İnsanlık Tarihi Kadar Eski, Hırsızlık Kadar Çirkin

9

“Rüşvet, Şike, İrtikap” başlıklı yazıma çok miktarda yorum geldi. Takipçilerim, yazıma ekleme yaptılar, açılım getirdiler. Demek ki bu konu toplumumuzda önemli bir kangrenmiş.

Söz konusu çirkin fiilin işlenmesinde en az iki taraf var: Alan ve veren. Aracı olanı da eklersek üç taraf mevcut. İnancımıza göre hepsi lanetlenmiş. Bakara suresi 188. ayette Rabb’im “Aranızda birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günaha girerek yemek için onları hâkimlere (rüşvet olarak) vermeyin.” diye emreder. Haksız kazanç, insanlık tarihi kadar eski. Bu, önemli bir imtihan, ağır bir günah.

Rüşvet eylemine taraf veya aracı olmak için kalbin, vicdanın bir hayli kirlenmesi gerekiyor. İman zayıflığı ayrı bir konu. Kişi nasıl bir değer anlayışıyla rüşvet alabilir, verebilir? Hakkı olmayan bir birikimi cebine koyabilir, evine götürebilir, çocuklarına yedirebilir? Bunun utancını nasıl duymaz? “Bu işi şu rakama çözeriz veya bu işini halledersem şu miktar paranı alırım.” cümleleri, nasıl bir duygusuzluğun, haramzadeliğin ifadesi olabilir? Vicdanın çürüdüğü yerde adalet bitmiştir, devletin temeli olan adaletin bittiği yerde toplum tefessüh etmiştir. Kıyamet ne zaman kopacak, diye bekleyenlere denecek söz “Günaydın”. Atı alan Üsküdar’ı geçmiştir. 

Türkiye’nin en zengin iş adamı, sosyal medya hesabında işlerin rüşvetsiz yürümediğinden, bürokrasinin rüşvetsiz iş görmediğinden yakınıyor; pek çok işverenin bu tür ilişkileri kanıksadığını, olağan karşılar hale geldiğini yazıyor.

Gazetelerde, Devlet Hava Meydanlarındaki sözleşmeli bir kamu görevlisinin, fahiş oranda maaş aldığı halde, evinde yirmi kg altın ve çok miktarda döviz bulunması nedeniyle sorguya alındığını okuyoruz.

Belediyelerde dönen rüşvet çarkının sayısını hatırlamak için hafızamızda yer bulamıyoruz.

Kimin eli kimin cebinde olduğunu öğrendikçe dudaklarımız uçukluyor, hayretlere düşüyoruz. Kişilere ve topluma karşı güvenimiz azalıyor, alan ve verenlere karşı öfkemiz artıyor.

İçişleri Bakanlığında müfettişlik ve valilik görevlerinde bulunduktan sonra emekliye ayrılan değerli bir büyüğümüz, içeriden biri olarak, önceki yazıma şöyle bir açıklama göndermiş: “Rüşvet ülkemizde yaygın olarak sürmekte. Zatıalinizin yaşı gereği hastanelerle daha fazla teşrik-i mesai içinde olduğunuz için, siz sağlık alanındaki çürümüşlüğü görüyorsunuz. Ama eğer yargıya düşse yolunuz, oradaki çürümüşlüğün ve rüşvet çarkının ne kadar yoğun bir şekilde çalıştığını fark edersiniz. Şu sıralar fazla kullanılmıyor ama “fetö borsası” diye bir şey hala çalışıyor. Adalet müessesesinde bile rüşvetin çok yaygın olması, ülkenin nasıl bir kangrene maruz kaldığının en açık belirtisidir. Belediyelerde özellikle muhalif belediyelerde yolsuzluk ve rüşvet haberlerini ve soruşturmalarını görüyoruz. Doğrudur, olabilir. Ama ben uzun yıllar mülkiye müfettişliği yaptığım için yakinen biliyorum. Şu sıralarda muhalif belediyelerde soruşturması yapılan yolsuzluk ve rüşvet miktarlarına bakıyorum ve bu miktarların iktidar belediyelerinde yapılan yolsuzluk ve rüşvet miktarları yanında “devede tüy” bile olmayacağı kanaatindeyim.”

Bu ifadeler; barış, huzur, güven ortamında yaşamayı arzulayan bireyler adına çok korkunç. Fuzuli’nin, “Selam verdim rüşvet değildir deyip almadılar” ifadesi ve Kanuni Sultan Süleyman’ın damadı Rüstem Paşa’nın sıfırdan büyük bir servete nasıl sahip olduğunun entrikaları, tarihimizdeki rüşvet, iltimas, irtikaba çarpıcı örneklerdir. Belki de Osmanlı’ın yıkılmasının önemli sebeplerindendir.

Gidecek yerimiz yok, bu topraklar bizim. Gideceğimiz son yer kara topraktır. Bu toprakların üzerinde yaşayanlar, devletine güvenmeli, yöneticilerine inanmalı, birbirini sevmeli, paylaşmayı bilmeli, geçmişiyle yüzleşmeli, geleceğine ümitle bakabilmelidir.

Adamına göre ihale kanunu çıkarılmaktan vazgeçilmeli. Bir türlü işlemeyen hal yasası canlandırılmalı. Adliye sistemi ıslah edilmeli. Devletle vatandaş arasında güvensizliğe yol açacak her türlü gedik kapatılmalı, emniyet ve güven temel ölçü olmalı. Siyasi partiler rant değil, hizmet odaklı olmalı. Belediyeler siyasi at gözlüğünü çıkarmalıdır. Eğitime yön verenler, merkez ayağı kendi değerlerimize sabitken diğer ayağı bütün dünyayı kuşatan pergel misali derin ufka ve inanca sahip nesiller yetiştirecek moral ilkelerini tesis etmeli, yürürlüğe koymalıdır.

Ziya Paşa’mız ne kadar veciz ifade etmiş: 

“Seyr etti hevâ üzre denir taht-ı Süleyman,
Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde.”

Dünya fani, insanlık baki. Kubbede hoş seda bırakmak, bizim tercihimiz. Yoksa “Ne günlere kaldık ey Gazi Hünkâr / Katır mühürdar oldu, eşek defterdar!” diyerek izzet ü ikbal ile “Bana ne?” demek da var.