İslâm Âleminin Geleceği

62

İslâm Âlemi için gelecekte; maddî ve manevî her yönden, çok daha fazla ilerleyeceğini ve gelişeceğini gösteren işaret, sebep ve vesileler varken; nasıl olur da, ümitsizliğe düşer, İslâm Âlemi’nin moral ve maneviyatını kırarız?

Yeis ve ümitsizlikle sanıyoruz ki: Dünya herkes ve sadece Batılılar için ilerleme, gelişme ve yükseliş dünyası, fakat yalnız zavallı ve perişan İslâm Dünyası için gerileme dünyasıdır!

Çok yanlış, çok fena bir hataya düşüyor, yersiz endişelere kapılıyoruz! Oysa insanın fıtrat ve yaratılışında; ilerleme, gelişme ve yükseliş meyli vardır. Nitekim mükemmel ve tam bir oluşa yönelmeye karşı, büyük bir istek ve arzu duyar.

Eğer Dünya; intihar edercesine başını büyük belâlara sokmaz. Büyük hatalar yapmaz. Zulümlere bulaşmaz. Kısaca, kendi kıyametini hazırlamaz ise, yakın bir gelecekte; Hak ve Hakikat; İslâm Âlemi’nde, milletlerin eski hatâ ve günahlarını silecek bir dünya saadet ve mutluluğunu da gösterecek.

Çünkü zaman dosdoğru bir yol, düz bir çizgi üzerinde hareket etmiyor ki, başlangıç ve sonu birbirinden uzaklaşsın. Belki dünyanın hareketi gibi, bir daire içinde dönüyor. Bazen ilerleme içinde yaz ve bahar mevsimi gösterir. Bazen gerileme içinde, kış ve fırtına mevsimini gösterir.

Her kıştan sonra bir bahar, her geceden sonra bir sabah olduğu gibi, insanın da bir sabahı, bir baharı olacak. İslâm’ın hakikat güneşi ile genel bir barış içinde gerçek bir medeniyeti görmeyi, İlâhî Rahmet ‘ten bekleyebiliriz.

İlim, fen ve bilimlerin casus gibi tetkik ve araştırmalarıyla ve sayısız tecrübe ve denemeleriyle sabit olmuş ki, kâinat ve evrenin nizamında; mutlak, kesin ve şüphesiz bir şekilde galip ve üstün gelecek olan; hayır, güzellik ve mükemmelliktir. Zaten maksûd olan ve kasdedilen de budur. Zaten kudretli ve sanatla yaratıcı olan Yüce Allah’ın da, hakikî maksatları; sırf hayır, sadece güzellik ve tam bir mükemmelliktir.

Çünkü kâinata ait fen ve ilimlerden her bir fen; genel, kapsamlı kaide ve kurallarıyla bahsettiği her çeşit tür, taife ve topluluklarda, öyle bir intizam ve düzgünlük gösteriyor ki, ondan daha tam olanını akıl bulamıyor.

Meselâ: Tıbba ait insan bedenini inceliyen anatomi ilmi ve kozmoloji yani uzay ilmine bağlı olan Güneş Sistemi ile ilgili ilim dalı; Yüce Yaratıcı’nın o alandaki ilim, kudret ve hikmetinin mucizelerini gösteriyor. Yine bitki ve hayvanlara ait ilimler gibi tüm bilimler; kapsamlı bütün kaide ve kurallarıyla; Yüce Rabbin herşeydeki küllî / kapsamlı ilim, kudret ve hikmetini / her şeyde gözettiği fayda ve yararı nazara veriyor.

Kaldı ki, tüm araştırmalar sonunda verilen karar ve genel tecrübeler gösteriyor ve netice veriyor ki: Şer / kötülük, çirkinlik, bâtıl / asılsız şey ve fenalıklar; kâinatın yaratılışında cüz’î, kısmî, az ve sayılıdır. Yaratılışlarından istenen maksat ve gaye, onların kendileri için değil. Onlar dolayısıyla kendini gösterecek olan fayda ve güzellikler içindir.

Yani, meselâ: Çirkinlik çirkinlik için kâinata girmemiş; belki güzelliğin bir hakikati çok hakikatlere dönüşmek için çirkinlik; kıyaslanacak bir örnek olmak için, yaratılışa girmiş.

Şer / kötülük, hattâ Şeytan bile; insanın sınırsız ilerleme ve yükselişlerine müsabaka / yarışma ile vesile olmak için, insana musallat edilmiş / insana sataştırılmıştır. Bunlar gibi cüz’î / küçük şerler, çirkinlikler; küllî / bütün güzelliklere, hayırlara sebep ve aracı olmak için, kâinatta halk edilip yaratılmışlardır.

İşte kâinatta hakikî / gerçek maksat ve yaratıştan gâye; tüm araştırmalar sonunda varılan karar  ispat ediyor / kanıtlıyor ki: Hayra, hüsne / güzelliğe ve mükemmelliğe doğru gidiş esastır. Hakikî maksat / istenen gaye onlardır.

Elbette insan bu kadar karanlık, Allah’ı inkâra sebep olan işler ve sözleriyle yeryüzünü kirletmiş, manevî pisliğe bulaştırmış ve perişan ettiği için; cezasını görmeden, evrendeki gerçek maksadı, şahsıyla göstermediği ve kendisi de kendisinde görmediği için, yâni kâinata ve içindekilere ayna olmadığı için, Dünyayı bırakıp yokluğa kaçamayacak. Elbette Cehennem hapsine girecek.

 

 

 

Önceki İçerikTürkiye’de Yahudi ve Ermeni Düşmanlığı – I
Sonraki İçerikMene Neçe Çatirsen!
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.