Kıbrıs müzakereleri; Rumların hedefledikleri sonla/Enosis’le bitmeyeceklerini anladıkları için görüşmeleri terk etmeleriyle sonlanmış;
2018 yılında adanın her iki tarafında yapılacak seçimler nedeniyle; ”hedefi belli ama kimilerine göre belirsizlik” sürecine girmiştir!
Pekiyi, GKRY’nin çözümün olmazsa olmazı olarak gördükleri, her defasında anlaşma adına dayattıkları aşağıdaki madde başlıklarıyla adada bir çözüm olabilir mi?
-Türkiye’nin ada üzerindeki garantörlük hakkının kaldırılması,
– Türk Askerinin öncelikli olarak adayı terk etmesi,
– 1974’te evlerini, arazilerini terk eden Rumların tekrar bu bölgelere geri dönmesi,
– Maraş bölgesinin, Gazimağosa derin limanının öncelikli jest olarak Rum tarafının kullanımına terk edilmesi,
-Yeni kurulacak ‘Federatif-Birleşik Kıbrıs Cumhuriyetinin’ yönetiminin Rum Cumhurbaşkanında olması, yani yönetimin paylaşılmaması,
– Yenilenen seçim sistemiyle ‘parça devletlerde’ seçilecek milletvekillerinin tamamına yakının kısa bir süre sonra Rumlardan oluşması tuzağının kurulmasına;
Türk Milleti ve Kıbrıs Türk halkı ‘evet’ der mi?
Bu konuların detaylarına girmeden yukarıda sıralamış olduğum Rum önerileri 1968’den bugüne hiçbir müzakere sürecinde değişmemiş, GKRY bu dayatmalarından bir adım dahi geri atmamıştır.
Aslında Kıbrıs Müzakerelerinin günümüzde yaşananlarına bakıldığında;
Kıbrıs Türk tarafına; 1960’ta Kurulan Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyetinin anayasal kurucu ortağı olan Kıbrıs Türk Halkının, bu hakkının da gasp edildiği, Rum’ların hâkimiyetinde, azınlık haklarından bir fazlasının olmadığı bir yaşam hakkı sunulmaktadır.
Hele ki, adadaki çözümün Rumlara göre olmazsa olmazı, Türkiye’nin ada üzerindeki Garantörlük hakkının kaldırılması, Türk Askerinin adayı terk etmesi de gerçekleştiği an; Rumların neyi hedefledikleri daha iyi anlaşılmış olacaktır.
Bu hedef; adanın Yunanistan’a bağlanmasıdır!
1878’de Osmanlının adayı İngiltere’ye kiralamasından buyana ada üzerinde gözü, kulağı olan batı dünyasının istediği de bundan başka bir şey değildir…
Çünkü bu coğrafyada Türk Milletinin varlığı ezelden, ebede onları rahatsız etmekte, günümüzün bölgesel savaşlarının/sorunlarının hedefi daima Türkiye’ye kilitlenmekte, ülkemizin bölgesel gücü bu emperyalist ülkeleri rahatsız etmektedir.
Rum tarafının adadaki uzlaşmaz tutumuna karşılık Türkiye ve Kıbrıs Türk Halkının yönetim kadrosu, daima çözümden ama hakkaniyetli bir çözümden yana olmuş, her müzakere döneminde de bu tavrını korumuştur.
Her ne kadar 2002 yılından sonra sırf çözüme ulaşılsın diyerek, Kıbrıs Milli Davamızla ilgili pek çok konu başlığında çok taviz veren Türkiye, K.K.T.C yöneticilerinin bu tutumlarına rağmen, Rumların duruşunda hiçbir değişiklik olmamıştır.
Ama en çok da, bu müzakere sürecinde çözümün ucu dahi gözükmemişken, peşinen görüşülen ”toprak, garantörlük, asker” konuları, özellikle Rum tarafına önemli bir avantaj sağlamıştır!
2018 yılında tekrar masaya dönmesi kuvvetle muhtemel taraflardan Rum olanı; eğer müzakere masası kurulacak olursa; her defasında yaptığı gibi görüşmelere elde etmiş olduğu bu avantajlı tavizler noktasından başlayacak, Türklerde kalan Kıbrıs’ın kuzeyini de nasıl alabilirimin peşinde olacaktır!
Çünkü onların çözüm diye bir derdi yoktur!
Rumlar zaten ”Annan Tuzak Planı” senaryosunu kurgulayan/uygulayan ülkeler tarafından AB çatısı altına alınarak adada çözüme ulaşmışlardır. Onların istedikleri adanın Kıbrıs Türk Halkında kalan parçasıdır…
Kaldı ki, BM güvenlik konseyi 1963 ve 1974’te almış olduğu kararlarla:
GKRY’ni adanın yasal hükümeti olarak tanımakta; 1955’ten 1974’e yaşanan gerçekleri, Rumların Kıbrıs Türk Halkına uyguladıkları toplu katliamları, ekonomik, siyasi ambargoları, Yunanistan Cuntası güdümünde 15 Temmuz 1974’te gerçekleştirdikleri askeri darbenin sonuçlarını dikkate dahi almamıştır…
İşte tam da bu noktada yazımın başlığına gelecek olursam!
Türkiye 1974’te adaya neden müdahale etmiştir?
Türkiye bu müdahale sonrasında elde ettiği avantajlı durumuna rağmen adanın kuzeyini neden ilhak etmemiş, kendisine bağlı bir vilayet yapmamış, daha da önemlisi adanın tamamını neden ele geçirmemiştir?
Yıllardan beri sorulan bu soruların yanıtı bana göre şudur:
Türkiye’nin;
Ne emperyalist ülkeler gibi bir yapısı, ne İngiltere gibi sömürgeciliği hedefleyen bir uygulaması, ne de Yunanistan gibi türlü Bizans oyunları oynama geleneği vardır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti; Türk Milletinden aldığı güçle 4000 yıllık tarihi zenginliği, 2000 yıllık devlet olma geleneği ile neyi nasıl yapacağını bilen, uluslararası hukuka uygun davranan bir ülkedir.
Türkiye’nin 1974’te Kıbrıs adasına yasal müdahalesinin iki önemli nedeni vardır.
İlki ve en önemli olanı; adada yaşayan soydaşlarımızın Rumlar tarafından topyekûn imha edilmesini mani olmak;
Diğeri ise; Kıbrıs adası üzerindeki uluslararası yasal hakkına sahip çıkarak, Lozan’da kurulan Türk-Yunan dengesinin bozulmasını önlemektir.
Bunun için adaya müdahale edilmiştir.
Türkiye eğer istilacı/işgalci bir politika gütse, uygulamak isteseydi daha o yıllarda Kıbrıs’ın kuzeyini topraklarına katar, orayı bir vilayeti haline getirir, hatta adanın tamamını ele geçirirdi…
Hiç kimse şu gerçeği unutmamalıdır!
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluş manifestosunun dış politikasında, Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün koymuş olduğu ilke değişmemiştir: O da; ”Yurtta Barış, Cihanda Barıştır.”
Ancak ülkemizin milli menfaatleri söz konusu olduğunda, bunun korunması için 1974’te gereken ne ise o yapılmıştır, gerekirse yine yapılır. Bundan da kimsenin şüphesi olmamalıdır.
Ama hiçbir makam sahibi de;
Adada yaşanan siyasi gelişmeleri, tarihi gerçeklerinden ayırarak günümüz Kıbrıs’ında; K.K.T.C için: ”Türkiye’nin 82’nci vilayeti olmak istemiyoruz” deme hakkına sahip değildir. Hele ki, Rumların ”Birleşik Kıbrıs” avutmasına kanarak; ‘tek halk, tek egemenlik, tek devlet’ dayatmasını dahi kabul eden; ”Egemenlik Uğruna Ölünecek Leyla Değildir” diyen bir zihniyetin, bugünkü temsilcilerinin; sanki adanın kuzeyinde Türkiye’nin böyle bir talebi varmış/olacakmış gibi bir algı yaratmalarına hiç hakkı yoktur.
Türkiye; bölgesinde gelişen olaylara göre milli menfaatleri neyi gerektiriyorsa onu yapmaya muktedir bir ülkedir. Bugüne değin Türkiye’nin Kıbrıs konusunda uyguladığı/uygulayacağı politikalar; Türk Milletinin, Kıbrıs Türk Halkının menfaatlerine uygun yürütülmüştür. Türkiye, bu politik çizgisini uluslararası antlaşmalardan doğan hakkı, hukuku çerçevesinde korumuş, uygulamıştır.
Bu nedenle K.K.T.C’de en önemli görev makamında oturanların, bu tür söylemlerle halkın zihnini bulandırmadan; Rumlara, emperyalist güçlere karşı Kıbrıs Türk Halkının adadaki yasal, siyasi ve tarihi haklarının korunması için daha fazla çalışmaları öncelikli görevleri olmalıdır.
Artık Kıbrıs Türk Halkı için zaman o zamandır;
Müzakereler süreciyle oyalanmadan, 82’nci vilayet mi olacağız takıntısı yapılmadan K.K.T.C’nin uluslararası camiada tanınması yönünde hazırlıkların yapılması, şimdiden diplomatik çabalara başlanması; adadaki mevcut duruma da, halkın yaşam gerçeklerine de en uygun olanıdır.