Kâinat, Büyük Bir İnsan İnsan, Küçük Bir Kâinat

22

     Maddî yönden kâinat, insandan büyük. Mânevî yönden ise, insan, kâinattan büyük.

     İnsan küçüklüğüyle beraber; kâinatı zikriyle, fikriyle, hayal ve tasavvuruyla ihata ederek;

     Mânen onu biliyor, tanıyor. Dimağında ve kalbinde ona yeteri kadar yer verebiliyor.

     Onunla hem-hâl olabiliyor. Onunla oturup kalkabiliyor.

     Fakat muazzam büyüklüğü, akıl almaz imkânları insana sunmasıyla beraber,

     Kâinat kendinden habersiz, kendine karşı duyarsız bir mahiyet arzetmekte.

     İşte bu bakımlardan ötürü; bir karınca, küçüklüğüyle beraber kâinattan;

     Mânen büyüktür. Çünkü, kâinat gibi kendinden bihaber / habersiz değildir.

     “O mahiler (balıklar) ki, derya içredir fakat deryayı bilmezler!”

     Tıpkı balıkların su içinde oldukları hâlde, suyu göremedikleri gibi, çünkü,

     Su  içindedirler. Bu yüzden suyu göremezler! Sudan başka bir şey yok ki görebilsinler.

     Kâinat, kendisiyle karşılaştırma yapabileceği, kendinden başka bir şey olmadığı için,

     Varlığı onun için bir şey ifade etmez.

     İnsana gelince, insan; kâinat ağacının en son ve en kapsamlı meyvesi.

     Yunus’un “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm.” dediği gibi,

     İnsan; lâfzî / sözel kitap olan Kur’an’ın;

     Taşa toprağa bürünerek, maddî bir cisim yani kâinat olarak,

     Yani cismanî / kevnî bir kitap hükmündeki Kâinat Kur’anı’nın en büyük maddî âyeti.

     Kâinat sarayının en mükerrem misafiri.

     Kâinat Sarayı’ndaki tasarrufa yetkili tek temsilci.

     Kâinat şehrinin arz denen mahallesinin bahçesinde ve tarlasında

     Vâridat ve sarfiyatına, ekilip biçilmesine nezarete memur ve bunun için,

     Sayısız fen ve sanatlarla techiz edilip donatılmış mahlûkatın yegâne nâzırı.

     Kâinat ülkesinin arz memleketinde, Ezel ve Ebed padişahı olan Yüce Allah’ın;

     En yetkili bir müfettişi. Arzın ve dünyanın bir çeşit halîfesi.

     Üstelik küçük büyük tüm hareket ve yaptıkları kaydedilen, yetkin bir tasarruf sahibi.

     Evet, bu küçük insan; gök, yer ve dağların kaldırmasından çekindikleri en büyük emaneti /

     Allah’ı bir bilip; O’nu tanıma, O’nu bilme ve O’nun istediği gibi olma keyfiyetini yüklenmiştir.

     Bundan dolayı insanın önünde, seçmekte serbest bırakıldığı iki acip yol vardır.

     Yolunun üstünde olan ve karşısına çıkartılan ve seçimi kendisine bırakılan bu iki acip yolun biri;

     Seçen insana; ilelebet mesut ve bahtiyar olacağı bir sonucu kazandıracak.

     Diğeri, yolun bitiminde onu her iki cihanın kaybedeni olacak şekilde

     Bedbaht edecek fecî bir sonuçla yüz yüze getirecektir.

     Kısaca insan, Ulu Yaratıcı’nın bütün isimlerini kendinde aksettirme

     Ve kendinde tecellî ettirme kapasitesine sahip.

     Pek tabii ki, böyle vasıf ve isimlerle donatılan insandan;

     Kâinatta seçilmiş, seçkin ve hiçbir canlıya verilmemiş meziyetlerle donatılan;

     Maddeten çok küçük, fakat mânen çok büyük insandan;

     Ona lâyık bir tarzda teşekkür etmesi zımnen isteniyor ve bekleniyor.

   “Gerçek şu ki; Biz (yokluktan varlığa getirerek, varlık içinde can vererek,

     Canlılar içinde ruh üfleyerek, üflenen ruh içinde ona akıl ve irade vererek,

     O akıl ve iradeye yol haritası olan peygamberler ve vahiyler göndererek

     Ve ebedî cennet hayatı kazanma gibi çok değerli bir fırsat vererek)

     Âdemoğlunu (diğer varlıklardan daha üstün ve) şerefli kıldık. (Hizmetine sunduğumuz

     Vasıtalarla da) onları karada (havada) ve denizde taşıdık. (Dünyayı bir sofra yaptık.)

     Kendilerini temiz ve güzel şeylerden rızıklandırdık ve (bütün bunlarla)

     Onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.” (İsra: 70, Veli Tahir Erdoğan)

Önceki İçerikÇanakkale Neden Geçilmez?
Sonraki İçerik“Gülmek, insanın kendisiyle barışık olduğunu gösterir.” – Albert Camus
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.