Kadınımız, Kadınlarımız…

115

”Kıyıda köşede gülüşün kaybolmuş/Ne olur terk etme/Yalnızlık çok acı/Bu renksiz dünyayı sevmiştik birlikte/Sen… Kadınım, kadınım, kadınım…” (Tanju Okan)

Bu dizeleriyle yorumlamıştı kadınlarımızın değerini, onlarsız bir yaşamın hiçbir şey ifade etmeyeceğini büyük müzisyen, eşsiz yorumcu Tanju Okan usta…

Kadınımızı yitirdiğimizde yokluğunun, onsuzluğun ne demek olduğunu, o unutulmaz şarkısının aşağıdaki dizleriyle beyinlerimize, yüreklerimize kazımıştı:

”Bana bıraktığın bütün bu hayatın/Yaşanan aşkların değeri yok artık/Ben sensiz olamam artık anlıyorum/Sen… Kadınım, kadınım, kadınım…

Kadınımız, kadınlarımız:

Onlarsız olamadığımız, yapamadığımız, hayatın her evresinde onlarla var olup, onlarla yaşadığımız, sıcacık gülümsemeleriyle neşe bulduğumuz en önemli varlıklarımız…

Yaşamımızın her evresinde olan;  doğurdukları ilk günden, son güne kadar koruyup kollayan, gerektiğinde canımıza can katan, hayatlarını bizler için harcayan, yaşamlarını bir an bile düşünmeden bizler uğruna feda eden kadınlarımız…

Günü geldiğinde sevgimizi, aşkımızı haykırdığımız yaşam kaynağımız; sevdiğimiz, sevdiceğimiz, aşkımız, hayat arkadaşımız. Ne zaman dara düşsek ona koştuğumuz, yardımıyla yeniden hayat bulduğumuz dert ortağımız kadınımız, kadınlarımız…

Türk Milletinin geleneksel aile yapısının temel direği,

Yüreğinde hiçbir zaman eksilmeyen sevgisi,

Kimi zaman sırtında bebesiyle, elinde çapasıyla azgın güneşin altında tüm uğraşısı aile bütçesine katkı, eşine destek, amacı ekmek parası…

Kimi zaman gıcırdayan kağnısıyla, o koskocaman yüreğiyle cepheye taşıdığı vatan sevdasıyla, tarih sayfalarımızın Halide Edip’i, Nene Hatun’u, Ayşe Çavuş’u;

Kadınımız, kadınlarımız…

Çocuklarımızın anası, anamız, avradımız, kıymetlimiz, en değerli varlığımız. An gelince gözümüzden bile sakındığımız; gerektiğinde uğruna savaştığımız, can alıp can verdiğimiz kadınlarımız.

Sevgilimiz, sevdamız, biricik aşkımız.

Yaşamımızın her anına güç veren, sevgileriyle geleceğimize umut katan can yoldaşlarımız. Namusumuz, şerefimiz, gururumuz; vazgeçilmez varlıklarıyla erkeğine gerektiğinde kul köle olan kadınlarımız…

Pekiyi ya günümüz Türkiye’sinde yaşanan gerçekler? Canımızdan aziz bildiğimiz kadınlarımıza reva gördüğümüz onca kötü muameleler! Acımasızca uygulanan şiddetler!

Kimisi sokak ortasında, kimisi evlatlarının yanında katledilen,

Ya yüzlercesine yapılan tecavüzler?  Hele ki son dönemde gazetelere, televizyon haberlerine manşet olan onca hakaretler, tacizler…

Bu utanç tablosu neden? Bu ayıplar mı olmalıdır kadınlarımıza reva görülen?

Nedir bu hezeyan?

2000’li yılların Türkiye’si böylesine ayıplı görüntülere layık mı? Ülkemiz her doğan güne bu utanç dolu haberlerle mi uyanmalı?

Kimisine; ‘kıyafet dayağı’, kimisine ‘sen sus konuşma’, kimisine ‘yüksek sesle kahkaha atma’, kimisine ‘otur evinde sokağa çıkma’ yasağı, kimisine ‘kadın evinde olmalı,  çalışmamalı ‘ baskısı. Kimisine ‘kürtaj olma/olamazsın’ dayatması!

Neden? Nedir kadınlarımızın bu yaşadıkları, çektikleri günümüzün erkek egemenliğinden? Ne oldu bize? Neler oluyor toplumsal yaşam özgürlüğümüze?

Nedenlerini, nasıllarını sorgulamak yeterli mi? Ya hukuksal önemleri, caydırıcı yöntemleri?

Nedenlerle yürüyüp giden zaman!  Ama yine aynı şiddet! Yine aynı nefret!

Neden?

Sevgileriyle bizleri sarıp sarmalayan kadınlarımıza yönelik şiddet mutlaka durmalı, durdurulmalıdır. Adaletin sesi, hukukun mutlak iradesi ‘kadınlarımıza uygulanan tüm şiddet eylemlerinin’ kesinlikle önünü kesmeli, cezasız bırakmamalıdır…

Unutulmayalım ki! ”İnsan kendi kaderinin değil, kendi aklının esiridir.” Onun için bu şiddeti önlemenin yolu da, akıldan geçmektedir.

21’nci yüzyılı koşar adım bitiren dünyamızda; hiçbir kadınımız yaşadıkları şiddete, tecavüze, cinsel ayrımcılığa layık değildir, muhatap da olmamalıdır. Günümüz Türkiye’sinde yaşanan ayıplar kadınlarımızın kaderi de olamaz.

O nedenle ülke yönetimini elinde bulunduranların, içimizi dağlayan kadına şiddetin önlenebilmesi için acilen ama yeterli tedbirleri alması, gerekiyorsa yasaları yeniden düzenlemesi, kaçınılmaz görevidir.

Cumhuriyetimizin kuruluşuyla birlikte Türk kadınına yaşam özgürlüğünü, her türlü fırsat eşitliğini tanıyan Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk; aşağıdaki veciz konuşmasıyla; kadınlarımızın önemini ne de güzel ifade etmiştir:

”Kadınlarımız için asıl mücadele alanı, asıl zafer kazanılması gereken alan biçim ve kılıkta başarıdan çok; ışıkla, bilgi ve kültürle, gerçek faziletle süslenip donanmaktır! Ben muhterem hanımlarımızın Avrupa kadınlarının aşağısında kalmayacağı aksine pek çok yönden onların üstüne çıkacak ışıkla, bilgi ve kültürle donanacaklarından asla şüphe etmeyen ve buna kesinlikle emin olanlardanım…”

İşte asıl mücadele bu noktadadır!

Ama ne yazık ki;  her eğitim, öğretim yılında uygulanan eğitim sisteminin değiştiği,

Hala kız çocuklarımızın pek çoğunun belli yörelerimizde ilköğretime dahi gönderilmediği,

Kimilerinin küçücük yaşlarda gelin olduğu/yapıldığı,

Hala toplumumuzun büyük bir kesiminde kız çocuklarının başlık parası uğruna, bir eşya gibi alınıp, verildiği,

Baba sıfatını taşıyan kimilerince; evlatları arasında ‘erkek evladım, kız çocuğum’ ayrımının yapıldığı ülkemiz gerçeklerinin yanı sıra:

Geçtiğimiz yıllarda mevcut hükümet tarafından meclise getirilen,  ancak kamuoyunun tepkisi nedeniyle geri çekilen; ‘cinsel istismarcıyla evlenme yasası’ diye bilinen tasarı paketine baktığımızda;

Kadınlarımızın karşı karşıya kaldıkları erkek egemen şiddetini durdurmanın yegâne yolu; onlara çocuk yaşlarından itibaren çağdaş, aydınlık bir eğitim verebilmekten geçmektedir.

Atatürk’ün ifade etmiş olduğu gibi; kadınlarımızı aydınlık düşünceyle, bilgiyle, kültürle donatmak, esas olmalıdır.   İşte o zaman kadınlarımız yaşadıkları bu utanç tablolarından kurtulmuş olacaktır.

Ve onlarsız geçen her anımızda geriye sadece; Tanju Okan ustanın söylediği şarkıda vurguladığı şu gerçekler kalacaktır:

”Sönmüş bak ışıklar ev nasıl karanlık/O aydınlık yuvamız soğumuş/Geceler bitmiyor/Ağlıyorum artık/Sen, kadınım…”

Evet,

Kimi zaman sevgiyle kucakladığımız, kimi zaman sevgisizliğimle hırpaladığımız,

Kimi zaman nadide bir çiçek gibi özenle koruyup kolladığımız; kimi zamansa o nadide çiçeği dalından koparıp attığımız…

Canımıza can katan sevdalımız, sevdamız. Doğduğumuz günden son nefese, öpüp kokladığımız anamız, bacımız hayat arkadaşımız.

Yaşamımızın hiçbir döneminde onlarsız yapamadığımız kadınımız, kadınlarımız…

 

 

 

Önceki İçerikDiktatörlerin Yöntemleri
Sonraki İçerikAleviler’le alakalı Problemleri Dr. Abdulkadir Sezgin Anlattı, Çözüm Yollarını Söyledi.
Avatar photo
1967 yılında Teğmen rütbesiyle T.S.K da göreve başladığı zaman, Kıbrıs olayları adada tüm hızıyla devam ediyor, Yunanistan’ın da desteğini alan Rum’lar; adada yaşayan Kıbrıs Türk’üne her türlü mezalimi yapıyor, gerçekleştirdikleri toplu katliamlar, uyguladıkları ekonomik ambargolarla Kıbrıs Türk Halkını adadan göçe zorluyorlardı… O dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1960 yılında imzalamış olduğu, BM’ler tarafından da onaylanmış garantörlük anlaşması gereğince, ada da bulunan ‘Şanlı Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayında’ görev almak için defalarca dilekçe veren Teğmen Çilingir; 1974 yılının 20 Temmuz Cumartesi sabahı kendisini Kıbrıs’ta savaşın içinde buldu. Bölük komutanı olarak Kıbrıs Savaşlarının her iki safhasında da bu görevini başarıyla sürdürdü, ‘Gazi‘ unvanı ile onurlandırılarak Türkiye’ye döndü. 1974–1975, 1985–1987 yıllarında Kıbrıs’ta görevli olduğu yıllardan sonra da, adada yaşanan olayları yakinen takip eden Çilingir; 2004-2011 yılları arasında Kıbrıs Türk Kültür Derneğinin İstanbul Şubesi yönetim kurulunda da görev yaptı. Bu uzun süreçte ’mili davamız’ olarak bilinen Kıbrıs konusuna sahip çıkarak, Kıbrıs Türk Halkının kazanılmış tarihsel ve hukuksal haklarını savunmak adına değişik platformlarda görev aldı. Sempozyumlara, panellere, televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı, makaleler yayınladı. Yakinen takip ettiği Kıbrıs konusu başta olmak üzere, ülke meseleleriyle ilgili güncel yazılarına, konferanslarına devam etmektedir. T.S.K.’dan 1990 yılında, kendi isteği ile emekli olduktan sonra; Kıbrıs konusuyla ilgili kaleme almış olduğu; ’’Özgürlük Nefesi (K.K.T.C Cumhurbaşkanlığı yayını 1995)’’, ‘’Girne’den Doğan Güneş (1997)‘’, ‘’Unutanlar Unutturulanlar ya da Hatırlayamadıklarımız (2004)’’, ‘’Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka (2006)’’, ‘’Andımız Olsun ki Bu Topraklar Bizim (2007)‘’,’’Tarihten Gelen Çığlık (2010)’’, Kıbrıs ‘’Yes Be Annem’’ 2002-2016 (Eylül-2016) isimli kitaplarıyla; Ülkemizin son 65 yılında öne çıkan, yaşanmış önemli olayları anlatan: ‘’10’ların İzleriyle Türkiye (2014)’’,’’Kırılmadık Ne Kaldı?-Zaman Asla Kaybolmaz (2015)’’, ‘’Önce Vatan (Eylül 2017) isimli kitapları da bulunmaktadır… Sivil iş hayatına ‘Türkiye Sigorta Sektöründe’’başlayan Atilla Çilingir Koç YKS bünyesinde uzun yıllar görev yaptıktan sonra, halen dünyanın 18 ülkesinde hizmet veren, sağlık bilişim şirketlerinden birisi olarak ülkemizde de faaliyet gösteren; ‘’CompuGroup Medical Bilgi Sistemleri A.Ş’’ bünyesinde, görevine devam etmektedir. Pek çok üniversitenin ‘Bankacılık-Sigortacılık Fakültelerinde, Yüksek Okullarında, vermiş olduğu seminerler, konferanslar ile sektöre bu yönde de hizmet vermeye devam eden Çilingir’in: Sigorta sektöründe 27 yıldan beri vermiş olduğu hizmetlerini anlatan; ‘’Sigortalı Hayatın Gerçekleri’’ (2012) isimli bir kitabı daha bulunmaktadır. Atilla Çilingir; bugüne değin kitaplarından elde etmiş olduğu telif gelirleriyle; Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında: 2010 yılında ‘K.K.T.C Lefkoşa Şehit Aileleri ve Malul Gazileri Derneğine’ ‘Tarihten Gelen Çığlık’ isimli kitabının telif gelirini bağışlamış, 19 Şubat 2012’de Van’da yaşanan büyük depremden sonra Van’ın Muradiye İlçesi Akbulak Köyü İ.M.K.B. (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) Yatılı Bölge İlk Öğretim Okulunda içinde 20 adet bilgisayarı bulunan ve kendi adını taşıyan bir BT (bilgi teknolojisi) sınıfı açmış. 02 Haziran 2017 tarihinde de Samsun’un Tekkeköy ilçesi Büyüklü İlköğretim okulunda da adını taşıyan, içinde 2500 kitabı, 2 adet bilgisayarı bulunan bir kütüphanenin açılışını sağlamıştır.