Komşularına karşı sıfır sorun politikası izlediğini söyleyen siyasî iktidar, birdenbire bu iddiasından vazgeçti. Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerindeki direniş hareketlerini destekleme adına baskı politikasına öncülük etmeye başladı. Başlangıçta Libya’ya müdahaleye karşı çıktı. ‘Biraderler’ ile yaptığı görüşmenin ardından Libya’ya müdahalenin ortağı oldu. Hatta oradaki muhaliflere çantalarla para taşıdı. Şimdi de Suriye’deki iç gerilime ve iktidarın tutumuna atıf yaparak Suriye yönetimini açıkça tehdit etmekte, müdahalenin yapılacağını söylemekte ve hatta biraderlerine çağrı yaparak ‘Niçin suskunsunuz, gelin birlikte Suriye’ye vuralım’ anlamına gelecek açıklamalar yapmaktadır.
Her gün iletişim araçları vasıtasıyla bize sunulan tablonun dışına çıkarak meseleye bakarsak Libya’da iç çatışmanın devam ettiğini, Mısır’da Yüksek Askerî Konsey’e karşı insanların Tahrir Meydanı’na döküldüğünü ve Suriye’de resmen iç savaşın yaşandığını görürüz. Demokrasi numarası ve yeni kontrol sistemi geliştirme adına bölgeyi çatışmaya ve muhtemel bir savaşın eşiğini getiren biraderlerin daha insanî değerlere sahip oldukları söylenemez. Bu çerçevede Türkiye’nin tavrını ‘çelişki’ kelimesi izah edemez. Çünkü Türkiye, Kuzey Irak’taki biraderlerin ve büyük biraderin sahnelediği oyunlar karşısında sessiz kalmıştır. Askerlerimizin başına çuval geçirildiğinde nota verecek misiniz, sorusuna ‘Ne notası müzik notası mı’ cevabı verilmiştir. Bu da yetmemiş gibi, ‘Büyük devletler özür dilemezler’ açıklamasıyla büyük devlete olan tutkumuzun ruhumuzu nasıl kuşattığı ifşa edilmiştir. Belirtilen ahvâl ve şerâit karşısında sessiz kalanların Suriye konusunda bu kadar hassas olmaları dikkat çekicidir. Bu tablo çelişki kelimesiyle değil çelişkinin arkasında saklanan politik-stratejik nedenler ve amaçlarla açıklanabilir.
Dış basının “Suriye tarafında mülteciler için bir tampon bölge oluşturuluyor’ haberi ve “1991’de Saddam Hüseyin’den kaçan Kürtlere oluşturulan tampon bölge’ ve ardından olup-bitenler birlikte düşünülünce mesele açıklık kazanıyor. Batı’nın ekonomik ve jeo-politik hedeflerini gerçekleştirmek için İslâmî algıyı istismar üzerine kurduğu ve geliştirdiği politika iki temel nedene dayanmaktadır: (a) Yeni bir kontrol sistemini yerleştirmek için seküler-otoriter iktidarların yerine toplumsal algıya uygun Sünnî-Selefi iktidarları ikame etmek, (b) Suriye tarafında mülteciler için tampon bölge oluşturmaktır. Oluşturulan bu tampon bölge ilk aşamada dokunulmaz ilan edilip korunacaktır. İkinci aşamada demografik niteliğine bağlı olarak bu bölge Kuzey Irak’la birleştirilecektir. Batı’nın uzun süredir arzuladığı zemin bu şekilde oluşturulacaktır. Yani Kürdistan Devleti’nin önü açılacaktır. Böyle bir jeo-politik düzenleme yoluyla söz konusu devletin dış dünyaya açılımı sağlanacaktır. Türkiye’nin terör belasından kurtulacağı vaadinin arkasında bu düşünce yatmaktadır. Daha doğrusu belirtilen siyasî duruş ve açıklamalar böyle bir planın uygulandığı izlenimini vermektedir. Kaydetmemiz gerekir ki bu plan İslâm kardeşliğine karşı biraderlerin geliştirdiği planın ve ittifakın ürünüdür.
Demokratikleşme projesi olarak sunulan bu plan, bütün dengeleri yerinden oynatacak nitelikte olup, kanlı bir iç savaşın habercisidir. Uluslararası baskının öncüsü olmaya soyunan Türkiye’nin böyle bir zeminin oluşmasına öncülük etmesi her açıdan sorunludur. Oluşturulan tampon bölgesinin ne işe yarayacağını ve hangi amacı derinleştireceğini biliyoruz. Uzun süredir Batılı güçlerin planladığı ve şimdi uygulamaya koyduğu Kürdistan politikası Türkiye’de güzel günlerin değil, kara günlerin yaşanmasına yol açar. Bütün siyasetinizi üzerine ikame ettiğiniz ve onun üzerinden uluslararası güç denklemine dâhil olduğunuz İslâm’a da aykırıdır. Batılı güçlerle ittifak ederek Müslümanların yaşadığı coğrafyaya müdahale etmek kardeşkanı akıtmaktır. Batılı biraderlerle ittifak ederek onların ekonomik ve jeo-politik hedeflerine alan açmanın insanî hassasiyetle hiçbir alakası yoktur. Suriye’deki olayları göstererek kınadığınız şeyin yüz katını büyük biraderiniz Irak’ta yıllarca yapmaktadır. ‘Demokratikleştirdiğiniz ülkelerde’ aynı şeyi özgürlük sloganıyla gelenler yapmaktadır. Ekonomik ve politik krize giderek yuvarlanan Batı’nın çıkış yolu bulmak için ürettiği bu kanlı yolun parçası olmak sıkça telaffuz ettiğiniz İslâmî ve insanî değerlere aykırıdır.
İslâm kardeşliğinin Kur’ânî temelini şu ayet oluşturur: “Müminlerden iki zümre çarpışırlarsa onların aralarında hemen barışı kurun! Eğer onlardan biri öteki aleyhine sınır tanımazlık edip saldırırsa, azgınlık edenle Allah’ın emrine dönünceye kadar savaşın. Eğer vazgeçerse yine ikisi arasını adalet ve dürüstlükle sulh edin. Kuşkusuz Allah adalette titiz davrananları sever. Şu bir gerçek ki müminler sadece kardeştirler. O halde kardeşleriniz arasında barışı sağlayın. Allah’ın bu emrini yerine getirmekte sorumlu ve duyarlı davranın ki Allah’ın rahmetine nail olasınız.” (Hucûrât 105: 9-10) Referansımız İslâm’dır diyenlerin İslâm’ın emrettiği kardeşliğe uygun hareket etmeleri beklenir. Eğer Müslüman toplumlar arasında bir çatışma varsa, sınır tanımayan ve azgınlık edene karşı tavır almak İslâmî duyarlılığın gereğidir. Böyle bir çatışma durumunda batılı güçlere çağrı yapmak İslâm kardeşliğine karşı ‘birader’ ittifakı kurmak olur. Kaldı ki Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinde yaşanan çatışmanın asıl tarafı batılı egemen güçlerdir. Amaçları da bellidir. Bu gerçeğin üzerini örterek belirtilen topraklara Haçlılarla müdahale etmek hiçbir İslâmî ve insanî esasla bağdaşmaz. Libya ve Suriye yöneticilerinin eylemlerini eleştirmek ve buna tavır almak başka bir şey, biraderlerle ittifak etmek başka bir şeydir. Gerçekleştirilen müdahalenin ardından yapılan petrol antlaşmalarına (Irak ve Libya) bakılırsa “Gelin, Suriye’ye vuralım” anlamına gelen çağrı İslâm kardeşliğinin değil başka şeylerin dikkate alındığını gösterir. Referansın yer değiştirdiği anlamı çıkar. Bilmem anlatabildim mi?