Alışkanlıklardan vazgeçmemek adına ilk muhabbete başlamak, yakınlaşma kurmanın öncülü gibi tek kelimelik bir soru ile kendisini gösterir, NERELİSİN? Gözler ışıldarken kimi yiğidin harman olduğu yerlerden, kimi Efeler diyarından, kimi Karadeniz’in hırçın dalgalarından, kimi Serhat şehrinden, kimi Dadaşlar diyarından olduğunu gururla sunar sorulan soruyu cevaplarken. Başını yavaş yavaş kaldırarak gözlerini kısıp dudağını büker ve “Giritliyim” der yaşlı teyzenin biri. Ok mu deler söz mü deler diye kavgaya tutuşurken beynin, Misak-ı Milli nere Girit nere diye hayıflanırsın ciğerinin tırtıklı bıçakla oyulduğunu hissederken içten içe. Kol kanat kırılmıştır kırılmasına da bilmediğin bir güç savurur seni asırlar öncesinin Türk kokulu adasına.
Takvimler on birinci yüzyılı gösterirken Selçuklunun denize tutkun gözü pek yiğidi Çakabey Akdeniz ve Ege’nin ortasına mührünü vurur. Şanına şan katmaktan ziyade nazlı nazlı salınan Girit’i vatan toprağı yapmaktır hedef. Kıyılarına dek ulaştığında Türk’ün kara yazgısı, önünde bağdaş kurmuştur. Ve tarih tekerrür eder; savaş meydanlarında yıkılamayan koca milletin talihi kendi içinden çökertilmeye mahkûm edilir. Damadı Kılıçaslan tarafından öldürülürken Girit’e kavuşamayan gözleri açık gider. Onca başarıdan sonra donanmamızın karaya oturduğu an, on birinci yüzyılın sonlarıdır zaman.
Gün gelir devran döner, kaderinde Cenevizliler tarafından Venediklilere on beş kilo altın karşılığında satılmışlık olan Girit, bin altı yüzlerin ikinci yarısında Türk hâkimiyetine girer. Medreseler külliyeler derken imarı baştan sona biter. Ticareti tarımı gelişir, mekteplerinde binlerce can yetişir. Adadaki ihtişamı ve üst düzey yaşamı fark eden Osmanlı tebaası Yunanlılar, kafileler halinde Girit’e göçe başlar. Ticaretten namlarına düşeni alırken, sevgili batılı dostlarımız derhal çomağı hazırlar. Yunanistan’dan gelen Rumlar örgütlenerek isyanların ilk ateşini yakar. Çeteler köyleri basarken oluk oluk Türk kanı akar. İsyanlar bastırılsa da kılıçlar kında paslıdır, Girit’te ecdat yaslıdır, katliamların devamı arkada saklıdır.
Bin yedi yüzlü yılların sonlarında Girit’te iki yüz otuz binin üstünde Türk, kırk bin civarında Rum yaşarken, bin sekiz yüzlü yılların sonlarına gelindiğinde ancak otuz üç bin kadar Türk nüfustur kalan. Buharlaşıp uçmayan iki yüz bin yok edilen can! Hayatlarını kurtarmak isteyenler ticaret gemileriyle Libya, Mısır gibi Osmanlı topraklarına yerleşirken vatanlarını terk etmek istemeyenlerin kaçınılmaz sonudur ölüm. Türklerin otağına çöreklenmiştir zulüm.
“Girit bizim canımız feda olsun kanımız” diyerek gözü dönmüş canilerin önünde kadın çocuk yaşlı genç kayalıklarda doğranır. İtler salınırken bağlanır taşlar, ezilir tek tek yiğit başlar. Soykırıma bütün dünya gözlerini kapar. Köyler ateşe verilirken mezarlar bile yanar. Onca sabi köy meydanlarında fırınlanırken kabuk bağlamayan yara durmadan kanar.
Tarih yirminci yüz yılın başlarıdır. Bin dokuz yüz sekiz yılından sonra Girit’te Türk nüfustan söz edilemezken varlıklarını mübadele yıllarına dek sürdürenler Türk ve Müslüman kimliklerini gizleyenlerdir. Aslında ölümden kurtulanlar ölümü özleyenlerdir.
Bin dokuz yüz yirmi üç yılında bir gemi kalkar Yunan adalarından. Mübadele ile yer değiştirecek olan tüm dini İslam olanları güvertesine toplarken denizi yara yara Girit’te gözü yaşlı limana yaklaşır. Adı Giresun gemisidir. Girit kokulu vatandaşlarımızı da bağrına basarken hasretle kucaklaşır. Vira bismillah denildiğinde rota Anadolu topraklarıdır.
Ağıt yüklü vagonlar
Anadolu’ya hüzün taşır
Ey kara talih
Bir gün olsun yolun şaşır!
Misak-ı Milli nere, Girit nere diye hayıflanırken, dudağını bükerek cevap verenlerin bohçalarında getirdikleri kan bu davanın bitmediğinin canlı göstergesidir. Bugün kütüphanelerimizin en nadide köşelerinde tuttuğumuz, en güzel eserler diye kendimizi avuttuğumuz, her bir sayfasını yalayıp yuttuğumuz Victor Hugo gibi yazarlar halklarını bilinçlendirme adına Yunanistan’ın katliamlardaki haklılıklarını eserlerinde devlet politikası olarak üstüne basa basa vurgulamışlardır. Namımıza düşen toplumsal aydın sanılanların Yunan adalarında ar etmeden tatil yapmalarıdır. Henüz kurumamış ecdat kanını çiğneye çiğneye. Kayalıklarda boğazlanırken imdat diye bağıran kızanların sesini dinleye dinleye.
Asırlık mirastır kazanda pişen, ne güzel öldük türküsünü söylemekten daha ilerisidir bize düşen!….