardan biri daha zeki çıktı. “Ben kız olmasını istemiyorum; kızlar öyle ortalık yerde dolaşmaz, onun bunun oyuncağı olmaz. Madem yaptığımız kardan adam, erkek olsun.” dedi. İş, tatlıya bağlandı.
Nadim Bey, duygudaş olmuştu çocuklarla. “Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Elbette ki ahiret yurdu Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?” İlahi buyruğu zonkladı beyninde.
Evlerden çatal, kaşık, bıçak getirildi, fazlalıklar kazındı; gövdesi ve kolları meydana çıktı kardan adamın. Bir leğen bulundu, harika bir şapkaya sahipti artık kardan adam. Burun için havuç, göz için kömür tedarik edildi. İçlerinden biri de dedesinin protez dişlerini getirmişti. Kaşlar çizildi. “Güç bende.” diyen bir delikanlı çıktı ortaya. Ceketin düğmeleri için ağaç dalları ve yaprakları en doğal malzemeydi. Görenlerin beğenisini kazanacak, hatıralarına konu olacak mükemmel bir kardan adam ete kemiğe bürünmüştü.
Çocuklar, etrafında döndüler, ona kartopu attılar, kardan adamla fotoğraf çekinip eğlendiler. Mahallenin oyun ve eğlence odağı olmanın gururunu duydu kardan adam.
Nadim Bey, dışarıdaki her aksiyona tebessüm ediyordu. İçindeki çocuğu bastıramıyor; ancak ayakları gitmiyordu. Bağdat sokaklarında, sıcak yaz gününde “Bütün sermayesi eriyen bu adamdan buz alan yok mu?” diyerek satış yapan biçareyi görünce saçını başını yolan Cüneyd-i Bağdadi’yi hatırladı.
Hani adamın biri, sıcakta buz satıyormuş. Kızgın güneş, aynı zamanda buzu eritiyormuş. Adamın çaresizliğini gören Bağdadi, kendine bu manzaradan ders çıkarmış. “Buz gibi eriyen zaman sermayemizi saniye saniye tükettiğimizin farkında değiliz.” diye dövünmeye başlamış.
Vakit, öğle olmuştu. Güneş, tepeden yüzünü göstermiş, gün sonu ayrılığına hazırlanıyordu. Kardan adamın boyu kısalmış, kamburu çıkmış, yüz hatları bozulmuştu, şapkası, en fiyakalı haliyle “Ben buradayım.” diyordu. Gözlerden biri kör olmuş, burnu sarkmış, kulakları düşmüştü. Ne oluyordu böyle? Bunca emek, bunca ümit boşa mı gidecekti?
Bay N, açtı perdeyi, içi cız etti. Yerde renkli bir bulaşık leğeni, birkaç odun parçası ve ayak izleri. O yaşadı, sekiz saat, ben yaşadım altmış sekiz yıl. Yıl ve saat… Sonuç aynı.
Nadim Bey, İsmiyle müsemma bir iklimde buldu kendisini. Telafisi mümkün olmayan “pişmanlık”tı onu kuşatan atmosferin adı. Kitap’ı açmış, Mü’ninun suresi 113, 114, 115. ayetlerle karşılaşmıştı. Sanki şimşek gözünde çakmış, güneş bedenini yakmış, buz dağları beynini dondurmuştu:
“Onlar da bir gün veya bir günden daha az bir süre kaldık; istersen sayanlara sor.” diye cevap verecekler. Allah şöyle buyuracak: “Doğrusu siz, çok az bir süre kaldınız. Keşke bunu vaktiyle bilseydiniz! Allah (CC): “Yoksa bizim sizi boşuna yarattığımızı, sonunda bizim huzurumuza geri döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” diyecek.
Kardan adamın ömür sermayesi karanlığa kavuştu. Nadim Bey, şimdilik ayakta, huzura geri döndürülmeyeceğini sananlardan olmamanın hafifliği içinde. Karanlığın perdesi açılmadan…