“Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini, Yok mu kurtaracak bahtı kara maderini”
Namık Kemal
Hrant Dink’in ölüm yıldönümünde ve mahkeme tarafından verilen kararı da protesto etmek amacıyla, kırk bin civarında “ERMENİ”nin İstanbul’da yürüdüğüne şahit olduk.
Bu Ermeniler arasında; PKK’lı, marksist, liberal, İslamcı ve kapitalistler başta olmak üzere her görüşten insan vardı. Demek ki bu Ermeniler, bunca yıl çok çalışmışlar, eğitime önem vermişler ve bir görüş etrafında toplanmaktansa her tarafa dağılarak kim iktidar olursa olsun hep iktidar olmuşlar. Bu topluluğa bakınca bunu hemen anlıyorsunuz.
Merhum Hrant Dink’in öldürülmesinin arkasında gizli örgüt arayanlar, öyle pek uzağa bakmasınlar. Dink’in ölümünün ardından dakikalar sonra, onbinleri Taksim’den Harbiye’ye doğru yürüyüşe geçiren ve her görüşten kırk bin Ermeni’yi bir araya toplayan güç, ülkemizdeki en büyük gizli güç ve örgüttür diye düşünüyorum. Çünkü bu millet, vatanı için şehit olanların ardından bile 40 bin kişi ile toplanmayı başaramamıştır. Onun için bu kadar topluluğu bir araya toplamayı başaranların savcılarımız tarafından mutlaka tahkiki gerekir.
Bu kadar çok Ermeninin yürüyerek bir nümayişte bulunması, Erdoğan Aslıyüce’nin kulakları çınlasın, bana bu güne kadar ortalıkta nedense pek konuşulmayan, İstanbul’un işgalini hatırlattı. Oysa İstanbul, 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi’nden sonra işgal edilmiş ve 6 Ekim 1922’de Türk Ordusu tarafından resmen yeniden geri alınana kadar işgal altında kalmıştır. Bu dört yıllık süre, İstanbul ve İstanbullular için çok önemlidir. Bu dönemin bütün olan bitenle ve tüm açıklığıyla, günümüzde bilimsel bir hipnozla derin uykuya sokulmuş olan Türk Milletince, iyi bilinmesi gerektiğini düşünüyorum.
Bunu hemen İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayınlanan, İ. Hakkı Sunata’nın “İstanbul’da İşgal Yılları” adı altında çıkan kitaptan temin ederek, yapabilirsiniz. Sunata; pek fazla görmeye alışık olmadığımız tarzda bir günlük tutarak, İstanbul’un işgalinde yaşananları gün gün yazmış. Kitapta bugün yaşananları da yorumlayabileceğiniz ilginç tespitler var.
Örneğin “Dünkü gazetelerin yazılarından sezdiğim idare kısırlığı, bütün kabinede tamı tamına mevcut. Ama böyle zamanlarda kabinenin idare kabiliyetsizliği çok esef verilecek bir şey ise, onun böyle zayıf idaresini isteyenler de o derece nefrete layık. Hakikaten bu memleket, iyi idarecilerden tamamen mahrum. Önümüzdeki zamanlar pek karanlık. Çalışılsa, milli istiklal elde edilse bile adamsızlık, yine bu memleketi felaketlere sürükleyecek” gibi… Geçtiğimiz günlerde yürüyen Ermenilere bakınca onların adamsızlık sıkıntısı yok. Sıkıntı her daim bizde…
Yazar, İstanbul’un işgalini protesto için yapılan Sultanahmet Mitingi’ni anlatırken ” Tayyare Şehitleri Anıtı’na bakan cephedeki balkona baştanbaşa siyah bir örtü örttüler ve arkadan kırmızı rengi siyaha çevrilmiş beyaz ay yıldızlı bayrakları çıkararak astılar. Daha konuşma başlamadan, pek çok kimse bu siyah bayrakları görünce, hele kadınlar “Ah …ah… bunu da mı görecektik böyle…” diye ağlaşmaya başladılar. Benim bile gözlerim yaşarmıştı. Bir teessür uğultusu geliyordu halktan. Hiçbir konuşma yapılmasa, yalnız bu gösteri, halkın acı duygusunu anlatmaya yeterliydi.” diye söylüyor. Peki bu siyah bayrakların asılmasında ekalliyetlerin İngiliz, Fransız, İtalyan işgal kuvvetleri ile olan yakın ilişkilerinin bir rolü var mıydı?
Yine Sunata’nın günlüğünden okumaya devam edelim “14 Temmuz, Fransızların milli bayramı. Rumlar ve Ermeniler bu neşeli bayram şerefine mağaza ve dükkanlarını kapatarak milli bayrama katılmışlar. Gece şenlikleri, hava fişekleri, ışıklandırılmış uçaklar İstanbul göklerini kapladı.” 19 Mayıs Bayramımızı halktan kaçıran ve 23 Nisan, 30 Ağustos ve 29 Ekim’i de sıraya sokan anlayışı ben anlıyorum da, bu satırlar size onu anlatabiliyor mu?
Her türlü melaneti Atatürk’te arayan ve Osmanlı – Türk İmparatorluğunu yücelten Gayri Türk unsurlara bir cevapta, bu hatıralarda Süleyman Nazif’ten geliyor “Süleyman Nazif… bilhassa İstanbul’u zapt eden Fatih’ten bahsederken, onun büyük bir yanlışlık yaptığını, Rum Patrikliğini ve İstanbul Rumlarını geniş imtiyazlarla yerinde bıraktığını ve bunun bugünkü neslin başına büyük dertler açtığını ve Fatih’in bu hatasının asla affedilmeyeceğini kendine mahsus taşkın heyecanla anlatırken, Veliaht Abdülmecit Efendi “bugünkü torunları bu hatayı düzeltecektir” manasına gelen bir cümle sarf etti ve şiddetle alkışlandı.” Kim demiş efendim? Veliaht Abdülmecit Efendi ve şiddetle alkışlanmış. Demek Fener Rum Kilisesi ve başpapaz Osmanlı içinde bir rahatsızlık sebebi imiş…
Fransız yönetici Clemenceau o zaman yaptığı bir Londra seyahatinde Lloyd George’la ile görüşür ve Türklerin İstanbul’dan tamamen çıkarılması fikrinde iştirak ederler. Sonra da milletlerarası bir kontrol altında bulunmak şartıyla İstanbul’da bırakılmalarına razı olurlar. İstanbul’la ilgili günümüzde yapılan tartışmalarla bu yazdıklarım size bir şeyler çağrıştırıyor mu?
“Hepimiz Ermeniyiz” diye tozu dumana katan Ermenilere de son cevabı; rahmetli Reha Oğuz Türkkan’ın 1977’de yani tam 35 yıl önce yazdıkları ile verdirelim “Fikir, ciddi ve masum bir ilim konusu kılığındadır. Halbuki altında yatan maksat siyasidir. Siyasinin de ötesinde milli ihanet niteliğindedir. Yaygınlaştırılmağa çalışılan fikir, Türkiyeli Türk’ün aslında Türklükle az bir ilişkisi olduğudur. Bu iddiaya göre, bugünkü Türkiyeliler; Selçuklu yani Orta Asya Türklerinden çok, Hititlerin, Friklerin, Helenlerin, Asurluların torunlarıdır! Yani “Anadolu Halkları”nın devamıdır. Sadece dilce ve biraz da kültürce Türkleşmişlerdir.” Görüyorsunuz değil mi? Bu oyun bugün Türkiye’yi yönetenlerce, Türk Milletinin 36 etnik parçadan olduğu yalanı ile sürdürülmektedir. Yıllar ve yüzyıllar geçiyor oyunun senaryosu hiç değişmiyor. Ne dersiniz sayın Ermeniler, haksız mıyız?