İTÜ den Birkaç Sınıf Arkadaşı

91

Levent Ünsal ve  İ.T.Ü Makina Fakültesinden (1968/73) birkaç sınıf arkadaşının hikayesi

Gerçek hikayedeki isimler de, gerçektir. Zaten, e mektup olarak, TÜM sınıf arkadaşlarıma ve diğer kahramanlara gönderildiği için yayınlanmasında mahzur görmedim.

1.  BÖLÜM.

Ekim 2008, kriz patlamış, Asmaş Ağır Sanayi Makinaları A.Ş deki çalışma yıllarımdan mesai arkadaşım,

meslektaşım ve sıcak haddehane makinaları imalat firması sahibi Cemal, tahsilatlarını yapamadığı için,

çok zor durumda. Cemal; hadde makinaları ve Türkiye de imal edilmiş en büyük güçte (1500 kw) redüktörlerin

tasarımcısı. Elinde büyükçe sipariş var, bitirebilse biraz rahatlayacak ama tezgahları hacizde ve en ağır tezgahlarından birini (borverk), vasıflı çelik malzeme satıcısı bir firma götürmek üzere.

Cemal benden yardım istiyor. Siparişin bitimine kadar tezgahı götürmeseler olur mu.?

Ben, firmayı ve sahiplerini tanıyorum. Bunların yakın dostu olan, Çelik levha malzeme satıcısı bir firmanın ortaklarından birini, çok daha iyi ve 25 yıldır tanıyorum. Bu konuda görüşmeye gidiyor ve konuyu anlatıyorum.

Sonrası şöyle. Şahıs: “Senin, hazırda 30.000 T.L paran var mı?”. Ben: “Niye ki”. “Peki bu tezgahı başka biri götürürse ve benim dostum parasını kurtaramazsa, ben bu parayı ona ödemek zorunda kalacağım. Bu durumda sen bu parayı bana ödeyebilecek misin?”. “Hayır, ödeyemem”. “O zamanda böyle bir şey isteyemezsin”.

“Valla hakkaten, haklı gibisin”. ” Ama istedin ve sen iyilik istemiş oldun, ben ise bu iyiliği geri çevirmiş oldum, beni güç durumda bıraktın”. “Haklısın yani ne diyeyim”. “Sen kimseye gücünden fazla iyilik yapamazsın değil, isteyemezsin”. “Yani maddi güçten bahsediyorsun”. “Ne dersen de, paran kadar iyi olabilirsin ancak”.

“İşte orasını da sen bilemezsin. İşte tam orası, senin, paranın, kapsama alanı dışına çıkar”.

“Bu ne demek şimdi”. “ Boşver,  eyvallah”.

Çok üzülmedim, sadece gönlümdeki yerine bir çizik attım. Anladım ki onun da gönlünde, bana karşı

en küçük bir muhabbet yokmuş. Tersine, bir birikimi varmış. Haddimi bildirmek için fırsat kolluyormuş.

Çünkü sadece ve nazikçe “hayır” diyebilirdi, ama bana karşı biriktirdiklerini, kustu adeta.

 

Yine de biraz kendime kızgın, oradan yeni uzaklaşmıştım. İsa Tekeli’ den bir cep telefonu geldi.

İki yıldır, ben, Abdül Ağam, İsa telefonla sürekli görüşüyorduk. İsa, felç geçirmiş Niğde de evinde yatıyordu.

İsa: “ Levent oğlum senin sayende okulu bitirdim”. “Sen de, bunu hep söyleyip duruyorsun,

Olay şöyle idi. Ağır lise yıllarından sonra, rahatlamanın verdiği haylazlıktan, belki de uyum sorunundan ve bu nedenle konsantrasyonumun bir şekilde bozulmasından olacak, ikinci yarıyıl sonunda dersleri doğrudan temizleyemediğim için, Türk Eğitim Vakfından aldığım burs kesilmiş, başkaca para kaynağım olmadığı içinde okula bir yıl ara vermek zorunda kalmıştım. Bundan tam haberi olmayan, topçu okulundan yeni mezun subay abim, beni bir yarıyıl madden destekleyince ve bu kez  kredi çıkınca okula devam edebilmiştim.

Sadece, laboratuvarlı derslerden vizesiz duruma düşmüştüm ve bir yıl geriden geliyordum. Var gücümle ders çalışmaya başlamıştım. Geceleri okulda kalıp, ders çalışıyordum. İsa ise, salt haylazlıktan, gerilerden geliyordu.

Onu da zorla yanıma çekmiştim, bir yoldaş gerekti yanıma çünkü. Ekibe Yunus Gömleksiz de zaman zaman katılıyordu. Neyse ben, bir yarıyıl hasarla toparladım okulu. Ben, İsa, Yunus mezun olduk. İsa yıllar, yıllar boyunca, bunun sözünü edip durdu. Ama bu son aradığında, bunları yinelemesi bana epeyi iyi gelmişti.

Çünkü az önce büyük bir iyilik bozgununa uğramıştım.                                                                                                                                                                

.

Bu güne göre, üç yıldan fazla bir zaman olması gerek, Gazi Antep te yaşayan, Abdül Ağam, bir gün, beni  birdenbire evden aramış ve uzun uzun anlatmıştı, bende dinlemiştim. Eşini kaybedeli epeyi olmuştu ama, galiba üzüntüsü büyük ve tazeydi. Morali yerinde değildi. Ben böyle hissettiğim için yalvar yakar olmuştum, gel misafirim ol, çocukları da al, hepinize yer var. Razı edememiştim ama bence galiba bu candan yaklaşımım, yoğun bir telefon-mesaj iletişiminin başlamasına neden olmuştu.

Abdül Ağama daha çok, mesajla şiirler gönderiyordum. Bir mesajda Nazım’dan bir şiir parçası göndermiştim.

 

“ Bir bayrak gibi, ipin ucunda sallansaydım keşke”, demeyeceksin.

  Yaşamakta ayak direyeceksin.

  Belki bahtiyarlık değildir artık,

  boynunun borcudur fakat.

  Düşmana inat.

  Bir gün fazla yaşamak.”

 

Abdül Ağam,  meslek odalarında örgütlü siyasi mücadeleyi hiç bırakmamıştı.

Bir gün telefon etti:  “Levent, TMMOB Genel Kurulundan geliyorum. Söz aldım, kürsüye çıktım, bu şiiri okudum,

senden de bahsettim”. “Sağ olasın Abdül Ağam”.

Vay be, bu genel kurullardan ne kadar uzak kalmışken, içinde oluvermiştim. Çok duygulanmıştım..

 

Yine 2008 Eylül sonu Ekim başı,

Bir Cuma günü atölyedeyim, İsa aradı, “ Levent, Abdül Ağayı ara “. Hemen aradım, oğlu Sercan çıktı telefona,

“Hayrola, Abdül Ağam nerede”. “Babam hasta”. “Peki konuşayım”. “İyi değil”. “ Neredesiniz”. “ Hastanede”

Devam eden konuşmalardan, Abdül Ağamın beni çağırdığını hissettim. Karar vermeye çalışıyordum. Hemen verdim. İnternete girdim, ümitsizce denedim, yaşasın, kredi kartımla uçak biletimi alabildim.

Sercan ı tekrar aradım.

“Pazar sabahı, şu saatte Gazi Antep teyim”.

Sercan gelişimi sevinçle karşıladı gibi geldi bana, hissettirmek istemese de.

Ve pazar sabahı, Havaalanından beni  karşıladı. Gazi Antep merkezine kadar çok uzun bir yol vardı. Sercan genç bir meslektaşımızdı. Anlattı yol boyunca; Abdül Ağamın durumu iyi değildi. P tesi son bir mide ameliyatına girecekti. Küçük kız kardeşi Özge liseyi yeni bitirmiş ve 9 Eylül-İzmir, Mühendislik Fakültesi, Mimarlık

Bölümünü kazanmış ve üç hafta sonra da İzmir de okulu, dersleri başlayacaktı.

Gazi Antep e, Hastaneye vardık, odasına girer girmez Abdül Ağama ne diyeceğimi biliyordum. Odaya girdim.

Özgecik refakatçı kalmış, uykusuz, abisini bekliyordu. Eve gidecekti. 9 yıl önce annesini kaybetmiş şimdi de babasını kaybetmek üzereydi. Yüzünde derin bir keder, sessiz, mahcup bir itiraz  okunuyordu.

Abdül ağam çok bitkin yatıyordu. Beni görünce çok şaşırdı, biraz doğrulmaya çalıştı. Usulca sarıldım, sarmaladım.

Abdül Ağam: “Bunu hiçbir zaman unutmayacağım”.

Ben toparlandım. Sanki bir aksilik olurda söyleyemem endişesiyle, soluksuz sıraladım diyeceklerimi.

“Abdül Ağam, sen Özgeyi hiç düşünmeyeceksin. Benim iki kızım vardı büyüdüler, ama ben kız çocuklarına  

doyamadım, Özge bizim kızımız olacak. Sen yarınki ameliyatına çok yüksek bir moralle gireceksin tamam mı”

Abdül Ağamı yormadan, gün boyu sohbet ettim, arada Sercan la kantine indik sohbet ettik.

Bir ara Gazi Antep merkeze gittim, gördüm, geldim. Dönüş vakti geldi. Abdül Ağamla vedalaştım.