Oğuz Çetinoğlu: Peygamber Efendimiz (sav) buyuruyor: Din nasihattir. Nasihat aynı zamanda ‘tebliğ’ demektir. Peygamber (sav) Efendimiz’in tebliğ yöntemleri hakkında bilgi lütfeder misiniz? Prof. Adnan Demircan: Hz. Peygamber, Mekke toplumunda öncelikle inançtaki yozlaşmayı gidermeye çalışmıştır. Zira akidesi bozuk, disipline alışmamış bir toplumun ıslahı mümkün değildir. Hz. Peygamber, sağlam bir tevhit inancının, değişimin anahtarı olduğunu biliyordu. Bu sebeple birçok konuda gösterdiği müsamahayı tevhidi zedeleyici talepler karşısında göstermemiştir.
Dinin tebliğinde kullanılan temel yöntemlerden biri olan tedricilik, melekelerin gelişmesi, bilincin oluşması, anlayış ve kavrayışın sonraki aşamalara hazırlanması bakımından önemlidir. Hz. Peygamber, birçok emrin tebliği sırasında muhataplarım doğrudan hükümle karşı karşıya bırakmak yerine onları hazırlar, sonra hükmü tebliğ ederdi. Toplumu hazırladıktan sonra verilecek emirlere uyulmada veya yasaklardan kaçınmada büyük bir hassasiyet olacağı muhakkaktır. Bu uygulama, en açık şekliyle alkollü içeceklerin yasaklanmasında görülmektedir.
İslâm’ı anlatırken öncelikle insanların sağlam bir imana sahip olmalarını temenni etmek, bu husustaki eksiklikler üzerinde durmak ve tebliğin konusunu belirlerken buna önemli bir yer ayırmak, başta vurgulanması gereken bir konudur. Sağlam bir iman üzerine kurulmamış dinin köklü değerler oluşturduğunu söylemek mümkün değildir. Gerek Hz. Peygamber’in, gerekse diğer Peygamberlerin faaliyetleri incelendiğinde öncelikle kendi dönemlerinde yaşayan insanları tevhide davet ettikleri, inanç alanındaki sapmaları düzeltmeye ve hurafelerden uzak bir inancı yaymaya çalıştıkları görülür. İman ile beraber insanın ahlakî eksikliklerinin tamamlanmasına yönelik çalışmaları da ihmal etmemek gerekir. Çünkü dinin temel hedeflerinden biri, insanları getirdiği ahlakî sistemin içerisine dâhil etmektir. Ahlakî çöküntü içindeki bir toplumun âdil bir hayat standardı geliştirmesi söz konusu değildir.
Çetinoğlu: Peygamber Efendimiz’in çalışma prensiplerinden de söz eder misiniz?
Prof. Demircan: Hz. Peygamber’in en önemli özelliklerinden biri, yapacakları konusunda yakın arkadaşlarıyla istişare etmesi, onların görüşlerini dikkate almasıydı. Danışarak iş yapmak, Kur’ân’da müminlerin vasıflarından biri olarak zikredilir.
Hz. Peygamber bir konuda görüş beyan ettiğinde Müslümanlar, farklı bir düşünceye sahiplerse o görüşün Allah’tan mı yoksa kendisinden mi olduğunu sorarlardı. Hz. Peygamber, istişareye verdiği önemden dolayı, Uhud Savaşı’nda şehirde kalıp savunma savaşı yapmayı düşündüğü halde, çoğunluğun kararına uyarak şehir dışında meydan savaşı yapılması görüşünü benimsemiştir. İstişareye çok önem verdiği için Yahudiler ve münafıklar, “O bir kulaktır.’ diyerek kendisiyle alay ederlerdi. Yüce Allah, onların bu eleştirisine, ‘O, sizin için bir hayır kulağıdır. Çünkü O Allah’a inanır, müminlere güvenir ve O, sizden iman edenler için de bir rahmettir.” buyurur.
Çetinoğlu: Dikkat çekmek için kendisine has taktikleri var mıydı?
Prof. Demircan: Dikkati çekmek için bâzen soru sorarak söze başlardı. Ebû Zer’e, “Namazı geciktiren bir toplumun içindeyken durumun nasıldır?’ diye sordu. Dikkati çekilen Ebû Zer, “Siz ne buyurursunuz?” şeklinde karşılık verdi. Hz. Peygamber, “Namazı vaktinde kıl, sonra işine git, sen mescitte iken namaz kılınırsa sen de namaz kıl.” buyurdu.
Ebû Hureyre’nin anlattığına göre Allah Resulü bir gün, “Hanginiz evine döndüğü zaman üç adet gebe, iri, semiz deve bulmak istemez?” diye sordu. Orada bulunanlar, “Hepimiz isteriz.” diye cevap verdiler. “Öyleyse kim namazda üç âyet okursa bu, ona üç iri ve semiz deveden daha hayırlıdır.” buyurdu.
Resûlullah bir gün, “Sizin aranızda kimi pehlivan sayarsınız?” diye sordu. Ashâb, “Erkeklerin yenmeye muvaffak olamadığı kimseyi.” dediler. Resûlullah, “Hayır! Gerçek pehlivan öfkelendiği zaman nefsine hâkim olabilen kimsedir.” Buyurdu.
Çetinoğlu: Söylediklerini sık sık tekrarlar mıydı?
Prof. Demircan: Bir fikrin kabul edilmesini ve zihinlere yerleşmesini sağlamak için tekrar edilmesinin faydası inkâr edilemez. Bugün bir malın reklâmının her gün defalarca tekrar edilmesinin maksadı o malın adını şuur altına yerleştirmektir. Kur’ân-ı Kerim’de de bazen bir konu veya âyet birden fazla tekrar edilir. Bunun örneklerinden biri Rahman suresinde, “Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?” âyetinin defalarca geçmesidir. Hz. Peygamber de bazen sohbetleri sırasında önemli gördüğü şeyi tekrar ederek Müslümanların dikkatini oraya çekerdi.
Çetinoğlu: Kısa hikâyelerden de faydalanıldığı oluyor…
Prof. Demircan: Anlatılan şeylerin kolay anlaşılmasını ve kalıcılığını sağlamak maksadıyla zaman zaman muhataba kıssalar anlatmak yararlıdır. Bazen bir kişiye doğrudan söylenecek bir şey, onun rencide olmasına sebep olabilir. Böyle durumlarda verilmek istenen mesajın bir hikâye ile anlatılması daha faydalıdır.
Çetinoğlu: Peygamber Efendimiz de bu yöntemi kullanır mıydı?
Prof. Demircan: Hz. Peygamber’in (s) anlattığı hikâyelerden biri şudur: Hikâyeye göre, bir adam, sadaka vermeye azmeder. Sadakayı geceleyin rastgele birinin eline sıkıştırır. Ertesi gün adamın bir hırsız olduğunu öğrenir. Hatasını telâfi etmek için, ikinci kere sadaka verir. Bu sefer de sadakayı zâniye bir kadına verdiği anlaşılır. O da üçüncü sefer sadaka verir. Bu da bir zengin çıkar. Bunun üzerine adam, “Ey Rabbim! Bu ne iştir, bana bir defasında hırsıza, bir defasında zâniyeye, bir defasında da zengine sadaka verdirdin.” der. Adama rüyasında, “Senin hırsıza verdiğin sadaka, belki bundan sonra onu çalmaktan vazgeçirecek; zâniye kadına verdiğin sadaka, belki onu zinadan vazgeçmeye sevk edecek; zengine verdiğin sadakaya gelince, belki o zengin bunda taklit edilmesi gereken bir örnek görecek ve Allah’ın kendisine verdiği servetten bir miktarım o da sadaka olarak başkalarına verecek.” denilir.
Çetinoğlu: Efendimizin ‘Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız!’ buyruğunu yanlış yorumlayanlar var.
Prof. Demircan: Evet! İnsanları sürekli korkuyla baskı altında tutmak doğru değildir. Hz. Peygamber bir hadislerinde “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; müjdeleyiniz, korkutmayınız.” buyurmaktadır. İslâm inancının Hz. Peygamber’e uzun bir zaman içinde vahyedilmesi, İslâm’ın kolaylaştırıcı özelliklerinden biridir. Zira Kur’ân bir defada inmiş olsaydı Onu öğrenmek ve hayata geçirmek, şirke batmış bir toplumda yaşayan insanlara zor gelirdi. Bir defasında Necid halkından saçı-başı dağınık biri Resûlullah’ın huzuruna gelmişti. İslâm’ın ne olduğunu sordu. Resûlullah, “Bir gün ve bir gecede beş vakit namaz.” buyurdu. Soruyu soran şahıs, “Bu namazlardan başka yapmam gereken bir şey var mı?” diye sordu. Hz. Peygamber, “Hayır, nafile olarak kılmak istersen kılarsın.” buyurduktan sonra ekledi: “Bir de Ramazan orucu var.” Adam sordu: “Üzerimde bundan başkası olacak mı?” Hz. Peygamber, “Hayır, istesen nafile oruç tutabilirsin. Yalnız bir de zekât var.” dedi. Adam, “Yapmam gereken daha başka bir şey var mı?” diye sordu. Resûlullah, “Hayır, nafile olarak sadaka vermek istersen verirsin.” buyurdu. Bunun üzerine Necidli kalkıp giderken, “Vallahi bundan ne fazla, ne eksik bir şey yaparım.” dedi. Hz. Peygamber de, “Eğer doğru söylüyorsa kurtuldu.” buyurdu.
Çetinoğlu: İslamiyet’in güzel âdetlerinden biri de hediyeleşmek…
Prof. Demircan: Hz. Peygamber kendisine verilen hediyeleri aldığı gibi, ziyaretine gelenlere hediye vermeye özen gösterirdi. Vefat etmeden önceki son vasiyetlerinden biri, Medine’ye gelen heyetlere hediye vermeyi tavsiye etmesidir. Hz. Peygamber bir hadiste, “Karşılıklı hediyeleşiniz; zira hediye, kin ve husumeti giderir.” buyurmaktadır. Huneyn ganimetlerini taksim ederken müşrik Mekkelilere ve yeni Müslüman olan bazı kimselere o kadar ihsanda bulunmuştu ki, bu ihsanı onları, İslâm aleyhinde faaliyette bulunmaktan alıkoymuştu.
Çetinoğlu: Tebliğte zaman ve mekân önemli mi?
Prof. Demircan: Tebliğ çalışmaları her zaman ve zeminde yapılabilir. Önemli olan, zaman ve zemine uygun yöntemler kullanmaktır. Her zaman nasihat eden konumunda tebliğ yapılmaz. Bazen yolda yürürken görülen çöpün kaldırılması bile olaya şahit olanlar üzerinde olumlu bir etki bırakabilir.
Her zamanın ve zeminin kendine has şartlan ve dili vardır. Bunlara dikkat etmeden yapılacak çalışmalar sonuçsuz, hatta zararlı olabilir. İnsan bazı zamanlarda etkilenmeye daha çok müsaittir. İnsanın bu zamanlarım kollamak gerekir.
Hz. Peygamber, dini anlatacağı ortamlar bulduğu zaman mutlaka insanlara tebliğde bulunur, hatta bu ortamlarda şartları da zorlardı. Mesela Mekke döneminde susturulması için her türlü çabanın gösterildiği zamanlarda bile hac döneminde kurulan panayırlara gelen ziyaretçilerle konuşma ortamı geliştirerek dini tebliğ ermeye çalışırdı. Bir hadiste, “Her yere uygun bir söz vardır.” buyrulmaktadır. Nitekim Hz. Peygamber, kendisine değişik zamanlarda ve yerlerde farklı kişiler tarafından sorulan sorulara değişik cevaplar vermiştir.
Çetinoğlu: Her Müslüman tebliğden sorumlu mu?
Prof. Demircan: İnsanları doğruya çağırmanın, bilgilendirmenin, dinî emirleri ve yasakları hatırlatmanın Müslüman için çok önemli bir yükümlülük olduğu muhakkaktır. Bazen bilenlerin de uyarılmaya ihtiyaçları olur. Her Müslüman, bilgisine ve yeteneğine göre iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmakla mükelleftir. Öte yandan Müslüman, hem yaşadığı topluma karşı, hem de kendisine karşı tebliğ yapmakla yükümlüdür. Zira yozlaşmış bir toplumda yaşayan insanın çevresinden zarar görmesi kaçınılmazdır.
Çetinoğlu: İki cihan serveri Efendimiz, aynı zamanda hareketleriyle de Müslümanlara örnek teşkil ediyordu. Hangi özellikleriyle?
Prof. Demircan: O, sözü-özü bir olan, kendisine gelen vahye en fazla uyan, Allah’a itaatte muhataplarından çok ileride olan bir insandı. Yapmadığı bir şeyi başkasından istemediği gibi, kendisini muaf tuttuğu bir yasak da söz konusu değildi.
Hz. Peygamber, tebliğinde karşılaştığı sıkıntılara sabırla karşı koymuştur. Öte yandan tevazu, O’nun kişiliğinin belirgin özelliğidir. Muhatabı kim olursa olsun ona değer verirdi. Allah’ın izin verdiği ölçüde insanlar için dini kolaylaştırmak ve dünya-ahiret dengesini gözetmek, dikkat ettiği bir husustu. Dünyaya kapılıp bağlanmayı uygun görmediği gibi, tamamen uzaklaşmayı da tasvip etmezdi. Müsamahaya önem verir; ancak dinî kuralların yerine getirilmemesine göz yummazdı.
İslâm’ı tebliğ eden Hz. Peygamber, dini insanlara zorla kabul ettirme yolunu benimsememiş; sadece tebliğ yaparak kendi sorumluluğunu yerine getirmiştir. Bu arada karşılaştığı bütün sıkıntılara rağmen ümidini yitirmemiştir.
Çetinoğlu: Kılık kıyafeti nasıldı?
Prof. Demircan: Sevgili Peygamberimiz, kıyafetine önem verir; muhatabının karşısına bakımlı bir şekilde çıkmaya özen gösterirdi. Muhatabına güzel bir şekilde ve anlaşılır bir dille hitap etmeye önem verir; nezaketiyle insanları etkiler; onları bıktırmaktan ve çirkin örnekler vermekten kaçınırdı.
Hz. Peygamber, güvenilir ve dürüst olma, sözünde durma, yalan söylememe gibi erdemli davranışlarla Müslümanlar için örnek bir tebliğci olmuştur. Muhatabını tanımaya ve onun anlayacağı dilden konuşmaya özellikle dikkat ederdi.
Hz. Peygamber, tebliğ sürecinde tedricîlik, danışma, soru sorarak muhatabını hazırlama, tekrarlama, anlatılmak isteneni kıssalar yardımıyla anlatma, kolaylaştırma ve muhatabının gönlünü kazanma gibi yöntemlerden yararlanmıştır. İnsanlarla konuşabileceği ortamları kollar ve fırsat bulduğunda tebliğ yapardı.
Çetinoğlu: Çok genel mânâda, ‘tebliğ‘den maksat ne olmalıdır?
Prof. Demircan: İnsanın mükemmel hasleterle donatılmasını sağlayacak şekilde yetiştirilmesi, geçmişten günümüze güncelliğini koruyan önemli hedeflerden biridir. Eğitimciler, bu hedefe ulaşabilmek için uygulamalarıyla insanlığa yön veren şahsiyetlerin faaliyetlerini dikkatle incelemek durumundadırlar.
Peygamberler, insanı manevî açıdan olgunlaştırmayı ve ona kâmil bir kişilik kazandırmayı hedefleyen, bu alanda da en başarılı olan insanlardır. Bu sebeple varlığının şuuruna ermesini sağlayarak bireyi yücelten, onun bütün varlıklarla yaradılışına uygun ilişkiler kurmasını sağlayan, dünyasını ve âhiretini mamur eden peygamberlerin eğitimde hangi yöntemleri kullandıklarını bilmek, bugün karşılaştığımız problemleri çözmemizde bize yol gösterecektir.
Çetinoğlu: Peygamberlerin görevi, ‘tebliğ‘den mi bârettir?
Prof. Demircan: Bilindiği gibi peygamberlerin tebliğ görevleri olduğu gibi tebyin görevleri de vardır.
Çetinoğlu: Konunun uzağında bulunan okuyucularımız için ‘tebyin‘ kelimesinin mânâsını açıklar mısınız?
Prof. Demircan: ‘Tebyin‘ kelimesi sözlükte; ‘Beyan etmek, açıklamak, izah etmek, gerçeği ortaya koymak‘ olarak açıklanır. Allah (cc) Kur’an’ı, Hz. Muhammed’e, insanlara açıklasın diye indirmiştir.
‘Tebliğ‘ ve ‘tebyin‘… Bu iki temel görev, esasen eğitimle ilgilidir. Nitekim Hz. Peygamber, Yüce Allah’ın O’nu bir muallim olarak gönderdiğini ifade eder.
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed bir taraftan kendisine gelen vahyi insanlara aynen tebliğ ederken, diğer taraftan insanların kabule hazır olabilecekleri zamanları kollayarak sözlü ve uygulamalı olarak açıklamış, anlatmış ve görevini en iyi şekilde yerine getirmiştir.
Prof. Dr. ADNAN DEMİRCAN: 1964 yılında Mardin’in Ömerli ilçesinde doğdu. 1987’de Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı yıl Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde İslâm Tarihi ve Uygarlığı Bilim Dalında Yüksek Lisansa başladı. 1989 yılında Yüksek Lisansı, 1994 yılında aynı Enstitüde Doktorayı tamamladı. Ocak 1992’de Harran Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’ne İslâm Tarihi Araştırma Görevlisi, 1994 yılında Yardımcı Doçent olarak atandı; Ekim 1996’da Doçent, Şubat 2003’te Profesör oldu. Çalışmalarını İslâm Tarihinin ilk dönem siyasî tarihi, özellikle de muhalif gruplar üzerine yoğunlaştıran Demircan’ın yayımlanmış birçok kitabı, müşterek çalışmalarda bölüm yazarlığı ve makalesi bulunmaktadır. Ayrıca çeşitli çeviri ve telif projelerinde editörlük yapmaktadır.
1. Hz. Ali’nin Hilafet Hakkı Meselesinde Gadîr-i Hum Olayı, Beyan Yayınları, 1996; 2. Basım, Beyan Yayınları, İstanbul 2014. 2. Hâricîlerin Siyasî Faaliyetleri, Beyan Yayınları, İstanbul 1996; 2. Basım, Beyan Yayınları, İstanbul 2015. 3. İslâm Tarihi’nin İlk Asrında İktidar Mücadelesi, Beyan Yayınları, İstanbul 1996; 2. Basım, Beyan Yayınları, İstanbul 2014. 4. İslâm Tarihi’nin İlk Döneminde Arap-Mevali İlişkisi, Beyan Yayınları, İstanbul 1996; 2. Basım, Beyan Yayınları, İstanbul 2015. 5. Nebevî Direniş Hicret, Beyan Yayınları, İstanbul 2000; 2. Basım, Beyan Yayınları, İstanbul 2015. 6. Hâricîlik Mezhebinin Doğuşu Bağlamında Din-Siyaset İlişkisi, Beyan Yayınları, İstanbul 2000; 2. Basım, Beyan Yayınları, İstanbul 2015. 7. Ali-Muâviye Kavgası, Beyan Yayınları, İstanbul 2002; 2. Basım, Beyan Yayınları, İstanbul 2010; 3. Basım, Beyan Yayınları, İstanbul 2014. 8. Hz. Ali Dönemi ve Ehl-i Beyt, Beyan Yayınları, İstanbul 2008; 2. Basım, Beyan Yayınları, İstanbul 2014. 9. Cahiliyeden İslâm’a Kadın ve Aile, Beyan Yayınları, İstanbul 2015. 10. Kabile Topluluklarından Akide Toplumuna, Beyan Yayınları, İstanbul 2009. 11. Kerbela: Keder ve Belâ, Beyan Yayınları, İstanbul 2014. 12. Tarihin Akışını Değiştiren Son Peygamber, Beyan Yayınları, İstanbul 2014. 13. Râşid Halifeler, Beyan Yayınları, İstanbul 2015. 14. Cahiliye Arapları, Beyan Yayınları, İstanbul 2015. 15. Fitne: Kardeşlerin Savaşı, Beyan Yayınları, İstanbul 2015. 16. İslâm Tarihi’nin İlk Döneminde Önderler ve İhtilaflar, Beyan Yayınları, İstanbul 2015. 17. Emevîler, Beyan Yayınları, İstanbul 2015. 18. Allah’ın Elçisi ve Mesajı, Beyan Yayınları, İstanbul 2015. 19. Çağdaş Hâricîlik Düşüncesi (Ahmed M. A. Celi’den çeviri), Beyan Yayınları, İstanbul 1997. 20. Nehcü’l-Belâğa: Hz. Ali’nin Konuşmaları, Mektupları ve Hikmetli Sözleri, Derleyen: eş-Şerîf er-Radî, Beyan Yayınları, İstanbul 2006; 6. Basım, Beyan Yayınları, İstanbul 2013. |