Kapitalizm: Dünyada

130

Kapitalizm; atmosferimizi,
topraklarımızı, denizlerimizi, göllerimizi, akarsularımızı, yer altı sularımızı
kirleten, hülasa gezegenimizi mahveden, serseri aklın egemenliğindeki, sosyal
ekonomik bir insanlık konağı.

Kutsal “bırakınız yapsınlar,
bırakınız geçsinler” ayeti doğrultusunda, belki de fizibil olmayan bir yatırım
sonucu,

ya da fizibil bile olsa,
borsa oyunlarının sonucu, kurdukları üretim fabrikaları, doğayı kirletip,
geride bir enkaz bırakarak batabilir.

Kutsal ayetleri gereği, hür
teşebbüse dur denilemez. Ona dur, buna dur, kapitalist gelişme ne olacak o
zaman.

Uludağ İhracatçı Birlikleri,
Genel Sekreterliği AR-Ge Müdürlüğü tarafından hazırlanmış olan,

“Otomotiv Sektörü Açısından,
ABD Ülke Raporu” ndan bulabildiğim rakamlarla başka bir örnek vereyim.

ABD’nin 2021 Otomobil
ithalatı: 283 milyar USD. Orta sınıf ABD vatandaşları, Avrupa, Asya malı küçük
arabaları tercih ediyorlar herhalde.

ABD’nin 2021 Otomobil İhracatı:
54 milyar USD. Avrupalı, Ortadoğulu para babaları da, saltanat kayığı
kıvamında, lüks Amerikan arabalarını arzu ediyorlar diyebiliriz.

Bunlara şunu önersek:  Kardeşim, Avrupa, Asya malı, büyük, lüks
arabalar da var neyine yetmiyor.

Bu, 54 milyar USD tutarında binlerce
otomobil, bir yılda bir sürü konteyner gemisi ile Okyanusları aşarak, size
ulaşabiliyor. Bu gemilerin yaktığı yakıta, yazık, günah, değil mi. Haşa, bunu diyemeyiz.”
Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler”, kutsal ayetine göre, günah işlemiş
oluruz.

Irak işgali zamanında
rastladığım,  Birleşmiş Milletler, Gıda ve
Tarım Örgütü FAO nun beyan rakama göre,

(o zamanlar) 60 milyar
dolarlık bir yatırımla, ıslah edilerek ve sulanarak, ekilebilir araziler, dünya
ölçeğinde,

iki katına çıkıyor ve açlık
sorunu bitiyordu.

Hâlbuki yine o zamanlar, ABD
Silah ticaret hacmi Bir Trilyon USD idi. Bir de tüm dünyayı düşünün.

Savaş olmasın, silah
imalatçıları ve tüccarları, para kazanamasın, diyebilir miyiz, haşa, günah
işleriz..

Ortopedi uzmanı Dr. bir
arkadaşım yıllar önce, ABD de kanser tedavisi gören yengesi ve ona refakat eden
abisine destek olmak için ABD ye ziyarete gidip döndükten sonra, biz bir grup
İzmir Atatürk Liselinin geleneksel sofrasında bize şunları demişti.

“ABD de kanseri yok etmek
için para harcamıyorlar, ilaç şirketleri, kanserle mücadele etmek için para
harcıyor.

 ABD vatandaşlarının restoranlarda bıraktıkları
artık yemeklerle, insanlığın büyük bir kısmının açlık sorunu kalmaz.”

Ne diyelim. Bütün renkler
hızla kirleniyordu. En birinci ABD.

Kapitalizmi, kapitalistler
şahsında değil de bir insanlık durumu olarak ele almak, daha doğru olur
kanımca.

İnsanoğlu, bu konağa nasıl
geçmiş, bu çok ayrı ve derin bir konu.

Engels, “Ailenin Özel
Mülkiyetin Devletin Kökeni” adlı yapıtında, buna bir açıklama getirmeye
çalışmış.

Kök neden ne acaba. İrlandalı
düşünür ve yazar T.S Eliot’un bir deyişi var. “Gerçeğin fazlasına kimse
dayanamaz.

Gerçeğin fazlasına dayanarak,
dile getiriyorum. Bence kök neden:. Eşrefi mahlûkat falan değiliz. Hayvanlardan
farklı olarak, aklımızın evrimleşmesine paralel, egomuzun da aşırı büyüyüp
şiştiği, açgözlü bir canavarız.

10.05.2019, tarihinde KAO da
yayınlanan “ Soykırım Katliam Savaş.” başlıklı denememde şunları demişim:

“Diğer canlıların kendi
türlerine yapmadığı şekilde, insanların birbirlerini kitleler halinde
öldürmelerini akıllarına sığdırmaları ve bunun, akılda normalleşmesi,
evrimleşmiş, akıllı ama doğal bir canlı olmaktan çıkıp akıllarının başka bir
evrime sürüklenmesi, insan olmaktan çıkıp, geriye doğru artık başka bir canlıya
da değil, artık doğa dışı başka bir yaratığa dönüşmesidir. İnsanın
kirlenmesinin doruk noktasıdır.

Artık bundan sonra bütün
kirlilikler meşrulaşır ve hafif kalır. Savaşta insan haklarından bahsedilemez
bile”

Çok yakınlarda, sosyal
medyada bir video dolaşıyordu. İki erkek aslan, biraz uzakta bekleyen bir dişi
aslana, kendi

genlerini aktarmak için,
öldürücü bir dövüşten ziyade, birbirlerine elense çekiyor, bir müddet sonra,
erkek aslanlardan biri mücadeleden vazgeçip, sırtını dönüp gidiyordu Kazanan
erkek aslan, kazandığı dişisine doğru giderken, pes edip oradan uzaklaşan
rakibinin peşinden, bakmıyordu bile. Ne kin, ne düşmanlık, ne de, sen benim
dişime nasıl göz koyarsın gibisinden, insanoğlunun kadim erkeklik sorununun
eseri, bir dayılanma duygusu.

Bir erkek aslan gibi, değiliz
artık. Değiştik, dönüştük, bozulduk.

Bir insanlık felaketi olarak,
kapitalizm hakkında söylenecekler tabi ki bu kadarcık olamaz.

Ancak şimdilik burada
keselim. Gelelim, kapitalizmin büyüyüp şişmesine.

Kapitalistlerin servet
birikiminin temelinde, ahlaki meşruiyet aramamız mümkün ve doğru değil bence.

Yunus Emre şöyle demiş, bence
güzel söylemiş: “Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi”

Belki otuz yıldan fazla bir
zaman önce, henüz siyah beyaz TV döneminde, “Kaptan Onedin” diye,

BBC yapımı bir dizi
yayınlanmıştı. Kaptan Onedin’in ataları korsan. Onedin döneminde, korsanlıktan
elde edilen ganimetlerle, meşru bir deniz ticaret filosu kuruluyor. Bu kez
korsanlarla savaşıyorlar. Sonra Onedin, bir yelkenli gemi tersanesi kuruyor, daha
sonraki gelişme, buharlı gemi tersanesi ve modern sanayi kapitalizmine geçiş.

ABD de, sermaye birikimine,
içki ve uyuşturucu madde ve silah kaçakçılığı yapan mafya, büyük katkı sağlamıştı.

Baba dizisinde gördüğümüz
gibi, baba ailesi, sonunda, meşru kazanca yöneldi, bunu halen yapamamış mafya
ile savaşa girdi. Ülke genelinde, eski mafya, yeni meşru kapitalistler; halen
mafya olarak devam eden çeteler tarafından, haraç, kirli işler istenmesi vb
şeklinde taciz edilince ve bu durumla kendileri baş edemeyince, ABD
yönetiminden bu faal mafyanın kökünü kazımasını istediler. ABD Kapitalizminde
modernleşme olacak bu değişim için,

John Kennedy ve kardeşi adalet
bakanı Bob Kennedy, düğmeye bastı. “Organize Suçlar Yasası” nı çıkarıp,

mafya ile mücadeleye
başladılar. Bir teze göre, kardeş Kennedy ler, bu yasa nedeniyle öldürüldü.

Bütün gelişmiş kapitalist
ülkelerin sermaye birikimi, sömürgelerindeki kıymetli madenleri yağmalaması ile
sağlanmıştı. Bu arada aynı madenlerde çalışan yerlileri hunharca
çalıştırıyorlar ve topluca ölümüne neden oluyorlardı. Aynen şimdi Nike, Adidas
gibi markaların, Güney Asya ülkelerinde kurdukları fabrikalarda o ülkenin yerli
çocuklarını boğaz tokluğuna çalıştırmaları gibi.

 

TÜRKİYE’mizde

Türkiye’mizde sermaye
birikimi, müteşebbis ruhların ve sermayenin, devlet eliyle desteklenmesi ile başladı.

Vehbi Koç’un devletten aldığı
ilk iş, yeni inşa edilen ilk meclisin çatısına, kiremit döşemek olmuştu. Ve
hemen sonra Numune Hastahanesi nin  inşaat işini almıştı. Koç Grubunun
büyümesine baktığımızda, dünya örneklerine göre, en masumu diyebiliriz. Yine de
dünya ölçeğinde, kötü ve yerli örneklerle karşılaştırdığımda, hakkını şöyle
teslim etmem, boynumun borcudur. KOÇ Grubunun; yaptığı, modern milli teknolojik
yatırımlarla (Türk Demir Döküm, Asil Çelik) 
memleketimiz ulusal sanayine katkı yaptığını düşünüyorum.

Demokrat Parti ve özellikle
Adalet Partisi dönemlerinde, kalkınma ve istihdam yolu olarak Kamu ekonomisi
ile yatırımlar ve Özel Sektöre alabildiğine teşvik önemdeydi.Ancak batı
kapitalizmi ölçeğine ve artan nüfusumuza göre, çok daha fazla sermayeye ve
kapitaliste ihtiyaç vardı. Kuponla, ikramiye ile sermaye dağıtılacak değildi,
tabi ki.

1985 te başlayan hayali
ihracatla,

Hemen sonra, Banka
hortumlamaları ile,

Yerli mafyanın edindiği
sermaye ile sermaye büyüdü genişledi.

Eski yerli mafya ailelerinin
tamamına yakınının, kurduğu şirketlerle, ticaret ve sanayi ile uğraştıkları
bilinmektedir.

AKP döneminde ise MÜSİAD
eliyle, yeni güçlü sermaye ve kapitalizm, başka bir doğrultuda şekillendi ve büyüdü.

Önce Büyük Ata’mızı minnet ve
şükranla anarak şunu dile getirerek devam etmek isterim.

Cumhuriyet ve Aydınlanma devrimimizin
olağan üstü güçlü rüzgârı, tüm engellemelere karşın yetiştirdiği yaratıcı,
üretici kadrolarla, binlerce üretim kalemini işlemeyi başarıp, tarım ve ticaret
toplumundan çıkarak modern sanayi toplumunun eşiğinden içeri girmemizi
sağlamıştır. Milli gelirimiz bu binlerce üretim kaleminden oluşmaktadır. Modern
sanayi, topluma kendi rasyonalitesini dayatır deyip bu önermemi şöyle açayım.

Herhalde anmamı istedi. Çocukluk
arkadaşım, biricik dostum, kardeşim, emekli Deniz Teğmeni, Uzak Yol Kaptanı rahmetli
Mehmet Sağcan, bir gün bana şöyle demişti: “Levent, okyanus aşırı bir gemi,
şeriatla yönetilemez”

2012-2013 yıllarında,
Kayseri’de mutfak fırınları üreten, yaklaşık dokuz yüz kişinin çalıştığı,
ihracat yapan, Kayseri Organize Sanayi Bölgesinde kurulu bir firmada, üst
yöneticilik yapmıştım.

Bir gün Preshane 1
fabrikasında, bir iş kazası olduğu haberini telefonla alınca, koşar adım fabrikaya
gittiğimde, gördüm ki, bir ambulansının benden önce kaza mahalline gelmişti. Bir
iki dakika içinde de, bir polis arabası geldi ve olayın bir iş kazası mı, bir
saldırı mı olduğunu, hemen soruşturmaya başladı.

Yönetimim sırasında, Kalite
Güvencesini sağlamak üzere bir ISO9000 firmasıyla anlaşma yaptık ve birlikte
çalışmalara başladık. Yine paralelinde bir Yalın Üretim firması ile verimliliği
sağlamak üzere, anlaşma yaptık ve birlikte çalışmaya başladık. Yani üretim; bilimin,
yani emanetin ehlinde, şekillenmeye doğru gidiyordu.

Bunları istersen yapma, o
zaman ihracat ta yapamazsın.

Yani demem odur ki, büyüyen MÜSİAD
sermayesi de, orta uzun vadede, TÜBİTAK ve Üniversitelerin Liyakatlı kadrolar
tarafından yönetilmesini, Orta Gelir tuzağından çıkabilmek için gerekli,
hukukun üstünlüğünü, şeffaf mali yönetimi, pekâlâ isteyecektir sonunda, el
mecbur.

Ama bu, çok geçmeden, ülkemiz
daha fazla kan kaybetmeden istense, ne kadar güzel olur.

İyi de, bu arada işçi ve
emekçilerin durumları ne olacak. Şöyle bir açıklama yapayım.

Bu gün Anadolu’ da, dinci
(dindar değil) sermaye sanayi fabrikalarında emekçiler, Allah kitap adına,
neredeyse bedava çalıştırılmaktadır. Ben bunu gözlerimle gördüm. İzmir’de tanıdığım
böyle bir girişimciye, işçilerini, aşırı sömürüyle, çok ucuza ve deyim yerinde
ise, işçilerin sefaleti içinde, niye çalıştırdığını sormuştum. Bana yanıt
olarak,  benim çabamla da, şunları
ağzından almıştım. Kendisi, Allah’ın girişimci olarak seçtiği özel bir kulu idi,
işçiler de ona hizmet etmek üzere seçilmiş sıradan kullar idi. Yine bir iş için
ziyaret ettiğim, Denizli de kurulu, şeriatçı bir sermayenin fabrikasında,
bekleme salonundaki bazı broşürlere bakarken, yukarıdaki mealde ve işçilerin
kendilerine dua ederek çalışmaları ve kendilerinin başka hak aramamaları gerektiğinin
anlatıldığı vahşi kapitalist önermeleri dehşetle okumuştum.  Halbuki Ahi Evran düşüncesini üreten
İslamiyet böyle demiyordu bence.

Bunları; 10.06.2019 tarihinde,
 KAO da yayınlanmış olan,  “İslamiyet ve Ateizm Üzerine Düşüncelerim” başlıklı
denememde yaklaşık olarak, özetle şöyle dile getirmiştim.

“Hristiyanlıkta her doğan
bebe, İsa’nın ölümünde pay sahibi olarak, günahkâr doğar. Yaşamı boyunca
tanrıya ibadet ederek bu günahlarından arınmak çabası içinde olur. Bu inanç,
vahşi kapitalizmin, çok da işine gelmektedir. Bu inanca göre işçiler,  ahlaken kaytarmaya, üretmemeye eğilimlidir.
Bunlar ancak işten çıkarma sopası ve tehdidi altında çalışırlar, “bu
günahkârlara üç kuruş para, çok bile” denmektedir.

Hâlbuki İslamiyet’te her
doğan bebe bir melek olarak doğmaktadır. Sonradan günah işlerse, günaha
girmektedir.

Bu da Ahi Evran felsefesine
yakışır bir düşüncedir.

Bu da, MÜSİAD’a tarafımca
sorulan bir sorumdur.

Dinci, (dindar değil) sermaye
tarafından, işçilerin aşırı sömürülmesi karşısında, ne yapacaksınız.

İşçilerin sendikal
örgütlenmesi karşısında ne düşünüyorsunuz.

Batı Avrupa Sanayi tarihine
bakın, sanayi en çok işçi hakkının alındığı yıllarda zirveye ulaşmıştır. İşçi
hakları mücadeleleri, yaptığı basınç ile sanayicileri, verimlilik ve teknolojik
çözümlere yönelterek,  sanayinin düzeyini
hep yükseltmiştir. Aşırı emek sömürüsü ile ne sanayi, ne de ülke gelişir.

O zaman, size pekâlâ “bırakınız
yapsınlar bırakınız geçsinler “diyelim ama.

İşçilere de” bırakınız,
haklarını arasınlar” diyelim.