Kadın ve erkek ortasında gayet esaslı ve şiddetli münasebet ve muhabbet / sevgi ve alâka, yalnız dünyevî / sadece dünyaya ait hayatın ihtiyacından ileri gelmiyor. Evet bir kadın kocasına, yalnız dünya hayatına mahsus bir hayat arkadaşı değildir. Belki ebedî hayatta dahi refika / arkadaş olup, beraberlikleri devam edecektir. Madem ebedî hayatta bile, kocasına hayat arkadaşı olacaktır. Elbette ebedî arkadaşı ve dostu olan kocasının nazarından gayrı, başkasının bakışını kendi güzelliğine çekmemek. Kocasını darıltmamak ve kıskandırmamak lâzım gelir.
Kadın; âile hayatında, ev içinde idareci olmasından ötürü, âdeta kocasının bütün malı, evlâdı ve herşeyi için, onun muhafaza / koruma memuru hükmündedir. Bu yüzden en esaslı hasleti / huyu sadâkattir. Emniyet ve güvendir.
İnsan, Dünya ve Rab
İnsanda, özellikle ehl-i dünya olanlarında; çoğunlukla makam sevgisi denilen şöhret hırsı ve kendini beğendirmek ve şan ve şeref denilen riyakârâne bir şekilde; yani gösteriş yaparak halka görünmek ve umûmun nazarında mevki sahibi olmak istek ve arzusu vardır. Öyle ki, o arzu için hayatını feda eder derecesinde, şöhretperestlik hissi onu sevk eder.
Âhiret ehli için bu his gâyet tehlikelidir. Dünya ehli için de gayet dağdağalı / ızdıraplıdır. Kötü ahlâkın da menşei / kaynağıdır. Üstelik insanın en zayıf damarıdır. Çünkü bir insanı kendine çekmek; onun o hissini okşamakla mümkün olur. Ancak onun ile onu mağlup eder.
Allah’ın rızasını kazanmak, Rahman olan Allah’ın iltifatına nail olmak, Rabbin kabûlüne mazhariyet; öyle bir makamdır ki, insanların teveccüh, alâka ve beğenmeleri, ona nisbeten bir zerre hükmündedir.
Eğer rahmetin kendine yönelmesi varsa yeter. İnsanların teveccühü, o rahmetin yönelmesinin aksetmesi ve gölgesi olmak cihetiyle makbuldür. Yoksa arzu edilecek bir şey değildir. Çünkü kabir kapısında söner. Beş para etmez.
Cehennemin Vücûdu
Cehennemin vücûdu / varlığı ve şiddetli azâbının; hadsiz / sayısız rahmete ve hakikî adâlete ve israfsız, mizanlı / ölçülü hikmete zıtlığı yoktur. Belki rahmet, adâlet ve hikmet; onun vücûdunun, var olmasını ister.
Çünkü nasıl binlerce mâsumun hukuklarını çiğneyen bir zâlimi cezalandırmak. Yüzlerce mazlûm hayvanları parçalayan bir canavarı öldürmek. Adâlet içinde mazlûmlara bin rahmettir. O zâlimi affetmek, o canavarı serbest bırakmak. Bir tek haksız merhamete mukabil, yüzlerce bîçârelere yapılan yüzlerce merhametsizlikten başka bir şey değildir.
Kur’an
Kur’an belâgatların / söz söyleme sanatlarının; bütün envaını / çeşitlerini. Kelâmın fazîletlerinin bütün aksâmını / kısımlarını. Ulvî / yüksek üslûbların bütün sınıflarını. Güzel ahlâkın herbirini. Fennî ilimlerin bütün hülâsa ve özetlerini. İlâhî mârifetlerin bütün fihristlerini. Şahsî ve sosyal hayatın bütün faydalı düstur ve prensiplerini. Kâinat ve evrenin yüksek hikmetlerinin bütün nûrânî kanunlarını cem’ etmekle / toplamakla beraber; hiçbir karışıklık, onda görünmüyor.
Demek ki, gerçekten o; bu kadar karışık şeyleri bir yerde topladığı hâlde; bir münakaşa, bir karışıklık çıkmaması; bütün bunların; ancak, son derece hâkim olan mucize sahibi, Kahhar / Mutlak Gâlip bir Zât’ın tertip ettiği işleri olduğu anlaşılır.
Böylece, Kur’an’ın büyük bir mûcize olduğu; hiç kimsenin onu taklit edemeyeceği ve hakîkatlerine karşı çıkamayacağı ortaya konmuş oluyor.