Kaklık ve Midasın Kulakları

175

Cemreler tek tek düşüyor.Bahar burnunu gösterdi mi durmak olmaz.Çıktım dağlara.Gide gide Midasın kulaklarına çıktı yolum.Kulak dediğime bakmayın siz.Gittiğim yer,Antik kent Midasın Anıtı.Anadolum benim,her yerinden tarih fışkırıyor.Eskişehir topraklarında saklı kalmış bir güzellik.

Midas Anıtı.Anıtın üzerinde Frigce yazıtlar vardır. Birinci yazıt, anıtın sol üst kısmında, düzleştirilmiş ana kaya üzerine kazınmıştır. 11m uzunluğundadır. Burada Kral Midas’ın ismi okunmaktadır. İkinci yazıt, sağ yan çerçeve üzerindedir. Bezeme ile çerçeve kenarı arasında kalan boşluğa yanlamasına soldan sağa doğru yazılmıştır. 4.75m uzunluğundadır. Baba sözcüğü ilginçtir. Okunabilmekle birlikte anlamları kesin olarak çözülemeyen bu yazıtlardan birincisi konum itibarıyla anıtın tümü ile ilgilidir. İkincisi ise daha özeldir. Ayrıca, nişi çevreleyen ikinci çerçevenin her iki yanında ve nişin sağındaki bezemenin alt kısmında çıplak gözle güçlükle seçilebilen birkaç Frigce kelime vardır. Bunlar oldukça kaba ve yüzeysel olarak kazınmıştır. Bunlarda Ana Tanrıça Matar’ın adının geçmesi önemlidir. Hititlerin zayıflayarak yıkılmalarından sonra, Eskişehir, Kütahya, Afyonkarahisar üçgeninde göçebe olarak yaşamışlar. Burada gerçekten büyük bir uygarlık kuran Frigler, Uşak iline kadar uzanan bir alanda Gordion’u başkent olarak seçerek güçlü bir krallık kurmuşlardır.

Ana tanrıça Kıbele ye tapınmak,onu bereket tanrısı kabul ettikleri için her mart ayında bu anıtın önünde kutlamalar yaparlarmış.Her ne kadar Midas’ın kulaklarını çınlatmış olsak da.Bu anıtın esas sebebi Kıbele,yani bereket tanrıçasıdır.Aslan Fügürleri de gücü simgeliyor.Kayalıkların içini oyup ölülerini gömmüşler.İnsanlar bir taşa ancak Frikyalılar kadar sığınablir.Şu koca dağların,taşların,oyulmuş kayaların,mezarların,sarnıçların,yazıların dili olsaydı da bir anlatsaydı dedim.

Buram buram tarih kokuyor her yer.Güneş olmasına rağmen,yüzümü kesen ayazı umursamadan yürüdüm.Aradığım tabiki Midasın kulakları değil di.Efsaneye göre,kulaklarını herkesten saklayan kral Midas.Berberinden saklayamaz.Bu sırrı bilen berber,illede bu sırrı söylemek ister.Gider bir kuyunun başına Midasın eşşek kulaklarını anlatır.Su da sazlara anlatır,sazlar rüzgara böylece herkes duyar.
Bir akşam üzeri serinliğinde dağların tepesinde huzur ve sükûnet hakimdi.Heyyyyyyy dağlar diye bağırdım.Dağlarda kendi sesimle bana geri bağırdı….Heyyyyyyyy dağlar.Aşağıda köy ve tarla süren çiftçiler.Koyunları keyifle otlatan çoban.Koyunların başında hırtalı boynunda bir çoban köpeği.Dağlar yeşil elbiseli köylü kızı gibiydi.Gökyüzü masmavi.Toprak mart ayının nefesini soluyordu.Yol buyunca içime çektiğim çam havasından olsa gerek,hiç zorlanmadan çıktım dağın zirvesine.Yumruk yaptığım ellerimi açtım.Saldım rüzgara.Benim için ne iyi olacaksa,zamanında olacaktır dedim.Dağıldı sözlerim rüzgarla birlikte tüm antik kentin üstüne.Değişsin dönüşsün bana geri dönsün dedim.Kayalara dikkat ederek yürürken.Birden gözüme yanı başı karlı bir sarı sümbül ilişti.Eğildim fotoğrafını çektim.Dedim ben bir daha gelemem ki.Kimbilir sen bir ay sonra ne güzel büyük bir sarı çiçek olacaksın.Koparmadım sümbülü toprağından.Dağın taşından çalmadım.Tanrıça Kıbele nin tacında tahtında da gözüm yok.Misafir geldim,misafir gideceğim.
Sordum sarı çiçeğe,annen baban varmıdır,çiçek eydür derviş baba,annem babam topraktır….
Tek başına bir sarı çiçek ve toprak.Veyselin sadık yari toprak.Kara toprak.Tohumu içinde saklayıp büyüten toprak.Ne güzel böyle hiç sahiplenmeden yaşamak.Bir gün küt diye duruverecek bir kalbi taşırken,hiçbir yere ait olmadan yaşamak.Issız dağ başlarında,içe dönerek kim olduğunu olmadığını bilerek yaşamak.Gözlerimin,yüreğimin tüm yorgunluğunu bıraktım dağ başlarına.Onları da sahiplenmedim.Varsın gitsinler,bulsunlar kendilerine bir taş kaklığı.Dökülsünler içine
Dağ,taş ve toprak ve çiçek hepsi bir arada.
Oyyyyyyyy dedim oy…”ferman padişahın,dağlar bizimdir”
Belimizde kılıcımız kirmani
Taşı deler mızrağımın temreni
Hakkımızda devlet vermiş Fermanı
Ferman padişahın dağlar bizimdir…

Dadaloğlu da bu dağlardan geçmişmidir bilmiyorum.Dağları sevdiğim doğrudur.Başında kar,duman,eteğinde bahar.Yol boyunca dağların bir kenarı hep yol.Eğer iyi bir kulağınız var sa dağlar konuşur.Kafamda deli sorular,oturdum dorukda bir kayanın üstüne.Dedim ki ,insanın bu kadar acıya dayanabilmesi için,mutlaka bir sebebi olmalı.Sen ce nedir ?
Dedi ki,sebep çok.Sen hangi Sebebi soruyorsun ?
Hepsini söyle dedim,hepsini.Biraz durdu.Rüzgar acı acı biraz daha kuvvetli esmeye başladı.Kuzey kısmındaki karlar yüzünü astı.Güneş ben karışmam ama size şahitlik ederim dedi.
Dağ başladı anlatmaya.
Bak dedi,şu üzerinde gezdiğin topraklar kaç uygarlığa şahit oldu.Kalem yok,kağıt yok,taşlarıma yazdılar duygularını.Şan da kan da gördüm,şöhret de gördüm.Tonlarca sular aktı saçlarımdan sarnıçlara.
Yaktılar,yıktılar.Kar,yağmur,rüzgar aşındırdı taşlarımı ama hala senin beni gelip ziyaret edeceğin kadar dim dik ayaktayım.
Senin sebebin neyse,sen de sebebine sarıl.Bu bir dağ olur,şiir olur,inanç olur,türkü olur,can olur,canan olur ama illaki bir sebep olur.Sebeplerını bul ve sarıl.Dedi.
Oyyyyyyy… Dedim ya dağlar konuşur diye.Sebep dedi,konuyu kapattı.Ben düşünürken hala arkamdan usul usul,ağzının içinden söyleniyordu.Bu insanlar neden hep kendileriyle kavga ediyorlar.Ağızlarını burunları dağıtıp.Sonra gelip bana sebebini soruyorlar.Duymazdan geldim,gülümsedim.Ağzım burnum değil ki dağılan,yüreğim yara bere içinde dedim.İyi o zaman dedi.Hadi gel şu kaklıklardan bir su iç ,geçer. Dedi.

Kaklık…Dağların zirvesinde taş oyuklarındaki su birikintisi.Bir değil,iki değil çok kaklık var dı.Eğildim birinin üzerine.İçinde bir avuç toprak birikintisinde papatya büyümüş,üstü su kaplı.Papatya kokulu kaklıkta içtim suyumu.
Kaklıktan çobanlar,hayvanlar,ziyarete gelenler,kurtlar,kuşlar nasipleniyormuş.Ankara Eskişehir güzergahına yapılan hızlı tren hattı,yanlış güzergaha yapıldığı için.Her yıl 600 göç kuşu trene çarparak ölüyor dedi.İçlerinden kurtulan ve yaralı olanlar gelip benim kaklıktan su içiyor.Yaraları iyileşinceye kadar bende eyleşiyorlar.Sonra pırrrrrr uçup gidiyorlar dedi.Kalbimi bir ferahlık kapladı.Madem kuşlar iyileşmişler.Ben de iyileşirim dedim.İki saat kadar sonra akşam üstü hüznünü yüzüme dökmeye başladı.Kulağımda bir türkü ”dağlara düşünce ayaz,belki gelemem ben bu yaz” Türkü yü dinleyerek geri dönüş yollarına düştüm..Hayat,içi su dolu karanlık bir sarnıç gibi,eğer yüzmeyi bilmiyorsan,boğuluyorsun.Ya da hayat,gözünün alanından çıkabildiğin kadar,heybene ne doldurduysan,onunla besleniyorsun. Dağlar,yollar,şiir,türkü,güneş,rüzgar,ağaçlar,çiçekler ve kaklıktan içtiğim sular.Şifa olsun….