Türkiye ile Ermenistan’ın Zürih Protokolü çerçevesinde yeni bir süreci başlatması, barış adına iyi bir gelişmedir. Sözleşme, Türkiye’nin bölgesinde liderlik yapma politikalarına katkı yapan, en önemli adımlardan birisi olarak değerlendirildi. Sözkonusu protokol, bölgesel düzeyde ve uluslar arası konjöktürde en çok konuşulan konu oldu. Türkiye’nin bölge liderliği için attığı en önemli adımlardan birisi olarak değerlendirildi. Bu iyi niyetli değerlendirmeler, mevcut “çatışma bağlamlarını” ortadan kaldırmayı amaçlayan bu sözleşmeye, hak edilen değerin verildiğini de göstermektedir.
Malum sözleşme ile birlikte konjöktürel yapı, yani mevcut “çatışma bağlamları” beklendiği gibi değişecektir. Yeni ittifaklar ve çatışma süreçlerini de başlatacaktır. Bu değişme beraberinde yeni çatışma alanlarını inşa edecek gibi görünmektedir. Konu ile ilgili olarak, bir önceki makalede, Ermeni gruplar arasında ortaya çıkması muhtemel olan yeni çatışma alanlarına değinmiştim. Malum sözleşmenin Ermeni gruplar açısından bir bilinç bunalımını beraberinde canlandıracağını belirtmiştim. Bu makalede ise konuyu, Türk tarafı ve Türki cumhuriyetler açısından, etkisi “bayrak krizi” ile şimdiden ortaya çıkan, muhtemel çatışma alanları bağlamında değerlendireceğim.
Hatırlanacağı gibi, benzer bir süreç daha önce Arap ülkeleri ile İsrail arasında işgal edilen Arap ülkesi ve Arap toprakları yani, Filistin, Sina yarımadası, Batı Şeria ve Golan tepeleri konusunda yaşandı. Arap İsrail çatışması sürecindeki barış girişimlerini ve protokollerini hatırlayanlar, taraflar arasındaki barış girişimlerinin, konuyu daha da karmaşıklaştırdığını, barış antlaşmalarının aynı zamanda yeni çatışmaları canlandırdığını gözlemlemişlerdir. Ermenistan’la Türklerin ilişkisi, bazı yönlerden İsrail ile Arapların ilişkisine benzemektedir. Arapların İsrail karşısındaki acziyeti, yarım yüzyıldır devam etmektedir. Türkiye ve Azerbaycan’ın Ermenistan karşısındaki konumunun benzer bir süreci ortaya çıkarma ihtimali vardır. Bu bakımdan Arap ülkelerinin İsrail karşısında kendi aralarında bölünmeleri ve çatışmaları üzerinde durulması ve bu sürecin tekrar hatırlanması gerekir.
Arap ülkelerinin liderleri, 1948 yılından bu yana birbirlerini İsrail ve ABD yandaşı olarak suçlamaktadır. Benzer çatışmalar ülkeleri işgal edilen Filistinliler arasında da sürekli yaşanmaktadır. Araplar arasında çatışan taraflar, İsrail’i gerekçe göstererek, birbirlerini suçlamaktadır. Her Arap ülkesi kendini, kendi halkına Filistin davasının hamisi olarak takdim etmektedir. Diğer Arap ülkelerini ise Arap ve İslam davasına ihanet etmekle suçlamaktadır. Arap liderlikleri arasındaki ilişkilerin doğasına bakıldığında, İsrail karşıtlığını ve işgal edilen Arap ülkesi Filistin’in kurtarılmasını gönülden istedikleri anlaşılmaktadır. İsrail karşısında her ülke aynı değerlere bağlı olduğunu iddia etmektedir. Ancak bu değerler uğruna samimi bir şekilde ittifak etmedikleri, anlaşmadıkları da bilinmektedir. Dolayısıyla bir çok Arap ülkesi liderliği için Filistin davası sadece araçsal bir değerdir. Onların iktidarını halk nezdinde meşrulaştırmaktadır.
İsrail’in kuruluş süreci ile Ermenistan’ın kuruluş süreci her ne kadar tam olarak biri biriyle örtüşmese de, her iki ülkenin de uluslararası alanda faaliyet gösteren güçlü lobileri ve diasporada varlığını sürdüren halkları vardır. Küresel güçler, her türlü işgale ve insan hakları ihlallerine rağmen nasıl İsrail’e destek verdilerse, şimdide Ermenistan’a benzer şekilde destek vermektedir. İsrail bütün yönleriyle Arap ülkeleri tarafından kuşatılmış bir coğrafyada kurulmuştur. Ermenistan ise Türkler tarafından kuşatılmış bir coğrafyada bulunmaktadır.
İsrail 1900’lü yıllarda Basra Körfezi ve Musul bağlantılı olarak inşa edilen enerji hatlarını etkileyebilecek bir kavşakta yer almaktadır. Ermenistan ise 2000’li yıllardan bu yana inşa edilen yeni enerji güzergahlarını etkileyebilecek bir konumda bulunmaktadır. İsrail bu kuşatılmışlık durumuna rağmen, Arap topraklarını işgal etmeye devam etti. Bir çok Arabı bulunduğu topraklarda toplama kamplarında yaşamaya mahkum etti. Arapları zamana yayılan ve teknik olarak yönetilebilen uygulamalarla öldürmeye ve soykırımdan geçirmeye devam etti. Ermenistan da kuruluşundan hemen sonra Azeri Türklerinin topraklarını işgal etti. Topraklarını ve evlerini terk etmek istemeyen Azerileri öldürdü, kıyımdan geçirdi. Bir çok Müslümanı toplama kamplarında yaşamaya mahkum etti. Yaklaşık yirmi yıldır bu işgal devam etmektedir. Türkiye ile yapılan Gümrü anlaşmasını tanımadığını ifade etmektedir. Türkiye’yi soykırım yapmakla suçlamaktadır. Filistinli Arapların konumu ile, Karabağlı Türklerin konumu birbirine çok benzemektedir.
Bazı Arap ülkeleri ile İsrail arasında, yaşanan bu çatışmalara rağmen, barış antlaşmaları, hatırlanacağı gibi imzalandı. Bu anlaşmalardan en önemlisi, bilindiği gibi Mısır-İsrail barış anlaşması oldu. Ancak bu anlaşma dışında da bir çok Arap ülkesi İsrail ile gizli ittifaklar yaptı. Arap ülkeleri İsrail’in gücünü zaman zaman aralarındaki rekabetten dolayı birbirlerine karşı da kullandı. Ancak bu barışların ve gayrı resmi diyalogların işgal altındaki Arap ülkesine, yani Filistin sorununa bir çözüm üretmediği, geçen zamana bakıldığında açıkça görülmektedir. Üstelik Filistin ve İsrail meselesi Arap ülkelerinin birbiriyle savaşmasına, Arap yönetimleri ile Arap halkı arasında çatışmaların çıkmasına, Arap yöneticilerin rakip Arap ülkelerinde çeşitli halk devrimleri yapma girişiminde bulunmalarına neden oldu. İşgal edilen topraklardaki Filistinli araplar bu iç çatışmalarda maşa olarak da kullanıldı. Lübnan ve Ürdün’deki Filistinliler bu olaylardan dolayı bir çok kere kırımdan geçirildi. Bu Filistinli kıyımını yapanlar bilindiği gibi, yahudi değildi, Araptı.
Türkiye ile Azerbaycan arasında Zürih protokolü sürecinin başladığı Nisan 2009 tarihinden bu yana, bir gerilim açıkça yaşanmaya başladı. Azeri yöneticiler Türkiye’yi defalarca kendilerine ihanet etmekle suçladı. Türkiye’ye karşı Rusya ile ittifak kurma süreçlerini başlattı Türkiye’nin öncülük ettiği yeni enerji nakil hatları konusunda çekimser davranmaya başladı. Azerbaycan liderliği sanki Türkiye’nin bir hata yapmasını bekliyormuş gibi, ilişkileri tamamen kopartıcı söylemleri Zürih protokolü sürecinde hemen dile getirdi.
Türkiye Başbakanı sayın Erdoğan, sözkonusu suçlamaların yersiz olduğunu krizin başladığı günlerden hemen sonra, Azerbaycan meclisinde yaptığı konuşma ile dile getirdi. Onlara, Karabağ sorunu çözülmedikçe, Ermenistanla uzlaşmanın olmayacağını açıkça söyledi. Ancak malum Zürih sözleşmesi ile ortaya çıkan duruma bakıldığında, Azeri tarafı verilen sözlerin yerine getirilmediğini gördü. Çünkü Karabağ konusu protokolde yer almadı. Üstelik konunun sözlü olarak ifade edilmesine bile Ermenistan tarafı rızalık göstermemişti. Bu durum bazı Azeri liderlerinin Türkiye’ye karşı besledikleri önyargıların dışavurumu için önemli bir gerekçe oldu. Onların Azerileri Türkiye’ye karşı daha açık bir şekilde kışkırtmalarına zemin hazırladı. Anadolu Türkçesinin dinlenmesini yasaklayıcı tedbirler konuşulmaya başlandı. Türklerin açtıkları camilerin kapatılmasına başlandı.
Sonuçta Türkiye ile Azerbaycan arasındaki stratejik ortaklık, dostluk, ve işbirliği süreçleri ciddi manada yara aldı. Güvensiz bir ortam doğdu. Bu durumun bir benzeri daha önce Mısır, Ürdün ve Suriye arasında yaşandı. Mısır işgal altındaki Arap ülkesi Filistin’in durumunu gözardı ederek İsrail ile anlaşma imzaladı. Ancak Mısır halkı ile Mısır yönetiminin birbirine güveni bu anlaşmadan dolayı ortadan kalktı. Bu güvensizlik durumu, anlaşmayı imzalayan Mısır devlet başkanı Enver Sedat’ın bir suikasta kurban edilmesine kadar uzandı. Bu barış aynı zamanda Mısır’ın daha önce ortak bir devlet olmak için kendileri ile anlaştığı Libya ve Suriye ile ilişkilerinin tamamen kopmasına da yol açtı.
Hatırlanacağı gibi Türkiye ile Azerbaycan arasında, Haydar Aliyev’in devrilmesi sürecindeki darbe girişimlerinden dolayı 1995’te de bir kriz çıkmıştı. Bu kriz Suriye’nin Lübnan’a müdahale etmesi veya Baas Liderliğindeki Irak’ın Filistinliler ve Baasçı Arapları kullanarak Ürdün ve Körfez ülkelerini karıştırmasına benzemektedir. Aynı durum Kaddafi’nin çeşitli Arap ülkelerindeki isyancı grupları beslemesine ve desteklemesine de benzetilebilir.
Araplar aralarındaki çekişmeleri duygusal ifadelerle dile getirmişlerdi. İsrail fitnesinin kendilerini birbirine düşürdüğünü söylemişlerdi. Şimdi ise Türkler ve Azeriler birbirlerini bu bayrak krizinden dolayı fitneye alet olmakla suçlamaktadırlar. Azeri yöneticilerle Türk yöneticiler, Arap yöneticilerin birbirlerine verdiği sözlere benzer sözler vermektedirler. Kamuoylarını ve halklarını ikna etmenin yollarını arıyorlar. Aynı arayışları Arap liderleri de daha önce yapmıştı ve halen yapmaya devam etmektedirler. Ancak kuşkular bunlara rağmen artmaktadır. Güvensizlik her iki tarafı da sürekli başka arayışlara girmeye zorlamaktadır.
Azeri yöneticiler topraklarını işgal eden Ermenileri destekleyen Rusya’ya karşı hiçbir zaman ciddi bir tepkide bulunmadılar. Onları ihanetle suçlamadılar. Rusya’nın bayrağını indirmediler. Ancak Türkiye’nin bayrağını indirdiler. Üstelik o bayrak, Azerbaycan Cumhuriyetinin kuruluşu için o topraklara gidip Ermeniler ve Ruslarla savaşırken şehit olan askerlerin anısına orda durmaktaydı. O bayrak Türkiye’yi temsil etmekten daha çok, Azerbaycan’ın kuruluşunu ve kurtuluşunu temsil etmekteydi. Ülke yöneticilerinin birbirlerini ihanetle suçlaması ve küresel baskılar böylece kardeşliği yıkmaya devam ediyor.
Arap ülkeleri ve ülkeleri işgal altında olan Filistinli Araplar arasındaki gerilim nasıl ki gün geçtikçe arttı, anlaşılan Azeri ve Türk yöneticiler arasındaki gerilim ve güvensizlik de gün geçtikçe artacaktır. Araplar arasında, İsrail’in ve küresel güçlerin emellerine hizmet eden politik gruplar dindaşlar, vatandaşlar ve soydaşlar arasında gerilimi ve çatışmayı körüklerken, onların İsrail ile ittifaklar kurmalarına ve işgale razı olmalarına da alkış tuttular. Yazının başlığında yer alan “İsrail’in arapları” bunlardır. Benzer bir gerilimi Türkiye ve Azerbaycan arasında yaratmak isteyen gruplar da maalesef kısmen de olsa emellerine ulaştılar. Bu politik grupların bir kısmı Rusya, bir kısmı ABD ve büyük çoğunluğu ise Ermenistan çıkarları adına bu iki soydaş ve dindaş milleti karşı karşıya getirmeye çalışmaktadır. Yazının başlığında yer alan “Ermenistan’ın Türkleri” ise bu gruplardır.