12 Mart 2020, Mehmet Âkif Ersoy’un “İstiklâl Marşı”nın TBMM tarafından “Millî Marş” olarak kabulünün 99. Yıldönümüdür. Bu vesileyle millî şairimizin İstiklâl Marşı’na niçin “Korkma!” hitabıyla başladığının hikâyesini anlatacağım.
Osmanlı Devleti, 1911 Trablusgarp Savaşı’nı, 1912-1913 I. ve II. Balkan Savaşlarını kaybetti. Balkanlarda bir Türkiye’den büyük toprak kaybettik. 1914-1918 arasındaki I. Dünya Savaşında Süveyş Kanalı’nda, Filistin’de, Ortadoğu’da, Sarıkamış’ta, Galiçya’da ve Çanakkale’de savaştık. Vatanın son direnme noktası Çanakkale’de hem deniz, hem kara savaşlarında, dönemin en modern silahlı düşmanı yendik. Ve savaş araçlarına sahip düşmanlarını yendik. Fakat bu savaşın sonunda müttefikimiz olan Almanlar ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu yenilince biz de yenik sayıldık.
I. Dünya Savaşı sonunda yenik sayılarak, ordusu dağıtılan ve ülkesi düşman ordularınca işgal edilen Türk milleti, büyük bir korku içindedir. Bu, hürriyet ve istiklâlini kaybetme, esarete mahkûm olma korkusudur. Vatanı ile bayrağı ile ve devleti ile tarih sahnesinden silinme, yabancı devletlerin boyunduruğuna girme korkusudur. İşte Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, böyle bir atmosferde 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak İstiklâl Savaşı’nın meşalesini yakmışlardır.
“Ya istiklâl, ya ölüm!” parolasıyla yola çıkan Kuvva-yı Milliyeciler, binlerce sıkıntı ve imkânsızlık içinde, bir taraftan yeniden millî bir ordu kurmaya çalışırken, bir taraftan da milleti içinde bulunduğu korku ve umutsuzluk psikolojisinden kurtarmaya çalışıyorlardı. Mücadeleye başlamanın ve başarmanın ilk şartı, özgüven ve moral güçtü. Fakat o anda orduları dağıtılan, toprakları işgal edilen ve yönetimi tutsak alınan bir ülkenin vatandaşlarında moral güç çok zayıftı, maneviyat çok bozuktu.
Savaşacağımız düşman hem sayıca, hem de silahça bizden çok üstündü. Karşımızda dünyanın en zengin ve teknolojisi gelişmiş devletlerinin orduları ve onların desteklediği Yunan orduları vardı. İşte İstiklâl Savaşı böyle bir atmosferde başladı. Milletin ve ordunun acilen maneviyatını yükseltecek bir güce ihtiyacı vardı. İstiklâl Marşı yazılması, böyle bir ihtiyaçtan doğdu.
Bu amaçla açılan “Millî Marş Yazma Yarışması”’na 724 şair katıldı, ama hiç birinin şiiri millî marş olmaya layık görülmedi. Bu yarışmaya, kazananına maddi ödül verileceği için İstiklâl Savaşının manevi komutanlarından Mehmet Akif Ersoy katılmamıştı. Maarif Vekili Hamdullah Suphi Tanrıöver vasıtasıyla, maddi ödülü istediği kuruma bağışlama şartıyla, İstiklâl Marşı yazması için kendisine rica edildi. İşte Âkif, İstiklâl Marşı’nı yazma görevini böyle bir ortamda üstlendi. Taceddin Dergâhı’nın manevi ikliminde yazdığı millî marşımıza, milletimizin ve ordumuzun ihtiyacı olan manevi gücünü artıracak bir sözcükle başlaması gerekiyordu.
Bundan sonrasını millî şairimiz Akif, yakın arkadaşı Eşref Edib’e şöyle anlatıyor: “İstiklâl Marşı’nı yazma görevini üstlendikten sonra boş odaya girdiğimde, benim bugünkü sıkışıklığımı bir Müslüman daha yaşadı mı diye düşündüm. Ülkenin her yanı düşmanla boğuşuyor diye düşünürken, Peygamber Efendimizin, Hz. Ebubekir’le Mekke’den Medine’ye Hicreti’ni hatırladım. Ebu Cehil’in yanında binlerce insan vardı. Sevr Mağarası’na sığındıklarında, Ebubekir’in endişelendiğini fark edince, Peygamber Efendimizin “Korkma Ebubekir, Allah bizimledir!” deyişini hatırladım. Peygamberimizin daha büyük bir zorlukta teslim olmayışı aklıma geldi ve marşı yazmaya ‘Korkma!’ diyerek başladım.”
Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
Unutmayın, ”Allah bir kapıyı kaparsa, bin kapıyı açar” diyen bir Peygamberin ümmetiyiz.
Mevlâna diyor ki: ”Güçlük kolaylıkla beraberdir, kendine gel, ümidi bırakma! Akıllı insan bilir ki, ölümün arkasında bile daha güçlü bir hayat beklemektedir”. Biz de 2020’nin bir umut yılı olması dileğiyle diyoruz ki: “Korkma! Hayatta korkulacak tek şey, korkunun ta kendisidir. Onu yenersen, kurtulacaksın. Başarmak için yeniden ayağa kalkıp, ümidimizi parlatıp heyecanımızı uyandıralım ve başarmaya inanalım.”
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın…
Kim bilir, belki yarın… belki yarından da yakın.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl!