Irak’ta İç Savaş Simulasyonları ve Kardeşlik

103

Irak’ta, Amerikan işgal kuvvetlerinin çekilmesinden sonra, iç savaş beklentisi haberleri ‎hayatiyet kazanmış bulunmaktadır.

Bu beklenti, aynı zamanda dokuz yıldır casusluk ‎faaliyetleriyle yürütülen sabotajların, bombalamaların, suikastların ve kitlesel kıyımların ‎üstünü de örtmektedir. Sanki işgal süresince Irak’ta güvenlik sorunu yokmuş gibi, bir ‎imaj inşa edilmeye çalışılmaktadır.

İç savaş beklentisi ve bu beklentiye bağlı olarak ‎emperyal güçlerin, Irak’taki piyonlarını devreye sokması, savaş kışkırtıcılığı için atılan ‎adımlardır. Irak Başbakanı Maliki’nin tam da böyle bir dönemde İhvan-ı müslimin hareketinin siyasi ‎kanadından Tarık Haşimi’yi tutuklamaya çalışması, bu süreçle ilgili olarak başlatılan bir ‎adımdır. Benzer çekişmeler muhtemelen diğer gruplar arasında da önümüzdeki günlerde ‎yaşanacaktır.‎

Bu makalede, Irak’ta otuz yıldır yaşananların genel çerçevesini göz önünde ‎bulundurarak, “beklenen iç savaş” ın gerçekleşme ihtimali üzerinde duracağım. Bu ‎ülkede iç savaşın çıkmasını engelleyen değerler ve savaşın olmasını teşvik eden ‎muharriklerin neler olduğunu açıklamaya çalışacağım.‎

Üç tane Irak var. Birincisi işgalin ve otuz yıllık savaşın acılarını, sıkıntılarını, korkularını, ‎kayıplarını ve dehşetini yaşayan halkın ülkesidir.

İkincisi, medya iktidarlarının ve ‎uluslararası güçlerin senaryolarının ustaca sahnelendiği casusların ülkesi durumunda ‎olan Irak’tır.

Üçüncüsü ise geleneksel İslami zihniyetin ve kazanımların bilincinde olan insanların yaşadığı ülkedir, Irak.‎

Irak’ta otuz yıllık savaş süreci 1979′da Saddam Hüseyin’in İran İslam devriminden sonra ‎İran’a saldırmasıyla başladı. Irak’ın birinci yüzü bu tarihten itibaren şekillenmeye başladı. ‎Bu savaşta İran ve Irak yıllarca acımasız bir şekilde şehirleri bombaladılar, sivil halka ‎saldırdılar, hatta Halepçe’de olduğu gibi kimyasal silahları dahi kullandılar. Sonuçta her ‎iki ülke de savaşı kayb ederek ateşkes anlaşması imzaladı. Her iki tarafın da yenildiği bir ‎savaş oldu. Liderlerin hırsları halkın canının kıyılmasına ve malının heder olmasına ‎neden oldu.‎

Irak otuz yıllık savaşın ikinci dönemini Kuveyt’i işgal ederek başlattı. Henüz İran ‎savaşındaki kanlar durmamışken, Irak halkı ikinci bir savaşa girdi. Bu sefer Suudi ‎Arabistan, Körfez emirlikleri ve onların hamisi durumunda olan Amerika’nın başını ‎çektiği Batı itilafı ile savaşmaya başladı. Adı, Birinci körfez savaşı olarak konan bu ‎savaş, İran-Irak savaşı gibi uzun sürmedi. Irak’ın yenilmesiyle sıcak çatışmalar kısa ‎sürede bitti. Ancak fiili savaş dolaylı olarak devam etti.‎

Birinci körfez savaşında, akıllı silahlar, teknoloji harikası füzeler ve ileri teknolojilerle ‎donatılmış muharip ekipler, Amerika’nın liderliğinde kurulan İtilaf kuvvetleri tarafından ‎kullanıldı, denendi. Sanki bu savaş yeni geliştirilmiş silahların gösterimi ve tanıtımı ‎amacıyla yapılmıştı. Füzelerin, menzillerinden fırlatılması ve hedeflerini vurması etkili ‎bir şekilde fotoğraflandı, televizyonlarda canlı olarak kitlelere gösterildi. Ölüm ve yıkım ‎ikinci planda kaldı. Silahların gücü üzerinde duruldu. Medya birkaç hafta süren bu ‎savaşta, günlerce askeri teknolojilerin etkisi ve önemi üstünde durdu. Savaş medyatik ‎ikonalarla canlandırıldı. Gösterimde tutuldu. Dünya ilk defa bir savaşı canlı olarak ‎izledi. Kitlesel kıyımlardan ve ölümlerden ziyade, silahların üstün manevra kabiliyetleri ‎sergilendi. ‎

Savaş resmen kısa sürede sonuçlanmakla birlikte, savaşın galipleri olan Amerika ve ‎koalisyon kuvvetleri, kuzeyden ve güneyden Irak’ı kuşatma altında tutmaya devam ‎ettiler. Irak’ın kuzeyini sürekli olarak kontrol ettiler. Irak’a ekonomik ambargo ‎uyguladılar. Çekiç güçle arada bir askeri alanları vurmaya devam ettiler. Kuzeyde ‎Kürtlerin Türkiye’ye olan göçü, savaşın kitlesel etkisini gün yüzüne çıkardı. Bir insanlık ‎dramı yıllarca yaşandı. Bomba atan uçaklar bu sefer ekmek atmaya başladı.‎

Birinci ve İkinci körfez savaşları arasındaki dönemde, Irak halkı ekonomik ‎ambargoların etkisi altında inledi, durdu. Çocuklar sağlıksız şartlarda doğdu. İnsanlar ‎açlıkla kötü beslenmeyle yüzleşti. Canını kurtarmak isteyen Iraklılar yurt dışına göçtü. ‎Birçok Iraklı mülteci oldu. Bu arada önceki iki savaş sürecinde Saddam Hüseyin’le karşı ‎karşıya kalan Iraklı siyasetçiler ülkeyi terk etti. Komşu ülkelere sığındı. Amerika’nın ‎liderliğini yaptığı koalisyon kuvvetlerinin karargâhlarıyla temasa geçti. İngiltere’nin, ‎Amerika’nın ve muhtelif ülkelerin himayesine girdi.‎

Irak halkı savaşın acılarını düşünecek zaman bulamadı. Çünkü hayatta kalan Iraklılar ‎üzerindeki tehditler, devam etti. Her bir Iraklı denizde dolaşan küçük balık sürüsü gibi ‎canını köpek balıklarından kurtarmak için yoluna devam etti. Arkasına bakamadı. Kim ‎öldü, kim kaldı? Bunu merak edecek vakit bile bulamadılar.‎

Bu şartlarda ikinci körfez savaşı başladı. Irak’ın bazı otelleri ve mekânları yeşil bölge ‎ilan edildi. Bu bölgeler savaşın filmini çekecek olan kameramanlara ve gazeteciler ‎ayrıldı. Teraslara kameralar yerleştirildi. Saddam Hüseyin’in savunma kuvvetleri ve ‎Amerikan koalisyonunun muharip güçleri, güdümlü füzelerle, savaş teknolojileriyle ve ‎uçaklarla saldırılar yaptılar. Ölümler, yıkımlar ve yangınlar beklendiği gibi filme alındı. ‎Tam zamanlı çekimler gösterime kondu. ‎

Halkın ölümü, açlığı ve çilesi, habercilerin dikkatini çekmedi. Bir futbol maçında ‎seyirciler arasında meydana gelen izdihamdan dolayı ölenler, maçı ikinci planda ‎bırakırken, her nedense Irak’ta ölen halk, yeterince haber konusu yapılmadı. Maçtaki ‎rakiplerin savaş manevraları, kıvraklıkları, şutları ve ölüm kusan makineleri, ön planda ‎tutuldu. Böylece sadece bombaların etkisinden, füzelerin üstün teknolojik ‎kabiliyetlerinden, helikopterlerin saldırı gücünden, savunma füzelerinin havadayken ‎saldırgan füzeleri etkisiz hale getirebilmesinden haberdar edildik. ‎

İkinci körfez savaşı da kısa sürdü. Savaş başta planlandığı gibi, bir ay gibi kısa bir ‎sürede, Amerikan koalisyon kuvvetlerinin mutlak galibiyetiyle sonuçlandı. Irak’ın resmi ‎yönetimi, koşulsuz teslim olma fırsatı bile bulamadı. Sanki ortada bir devlet ve ordu hiç ‎yokmuş gibi, İtilaf kuvvetleri doğrudan doğruya ülkeyi yönetmeye başladı. Eski ‎dönemden kalma savaşçıları bulma ve ele geçirme umuduyla, girmedik ev bırakmadılar. ‎Kadınların gözlerinin önünde erkeklerine çırılçıplak bir vaziyette işkence ettiler. Hiçbir ‎evin mahremiyetine saygı duymadılar. Hepsini silahlı bir şekilde elden geçirdiler. ‎Direnenleri, karşı koyanları Ebu Garip hapishanesi gibi mekânlarda topladılar. Onlara ‎ölmekten beter işkenceler uyguladılar. Yapılan işkenceleri fotoğraflayıp sosyal paylaşım ‎sitelerinde ve televizyonlarda yayınladılar.‎

İşgal altındaki Irak’ın özelliklerinden bir kısmı bunlardır. Bunları, bizler anlatırken, Irak ‎halkı yaşadı. Iraklılara, bu otuz yıllık savaşa nasıl katlandınız, diye sorduğumuzda, sanki ‎hiçbir şey hatırlamıyorlar gibi duruyorlar. Ne ölen kocalarından, kardeşlerinden, ‎oğullarından, ne yıkılan evlerinden, ne de kaybolan komşularından bahsediyorlar. Her ‎biri hala can derdindedir. Bitmeyen bir işkencenin mahkûmları gibi davranıyorlar. ‎Ölüme, işkenceye, bombalara, silahlara alışmışlar. Bunların hepsi onlara fazlasıyla ‎tanıdık ve alışık gelmektedir. Kim olduklarını dahi unutmuşlar. Ciddi bir hafıza kaybı ‎içindedirler. ‎

İşte bunlar yukarıda sıralamanın başına koyduğum Irak’ın birinci yüzüdür. Hafıza ‎kaybı, bilinç kaybı ve kimliksiz bırakılan insanların ülkesi olmuş, Irak. Hiç kimse ‎ölümlerinin, acılarının ve kaybolmuş canlarının yasını, tutma imkânı bulamamış. ‎Ölümlere, cinayetlere ülfet sağlamışlar, ağıt bile yakmayı unutmuşlar. Kerbela’nın, ‎Şehrazat’ın ve Fuzuli’nin ülkesinde insanların ağıt yakmayı unutmuş olması, hiç ‎kimsenin aklına gelmezdi. ‎

Irak’ta son otuz yılda yaşananlarla ilgili ciddi bir anlatı bile mevcut değil. Onların en ‎önemli destanları hala Kerbela faciası ve Birinci Dünya Savaşı yıllarında Iraklı ‎mücahitlerin Osmanlı saflarında İngilizlerle girdikleri mücadelenin hikâyeleridir. Garip ‎bir şekilde son otuz yıldır yaşadıkları acıları anlatamıyorlar. Sosyal travma ve hafıza ‎kaybı denilen şey, bu ülke halkının her şeyini almış götürmüş. Irak’ın bu yüzü ‎duyarsızlaşmış, hafıza kaybına maruz kalmış, varoluşunu fark etmeyen kitlelerden ‎oluşmaktadır.‎

Irak’ın ikinci yüzü ise çok daha ilginç tartışmalara ve olaylara tanıklık etmektedir. Bu ‎ülke’de her gün faili bulunmayan çok sayıda cinayet işlenmektedir. Arabalar ‎patlatılmaktadır. İbadet üzerinde insanlar öldürülmektedir. Sokakta yürüyenler ve ‎çocuklarına bir parça ekmek götürmek için çarşıya çıkanlar, kitlesel cinayetlerle kurban ‎edilmektedir. Ölüm o kadar çoğalmış ki, artık kimin öldüğünü, kimse merak etmiyor. ‎Kimse de cinayetlerle ilgili bir inceleme yapma ihtiyacı duymuyor. Irak’ın bu ikinci ‎yüzü bir ay süren resmi savaştan sonra başlamış. Dokuz yıldır işgal devam ediyor. ‎Ancak ölümler, cinayetler, kitlesel kıyımlar bitmiyor.‎

Irak’ın bu yüzünü çeteler, rüşvetçiler, casuslar, kitleleri dolduruşa getirme alanında ‎uzmanlaşmış karanlık liderler ve özel güvenlik teşkilatlarının uzantıları oluşturmaktadır. ‎Bu gruplar hiçbir yerde olmadığı kadar serbest hareket etmektedir. Bazen resmi Irak ‎güvenlik kuvveti oluyorlar, bazen de terörist oluyorlar. Sanki bütün bir Irak halkı, ‎Alamut kalesindeki Hasan Sabbah’ın fedailerine dönüşmüş. Resmi ortamlarda, işgalci ‎Amerikan kuvvetleri için “Vefa Töreni” düzenleyenler, gayrı resmi ortamlarda biri ‎birlerine kurşun sıkıyorlar. Resmi Amerikan işgalinin bittiği bu günlerde, Irak’ta siyaset ‎kulislerini bu grupların karanlık uzantıları doldurmaktadır.‎

Irak’ın bu ikinci yüzü, her şeyin bir arada olduğu post-modern kaosun tipik bir örneğini ‎oluşturmaktadır. Hani çoğulculuk olarak tanımlanan grupsal kimliklerin bir aradalığı ‎denilen şey; bu ülkede tam bir gerçekliğe dönüşmüş. Karşı kimlikler sanal ortamlarda ve ‎sosyal paylaşım sitelerinde müstear isimlerle belirginleştirilmekte. Çarşılarda, ‎toplantılarda, ibadet mekânlarında ve kulislerde, her kes bu uydurulan kimlikleri ‎gruplardan birisine yüklemekte. Şunlar bunu yaptı, ötekiler şunu yaptı, anlamına gelen ‎meçhul cümle kipleri, çok sık kurulmakta. Ortalık ustaların dolaşıma soktuğu kin, nefret ‎ve ön yargı söylemleriyle inlemektedir.‎

Haberlerin ağındaki bu ikinci Irak, karşıt meçhul güçlerin savaş alanına dönüşmüş. ‎Çatıştığı varsayılan grupların aralarında hiç beklenmedik şartlarda ittifaklar kurulmakta. ‎Grup içi parçalanmalar ve bölünmeler, yıllanmış hatıraları çürütmektedir. Gruplar, ‎durmadan yeni gruplara gebe kalmaktadır. Gruplar karşıt kimlikler inşa etmeye ‎çalışmakta. Bu kimlikler bir iç savaşın altyapısını hazırlamaktadır.‎

Hz. Ali taraftarlığının yerini grup taraftarlığı almaktadır. Taraftarlık Irak halkı için ‎vazgeçilmez bir duruş olmak üzere, sürekli gündemde tutulmaktadır. Her kes nerdeyse ‎bir grubun “Şiası” olmaya doğru itilmektedir, çekilmektedir. Şia olmak, bu ülkede Ehli ‎Beyt sevgisi veya klasik manasıyla Şii olma anlamında kullanılmıyor. Her neyi ‎seviyorsan onun Şiisi olma anlamına gelecek şekilde dolaşımda tutulmaktadır. Bundan ‎dolayı Sunniliğin şiisi, Baasçılığın şiisi deyimlerine bile rastlanmaktadır. Bir çeşit radikal ‎olma anlamına gelmekte. ‎

Haberlerin ağındaki Irak halkının resmine bakıldığında, Şiiler, Sünniler, Kürtler, ‎Türkmenler ve Keldaniler, bağımsız ve birbirlerine karşıt topluluklar olarak ‎sunulmaktadır.

Duyarsızlaştırılan kitleler, bu şablon kimliklerden birisinin taraftarı ve ‎diğerlerinin karşıtı olmak üzere sürekli dolduruşa getirilmektedir, yönlendirilmektedir. ‎Kamuoyu denilen alanlar, taraftarlık ve karşıtlık bilinçlerini yöneten ustaların ‎yönetimindedir.‎

Irak’ta açık siyaset yapan otuz üç tane grup var. Bu siyasi grupların temsil ettiği kitleler, ‎çok farklı kesimlerden oluşmaktadırlar. Kamuoyunda her bir grubun bir etnik kültürü ‎temsil ettiği varsayılmaktadır. Ancak gerçek hiç de sanıldığı gibi değildir. Kamuoyunda ‎Suniler, Şiiler, Kürtler ve Türkmenler homojen birer siyasi grup olarak biliniyorlar. Bu ‎topluluklara mensup kitlelerin kendi aralarında siyasal olarak örgütlendikleri ‎varsayılmaktadır. Özellikle Türk kamuoyu konuyu böyle bilmektedir. Ancak Irak’taki ‎fiili oluşumlara bakıldığında durum çok farklıdır.‎

Şii kökenli olanların bir kısmı milliyetçilerle, Sünnilerle ve liberal gruplarla birlikte ‎siyaset yapmaktadır. Sünnilerin büyük kısmı Şiilerle, Kürtlerle, milliyetçilerle ve liberal ‎gruplarla müşterek siyasi oluşumlar içinde bulunmaktadır. Kürtler, her ne kadar özerk ‎bir bölgede bulunuyorlarsa da onlar arasında da Şiilerle ve Sünnilerle birlikte siyaset ‎yapan gruplar var.‎

İslamcı hareketlerin uzantıları bütün gruplar arasında yer alıyorlar, gruplar arasında ‎köprü vazifesi görüyorlar. Mesela İyad Allavi’nin başkanlığını yaptığı Irak listesi; Sünni, ‎Şii, Kürt ve Türkmen gruplardan oluşmaktadır. Liberal değerlere vurgu yapmaktadır. ‎Irak parlamentosunda 91 sandalyesi var. Hareket 1991’de Birinci Körfez Savaşı ‎sürecinde Ayad Allavi tarafından Londrada Irak Ulusal Uzlaşma Hareketi adı altında ‎Baas ve Saddam Hüseyin karşıtı bir parti olarak faaliyetlerine başlamıştır. Saddam ‎Hüseyin’in ordudan ve güvenlik birimlerinden attığı eski bürokratların ve generallerin ‎kuruculuğunu yaptığı bir oluşumdur. Başbakan yardımcısı, Salih Mutlik, Cumhurbaşkanı ‎yardımcısı Usame Necefi, Kalkınma ve Islahat hareketi genel sekreteri Cemal Kerbuli ‎gibi liderler bu grupta yer almaktadır. ‎

Irak’ta İslamcı partilerin en eskilerinden birisi, 1957 yıllarında temelleri Muhammed ‎Bakır Es-Sadr tarafından atılan İslama Davet Partisidir. Davet partisi, arap milliyetçiliği, ‎sosyalist, liberal ve sekülarist ideolojilere karşı islami bir fikir hareketi başlatmak üzere ‎kurulmuştur. Bu oluşum, Mısır’da aynı yıllarda Seyyid Kutup ve arkadaşlarının ‎öncülüğünü yaptıkları İhvan-ı Müslimin hareketinin Irak ve Şiilik versiyonunu ‎oluşturur. Hareket İran İslam Devriminden sonra İran’a yaklaşmış olmakla birlikte, daha ‎sonra ideolojik farklılıklardan dolayı İran’la uyuşmazlık içine girmiştir. Bu uyuşmazlık ‎bu gün hala etkisini muhafaza etmektedir. Irak’ın şiileri din adamlarının “velayet-i fakih” ‎sıfatıyla yönetim üzerinde teokratik bir güç olarak kalmasını itikadi olarak sahih kabul ‎etmezler. Bu yönüyle İran rejimi ile ayrı düşerler. Hareket Baas milliyetçiliğine karşı, ‎ümmet merkezli bir duruş sergilemiştir.‎

Irak İslam Partisi, Irak’ta İhvan-ı Müslimin Hareketi’nin temsilcisi olarak 1940’larda ‎kurulmuştur. General Abdulkerim Kasım döneminde, 1960’ta resmi bir parti olarak ‎siyasi faaliyete başlamıştır. 1968’de Baasçıların yönetimi ele geçirmesinden sonra Parti ‎kapatılmıştır. Partinin yöneticilerinin büyük kısmı tutuklanmıştır. Partinin liderliğini ‎Muhsin Abdulhamit uzun süre devam ettirmiştir. Irak Cumhurbaşkanı yardımcısı Tarık ‎Haşimi partiyi temsilen işgalden sonra Irak koalisyon hükümetine katılmıştır. Hareket ‎Amerikan kuvvetlerine karşı direnişte bulunan El-Kaide uzantısı gruplarca ‎eleştirilmektedir. Onlar partinin faaliyetlerini engelleme girişimlerinde bulunuyorlar. ‎Parti Irak’ın birliğini savunmaktadır. Radikal gruplardan uzak durmaktadır.‎

Irak’ın siyasi oluşumlarından bir diğeri ise kuzeyde özerk bir yönetim kurmuş olan ‎kürtlerdir. Kürtler, Cumhurbaşkanı Celal Talabani ve Mesut Barzani’nin oluşturduğu ‎Kürt blokunun çatısı altında toplanmış bulunmaktadır. Ancak kabile ve aşiret kültürü bu ‎ikisinin birleşmesini engellemeye devam etmektedir. Ayrıca bölgede kürtler arasında ‎islamcı partilerin de ciddi bir ağırlığı var. İslamcı partiler Irak’taki diğer islamcı partilerle ‎birlikte hareket ediyorlar. Siyaset yapıyorlar. Seçimlerde yelpazeyi geniş tutan gruplar ‎daha çok oy almaktadır. Fanatik ve kapalı gruplara halk beklenen desteği vermiyor. ‎Bundan dolayı parti uzlaşmaları, koalisyonları ve listeleri bloklar oluşturmaktadır.‎

Irak’ın üçüncü yüzünü ise, gelenksel Irak kültürü oluşturmaktadır. Bu kültür, etnik ‎aidiyetlerin paralel yaşam alanı oluşturmasını ve yaşamasını hoşgörmektedir. Irak halkı, ‎dünya kamuoyunun bildiğinin aksine ve yapılan ayrıştırıcı propagandaya rağmen, ‎birliğini ve beraberliğini koruma çabası içindedir. İslam kardeşliği, anti emperyalizm ve ‎işgal karşıtlığı bilinci halk arasında mevcuttur. Bu kültür bütün etnik gruplar tarafından ‎paylaşılmaktadır. Bundan dolayı, halkın doğrudan doğruya karşı karşıya gelerek bir iç ‎savaşın içine girmesi, bunca emperyal teşvike rağmen şimdiye kadar gerçekleşmiş ‎değildir.‎

Irak’ta simulasyonlarla dolaşımda tutulan çatışmacı kültürle, otantik şark kültürü bir ‎meydan okuma süreci içindedir. Çağdaş iletişim teknolojileriyle inşa edilen ‎simulasyonlar, etnik kimlikler arasında keskin sınırlar inşa etmeye çalışmaktadır. ‎Haberler, görseller, gruplar arası mücadelelerle ilgili oturumlar ve uluslar arası güç ‎savaşları anlatıları, iç savaşı durmadan kışkırtmaktadır. Buna karşın geleneksel islami ‎kültür, yani klasik şark kültürü, farklılıkların, kimliklerin doğallığı ve insaniliği üstünde ‎durmaya devam etmektedir.‎

Irak’ın geleneksel kültürünü, Bağdat Üniversitesi Sosyoloji Bölümü hocalarından ‎Profesör Ali Verdi, şöyle tanımlamaktadır: “Irak halkı Osmanlı kültüründen tevarüs ‎eden geleneklere göre yaşamaya devam etmektedir, Osmanlı perspektifiyle küresel ‎ilişkilere ve çekişmelere bakmaktadır. Hala Osmanlı’nın dönüşünü bir umut olarak ‎muhafaza etmektedir… Irak halkı, bedevi kültürden henüz kopmuş değildir… Irak’ta ‎şehirler ve köyler arası rekabet bu kültürden dolayı kan davasına dönüşebilmektedir. Bu ‎kültür kapsayıcı mezhep değerlerinden ziyade dar çerçeveli ve sürekli olmayan geçici ‎çatışmaları ve rekabetleri muhafaza etmektedir….”‎

Aşiret, grupsal rekabet, küçük çaplı çekişmeler ve eşkiyalık değerleri Irak halkı arasında ‎yaşamaktadır. Bir taraftan tarihi imajların dönüşünü bekleyen bir kültür, diğer taraftan ‎duygusal bilinçten dolayı kolaylıkla profesyonel gizli örgütlere gençlerini kaptıran bir ‎kültür. Bu iki kültür de Irak’ın otantik yönünü oluşturmaktadır.‎

İnsanlar bu ülkede çok kolay bir şekilde mezhep değiştirmektedir. Bazı aşiretlerin ve ‎kabilelerin halkının yarısı sünni diğer yarısı ise şii olabilmektedir. Mezhepler, ‎kemikleşmiş değildir. Mezhep değiştirme, yadırganan bir durum değildir. Irak toplumu, ‎yüzeyde ve sanal ortamda inşa edilen siyasi çatışmalara rağmen, topluluklar arası ‎etkileşimlere ve gruplar arası geçişlere açık kalmaya devam ediyor.‎

Özellikle İşgalci Amerikan kuvvetlerinin resmen çekilmesinden sonra, etnik topluluklar ‎arasında bir iç çatışmanın çıkacağı, son günlerde en çok tartışılan ve hayatiyet kazanan ‎haberler olmaktadır. Şunu belirtmek lazım, aslında bunlar sadece haber değildir, aynı ‎zamanda, dokuz yıldır casusluk faaliyetleriyle yürütülen bombalamaları, patlamaları, ‎kitlesel kıyımları ve suikastları, etnik topluluklara yükleme ve aşikarlaştırma çabalarıdır. ‎Bu çabalar sadece haber desteğiyle başarıya ulaşmayacaktır.

Açık siyaset yapan ‎grupların bazı yöneticilerini sıcak savaşa girmeye zorlayacaklardır. Maliki ve Haşimi ‎gerilimi tam da bu amaçla inşa edilmiş bir gerilime benzemektedir. Aksi takdirde ‎suikastlar ve sabotajlar tek başına Irak halkını bir mezhep ve etnik çatışma içine ‎itemeyecektir. Çünkü geleneksel ve klasik kültür bütün halk kesimleri tarafından ‎özümsenmiştir. Zaten dokuz yıllık işgal boyunca olup bitenler bu kanaatimizi ‎doğrulamaktadır.‎

Sonuç olarak şunu söyleyebilirim: Irakta geleneksel kültürden ve sosyal yapıdan ‎kaynaklanan çatışma alanları vardır. Bu çatışmaları; kabilecilik, küçük grup çıkarları, ‎eşkiyalık değerleri, kayırmacılık ve mafyavari değerler beslemektedir. Bunlar Irak halkı ‎arasında eskiden beri yaşanan çatışmalardır. Çağdaş manada kamusallaşmış ve ‎kitleselleşmiş etnik çatışmalar değildir. Hadise-i adiyedendir.

Modern manada ‎kamusallaşmış kitlesel etnik çatışmaların çıkma ihtimali o kadar yüksek değildir. Klasik ‎islam kültürü, geleneksel değerler, anti-emperyalis tutumlar halkı kaynaştırmaya ve ‎kardeşlik içinde tutmaya devam ediyor. Simulasyonlarla inşa edilen savaş kültürüne Irak ‎halkı direnmektedir. Karşı kültür muhtemelen kitlesel bir iç savaşın çıkmasına mani ‎olacaktır.‎

www.haciduran.com