Kapitalist Modernite

101

Çoğumuzun “Kahrolası Kapitalizm” nereden çıktın, sen yokken herşey güzelmiş dediği kapitalizm, aslında doğallığıyla gelişen tarihsel bir süreçtir.

1789 Fransız Devrimi’ne gelene kadar olan süreç öncesi de “Aydınlanma Çağı”(Rönesans) olarak anılır.

Pekiyi neydi dünyada değişenler de; “Kapitalist Modernite” denilen bir döneme girildi?

Kapitalizm denince; Türkiye’de köşe yazıları genellikle “anti” tavır üzerine yazılır.

Oysa, tarihsel sürecin neden dünyayı buraya getirdiği pek sorgulanmaz.

Pek sorgulanması da istenmez, geri kalmışlığı açıklama adına gizli bir düşmandan beslenmek varken, ne gerek var ki!

Batıda monarşik yönetimlerin yaşandığı bir çağda krallar(babadan oğula soy geçişi) , aristokratlar(yerleşik, geniş arazi sahibi soylular) , rahipler(din soyluları)  sisteme hakimken; o dönem orta sınıf olan burjuvazinin(kentli yerleşik soylular) yükselişi ile tüm mevcut sistemler çatırdamaya başlıyor.

Bu duruma gelinirken; rönesans dönemi fikir adamlarının müthiş fikirlerini ve katkılarını unutmayalım.

İngiltere’de başlayan makineleşme yani sanayi devrimi Avrupaya’da sıçrıyor, güncel ve dinamik “Burjuva Sınıfı” oluşuyor ve gün geçtikçe güçleniyor.

Burjuva sınıfının yeniliklere adapte, son derece dinamik, değişimci oluşunun gerisinde zamanının aydın fikir adamları tarafından da beslenen birikimli yapısı yatıyor.

1789 yılına gelindiğin de, sadece Fransa’da herşey değişmiş olmayacaktı, tüm dünya yeni bir döneme girmiş oluyordu.

Kapitalist modernite “ulus devletler”in doğuşu ile başlar.

Toprağa bağlı feodal düzenin köleleri “SERFLER” ve yüce krallara ve rahiplere biat eden “SEFİLLER” kavramlarının yerini “MİLLET” kavramı almıştı.

Kralın sülalesinin toprakları, aristokrasinin(soylu aileden gelenler) arazileri kavramının yerini de “VATAN”(Milletin Yurdu) kavramına Bırakacaktır.

“Ulus Devletler’in doğuşu ile tüm otoriter yönetimler çatırdamaya başladı.

Toplumsal değişimin önünde hiçbir güç duramazdı.

Yönetimin meclis vasıtasıyla halka devredilmesi, fikir özgürlüğü, toplumun yönetenlere kul ve köle değil “millet” olma aidiyeti, kısacası tüm bunlar Avrupa ve Dünya’da “milliyetçilik” akımlarının hızla yayılmasına neden olacaktı.

Kapitalist modernite millet kavramının güçlenmesine ve peşinden bu uğurda güç savaşlarına neden de olacaktı.

Sanayi devrimi ile birlikte enerji kaynaklarına olan ihtiyaç, yeni kurulan ulus devletler ve diğerleri arasında pay kavgasını da başlattı.

Avrupa’da bir bölüm halen mutlak monarşi ile yönetilirken, bir bölüm monarşinin yanında demokratik sistemlere yeni geçiyordu.

Mutlak monarşik idareler, bu özgürlükçü akımları karşısında daha fazla dayanamadı.

Çoğu imparatorluklarda monarşinin tekil gücü azaldı, yanına halk meclisleri konuldu.

Osmanlı gibi imparatorluklar zaten kapitalist modernite karşısında direnecek güce sahip olmadığından, kendini kurtarma adına Alman İmparatorluğu gibi dönemin güçlü emperyal devletleriyle de işbirliği içerisine girecekti.

Avrupa’daki bu değişimle birlikte bloklar oluşunca, pay kapma savaşı başlamış oluyordu.

Amerika’da ise Avrupa’dan bağımsız değildi, orası da tüm bunlardan etkilenmemesi mümkün değildi.
Yeni bir dünya düzeni kuruluyordu, 1. Dünya Savaşı’ndan sonra yeni düzen “Ulus Devletler”in en katı haline dönüşecekti.

2. Dünya Savaşı, bu yeni ulus devletlerin güç savaşına dönüştü.

2. Dünya Savaşı’nın aslında tek kazananı ABD olacaktı.

İki zıt blok oluştu, “Kapitalist Batı Bloğu”nu temsilen ABD ve “Sosyalist Bloğu” temsilen SSCB…

Batı bloğunda sistemin kontrolü ABD başkanlığındaki Birleşmiş Milletler Konseyi’ne verildi, güvenlik şemsiyesi olan NATO’nun kuruluşu, Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) Kuruluşu, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü’nün kuruluşu, hep “İkinci Dünya Savaşı”ndan sonradır.

En önemlisi “Bretton Woods” sistemiyle tüm devlet paralarının “Amerikan Doları”na yani ABD Merkez Bankası’na(FED) endekslenmesidir…

“Kapitalist Modernite” 1940 sonrası kurulan düzen ile yeni endüstrilere yelken açacaktır.

1990’lardan sonra duvarlar yıkıldı, “Sosyalist Blok” ülkeleri çözüldü.

Sovyetler Birliği ve Çin’deki değişimlerle birlikte katı ulus devlet kavramının karşısına, “Globalizm” adı verilen çokuluslu şirketlerin yükselişi çıktı.

Ulus devletlerin yerini, bu şirketlerin alacağı korkusu, karşı bir öz savunma geliştirdi.

Dünyada globalizme karşı yeniden yükselen değer olan “neo milliyetçilik akımları” bu nedenledir.

Şimdi ki dönem, ulus devletlerin globalizme direnişi olarak karşımıza çıkıyor.

Sanayi devrimi ile başlayan ulus devlet serüvenini aslında tek elden yönetilen ideolojik zorlamalar değil, tarihsel süreçte oluşan doğal koşullar bu duruma getirmiştir.