İrşâd ve Mürşid

88

Bazı mesele ve problemler hakkında nasihat ve öğütler vererek; insanları irşad eden, doğru yolu gösteren; kısaca umuma, genele ve herkese hitap edip ders verenler var.

Bunların bazıları, şimdiki zamanı geçmiş zamana kıyas edip karşılaştırmada bulunuyorlar. Fakat halkı etkilemek için, iddia ettiklerini; zihinlerde canlandırarak parlak ve abartılı bir şekilde gösteriyorlar.

Halkı etkilemek için, iddialarını ispat etmeleri, gerçeği arayanları ikna etmeleri lâzım iken, bunu ihmal ediyorlar. Oysa geçmişte kalpler saf ve temizdi. Âlimleri taklit etmek gerektiğinin söylenmesi, hatırlatılması geçerli ve söylenenler için yeterliydi. Bunlara delil ve kanıt lâzım değildi. Bir dava ve meseleyi ispat için bunlara ihtiyaç duyulmuyordu.

Fakat bugün, herkeste gerçeği arama ve araştırma meyil ve isteği var. Bunlara, iddia edilen şeyleri zihinde canlandırmaları yetmez ve onları etkilemez. Hâlbuki bir kanaati, bir fikir ve düşünceyi kabul ettirip etkilemek için, iddiayı ispat ve dinleyeni ikna etmek gerekir.

Meselâ bir şeye rağbet ettirmek ve isteklendirmek veya bir şeyden korkutup ürkütmek için, ondan daha önemli bir şeyi, daha küçük ve önemsiz göstermek icabeder. Bu ise din ölçüsünü elden kaçırır. Nitekim “Bir gece iki rekat namaz kılmak, hac etmek gibidir!” derler. Fakat etkili ifade ve söylemin gereği olan; duruma göre ve zamanın gidişatına uygun söz söylemezler! Sanki insanları eski zaman köşelerine çekiyor sonra konuşuyorlar.

Hâlbuki dinsel meseleler üzerinde öğütler vererek; halkı irşat edip yol yordam gösterenler; hem araştırıcı bir ilim adamı olmalı. Ki, iddia ettiğini, savını ispatlasın. Hem konuları derinlemesine inceleyen biri olmalı. Ki, dinin hükümlerini yerli yerine oturtabilsin. Hem de tam bir ikna edici olması şarttır.

Hakiki medeniyeti teşkil eden İslâmiyet, maddî bakımdan şimdiki medeniyetten -maalesef- geri kalmış durumda. Sanki İslâmiyet; kötü ahlâkımızdan dolayı bize darılmış, mazi tarafına dönüp gidiyor. Asrı Saadete / Saadet yani Hz. Muhammed’in zamanına bizi şikâyet edecektir. Bunun en büyük sebebi ise, İstibdattan sonra, umumun mürşidi / yol göstericisi olan üç büyük eğitim dalı mensuplarının birbirine karşı menfi tutumlarıdır! Bu hâli şu mısralar çok güzel bir şekilde ifade etmektedir:

“Cümlenin (herkesin) maksûdu (kasdı) bir amma rivayet muhtelif (çeşitli).

İfadelerimiz ayrı ayrıdır, senin güzelliğin ise birdir. Hepsi de o cemale (o güzelliğe) işaret ediyorlar.”

Bu mısralar; İlâhiyatçılar, Mektepliler ve Tekke mensuplarının durumunu yansıtır vaziyettedir. Çünkü onlar zıt fikirler, çeşitli meşrep ve hareket tarzları ve birbirlerine aykırı anlayışlar içinde bulunmaktadırlar. Bu üç ilim ve irfan kaynağı mensuplarının; âdeta fikren, zikren ve ilmen birbirlerine düşmeleri; İslâm ahlâkının esasını sarsmış, milletin birliğini çatallaştırmış, medeniyetin yüksek seviyesinden geri bırakmıştır. Zira biri ifrat ve aşırılıkla diğerini tekfir ediyor / küfürle itham ediyor! Tadlil ediyor / dalâlet ve sapkınlıkla yaftalıyor! Öteki tefrit / geride kalma ile onu cahil görüyor! Onu güvenilmez buluyor! Bunun çaresi birlik olmaktır. Fikirlerin arasını bulmaktır. Doğrularda hemfikir ve oydaş olarak aralarında barış ve uzlaşıyı sağlamaktır. Ta ki, orta yolda buluşulsun, birleşilsin. İlerlemedeki uyum ve düzen bozulmasın.

X

Öyleyse yaşasın millî birlik, milletin birliği.

Ölsün ihtilâf, anlaşmazlık, uyuşmazlık, karışıklık ve ikilik.

Yaşasın millî muhabbet, millî sevgi, milletin birbirine karşı duyduğu sevgi.

Gebersin şahsî, kişisel kin, husûmet, düşmanlık ve garaz.

Yok olsun intikam ve öç alma fikir ve düşüncesi.

Yaşasın akıl ve idare etme ve çare üretmede yoğunlaşmış dindar hürriyetçiler.

Ayrıca şu hususu da unutmamak lâzım:

“Nice doğru işleri ayıplayanlar vardır ki, bu onların anlayışının sakatlığındandır.”

 

 

Önceki İçerikKIBRIS DOSYASI (BM ve AB tarih sürecinden yansımalarıyla) (4)
Sonraki İçerikSavrulan Türkiye
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.