İki hafta önceki yazımda “Bu eğitim kalitesi ile asla gelişmiş ve güçlü bir ülke olamayız” demiştim. Bu hafta açıklanan PİSA testlerinin sonuçları eğitim sistemimizdeki niteliğin (kalitenin) yerlerde süründüğünü bir kere daha yüzümüze çarptı.
PISA’nın açılımı “Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı” demek. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından üçer yıllık dönemler hâlinde, 15 yaş grubundaki öğrencilerin kazanmış oldukları bilgi ve becerileri değerlendiren bir araştırma bu.
Türkiye bu çalışmaya 2003 yılında dahil oldu. O tarihten sonra yapılan PISA sınavlarında Türkiye “nitelik atılımı” yapamadı. Türkiye’nin 67 ülke arasındaki sıralamadaki yeri pek değişmedi.
37 OECD ülkesi arasında Fen bilimlerinde 29’uncu, Matematikte 32’inci, Okuma becerileri, yani okuduğunu anlamada 30’uncu sıradayız.
Öğrencilerimiz matematik, okuduğunu anlama ve bilim konularında hep OECD ortalamasının çok altında puanlar almakta. Formüle etme, yorumlama ve akıl yürütme gibi alt bölümlerin hepsinde OECD ortalamasının altındalar.
PISA’da puanlar en düşük 1. ve 2. basamaklardan başlayıp en yüksek puanlar ise 5. ve 6. basamaklar olarak belirleniyor.
Bir ülkenin insan sermayesinin en kaliteli kısmını temsil eden grup ülke kalkınmasının potansiyel lokomotifidir. Bu kapasiteye erişme oranı ne kadar yüksekse ülkenin kalkınma hızı o kadar yüksek oluyor.
Türkiye’de öğrencilerin sadece yüzde 5,6’sı, (yaklaşık 50 bin öğrenci) en yüksek 5. ve 6. basamaklarda yer alıyor. Bu nitelikli kesimdeki insanlarımızı ne kadar değerlendirebildiğimiz de ayrı bir konu.
En yüksek 5. ve 6. basamaklarda öğrencilerinin oranı yüzde 22 civarında olan Güney Kore’nin Türkiye’nin imrendiği bir gelişmişlik seviyesinde olması asla tesadüf değildir.
23 yıldır ülkeyi yöneten iktidar eğitim deyince hep okul binalarına yaptığı yatırımlarla ve öğrenci sayısıyla övünüyor. Ülkeyi yönetenlerin nitelik (kalite) yönünden bir hedefi olmamasının bir sonucudur bu rakamlar.
*****************************
Öğretmenlerin Niteliği
Eğitim Sisteminin içinde bulunduğu bu durumdan çıkışı kolay olmayacak. Çünkü bu sistemin yetiştirdiği öğretmen kadroları da büyük ölçüde niteliksizdir.
Bu durumun kök sebebi belli. İktidarın hedefi nitelikli eğitim değil, “bizden olanların” yönettiği eğitim kurumları ile “dindar ve kindar” nesil yetiştirmektir.
Uluslararası standartta öğrenci yetiştirmek için bu nitelikte öğretmene ihtiyaç vardır. “Öğretmen bilmediğini öğretemez.”
Ayrıca ülkemizde öğretmen artık eğitimci değil, öğretici olmaya zorlanmaktadır.
****
Öğrencilerin Beslenme Sorunu
Eğitim sistemimizin üstünde bir sıkıntı daha var ve bu sıkıntı korkunç boyutlara ulaştı: Öğrencilerimiz iyi beslenememektedir.
13 bin öğrenciyle gerçekleştirilen bir araştırma, öğrencilerin yaklaşık yüzde 60’ının göreli yoksulluk sınırının altında, öğün atlayarak yaşadıklarını ortaya koydu.
İyi gıda almayan hatta aç olarak okula giden öğrencilerden başarı beklemek haksızlık olur.
****
Üniversitede Ders Anlatılmaz
Eğitim kurumlarımızda gerçek bir eğitim olduğunu söylemek mümkün değil. Üniversitelerimizde hala hocalar ders anlatır ve öğrenciler dinler, bir kısmı not tutmaya çalışır. Hocalar ya kendi yazdıkları veya başka bir yazarın ders kitabını parça parça anlatırlar. Hatta kitabı olmayıp, kendi ders notlarını kelime kelime yazdırarak ders anlattığını sanan üniversite hocaları bile gördüm.
Oysaki gelişmiş ülkelerdeki üniversitelerde, hoca gelecek derste hangi konunun işleneceğini ve ulaşabilecekleri kaynaklara dair bilgi verir. Ders günü bütün öğrenciler konuyu okumuş öğrenmiş olarak derse gelir. Konu hakkında hocanın ve öğrencilerin sorduğu sorular üzerinden tartışma yapılır.
Okuduğunu anlayamayan ve öğrendiğini anlatamayan, analitik düşünceye sahip olmayan öğretmen ve öğrencilerle bu yöntem nasıl uygulanabilir, bilemiyorum.
*****************************
Adalet Sisteminde Nitelik Sorunu
Okullarımızda nitelikli eğitim olmadığı gibi, iktidarın Avrupa’nın en büyüklerini yapmakla övündüğü, Adalet Saraylarında da nitelikli yargılama ve adalet yok.
En basit tahliye veya kira tespiti davaları için 10 ay sonraya duruşma gününün verildiği, sadece ilk derece mahkemesinden 2 seneden önce karar çıkmayan Adalet Saraylarımız var. İstinaf ve Yargıtay aşamalarıyla birlikte 5-10 yıllık sürelerin normal karşılandığı yargı süreçlerimiz var.
Oysaki hepimiz biliyoruz: “Geciken adalet, adalet değildir.”
****
“Anayasamızın 138. maddesine göre ‘hâkimler, Anayasa’ya kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.’ Bu nedenle yargılamada temel taş, ‘vicdani kanaattir.’ Vicdani kanaatin oluşum yeri ise ‘duruşma’dır.”
Yargıtay E. Başkanı Sami Selçuk “mahkemelerin ilk duruşmada veya ertesi gün/ çok kısa zaman içinde yapılacak 2. duruşmada karar verebilmesi gerektiğini, gelişmiş ülkelerde böyle uygulandığını anlatıyor. Sami Selçuk, Türkiye’deki duruşmaları merak eden, Avrupalı bir mevkidaşına birkaç duruşma izlettikten sonra yaşadığı mahcubiyeti de anlatmıştı.
****
En büyük adalet saraylarından birini yöneten Başsavcının da şikayetçi olduğu konuları hatırlayalım: “Azalan hâkim-savcı sayısını ihtiyaca binaen hızla artırma yoluna gidilince yargı mensuplarındaki nitelik irtifa kaybetti. Halkta yargıya karşı güvensizlik oluşmaya başladı.’’ Bu bağlamda ‘’kimi yargı mensupları … her türlü kirli işi yapmayı kendinde hak görmeye başladı.’’
Raporda İstanbul Anadolu Adliyesinde ‘’iş takibi ve aracılık yapan, rüşvete tevessül eden yargı mensupları’’ndan da örnekler veriliyor; ’Yargı içinde oluşmaya başlayan çete ve çetecikler’’den bahsediliyordu.
****
Niye eğitimden bahsederken yargı sistemini anlatmaya başladım? Çünkü;
Ekonominin gelişmişliği ve gücü ülkedeki hukuk ve demokrasi seviyesi ile orantılıdır.
Hukuk ve demokrasi talebi ise eğitim seviyesi ve şehirleşme ile doğrudan alakalıdır.
Bu eğitim seviyesi içinden nitelikli bir yargı sistemi çıkması mucize olurdu.