Türk Milletinin yaşamına baktığımızda bireysel ve toplumsal olarak insan odaklı bir çok olumsuzluklar yaşadığımızı görmekteyiz.
Gerçi bunlar, yaşama ve bu yaşamdaki baktığımız açıya göre değişebilir. Benim için yanlış olanlar sizin için doğrular olarak yansıyabilir. Ancak mutlak doğrular ve bunun dışavurumları asla değişmez. Burada farklı bir durum varsa, yanlış giden bir şeyler var demektir.
İnsan günümüzde halen keşfedilmeyi bekleyen pek çok yanı olan en önemli canlı varlıktır. Her türlü iyiliği ve kötülüğü içinde taşır. Bütün evrenin sırları sanki ona yüklenmiş gibidir.
Hepimizin çabası; insanın içine depolanmış bulunan iyiliklerin gün yüzüne çıkartılması ve bu şekilde topluluklar halinde yaşayan insanlığın kemale ulaşması için gayret gösterilmesi olmalıdır.
Bunu başarabilmiş insanların fazlalaştığı toplumlar; diğer insan topluluklarından, bir adım öne geçer ve rahat, huzurlu, mutlu, güven içinde yaşar hem de insanlık alemine tekamül sürecinde öncülük ederler.
Aksinin gerçekleştiği toplumlar ise ilk önce sosyal sonra da maddi felaketlerle karşılaşır ve nihayetinde de yok olurlar. İnsanlık tarihi bunun örnekleri ile doludur.
Bir insan hangi hal üzerine yaşamalı? sorusunun üç aşağı beş yukarı hepimiz tarafından aynı minvalde cevaplanacağı kanaatimce tereddütsüz olmasına rağmen bu minval üzerine yaşadığımızı söylemek mümkün değildir. Eğer aksi olsaydı bu gün karşılaştığımız ve insan odaklı sorunları yaşamazdık.
İnsanoğlu ve tabii ki Türk Milletinin her ferdi;güçlü bir kişilik olmanın yanında, iman ve inanç sahibi bir insan olmalı ve bunların getirdiği ölçüde onurunu ve gururunu korumalıdır. Böyle yapıldığı takdirde toplum hayatı buna göre tanzim edilmiş, maddi ve manevi buhranlarda kolayca atlatılmış olacaktır.
İster Türkiye’de ister Türk coğrafyasında ya da dünyanın hangi köşesinde olursa olsun, insanlarımızın belirttiğimiz şekilde yaşayıp, hareket ettiğini ve çevrelerini olumlu manada etkilediklerini söyleyebilirmiyiz? Bu soruya müspet cevap vermek mümkün değildir.
Bu sebeple Türk Milleti yüzyıllardır bir ricad içerisindedir. Hem fert hem de toplumsal olarak bir geriye gidiş, bir çözülüş süreci yaşanmaktadır. Bunun başlıca sebebi insanlarımızın davranışlarıdır.
Aslında bizlere hep Türk devletinin bir ricad içinde olduğu anlatılmıştır da Türk Milletinin ve milleti oluşturan insanlarımızın, ruhen ve fikren bir ricad içinde olduğundan bahsedilmemiştir. Böyle bir insan topluluğunun karşılaştığı maddi ve manevi sorunları algılaması ve çözümler bulması neredeyse imkansız gibidir.
Devlet, insanların oluşturduğu bir yapıdır. Eğer insanlarda bir zafiyet varsa devlette zafiyet içindedir. Bu sebeple yaşananlar devletten değil o devleti oluşturan insanların davranışlarından kaynaklanır. En son örneğini Osmanlı-Türk İmparatorluğu’nun yıkılışında gördüğümüz olaylar, insanların fikir ve fikirlerine uygun davranışlardan dolayı ortaya çıkmıştır. Onun için kimse yaşananlardan ve başımıza gelenlerden dolayı başka bir suçlu aramaya kalkmaya çalışmasın.
İnsanımızın ve toplumumuzun yaşadığı, maddi ve manevi sıkıntıların temelinde yine insan vardır. Ruhsal genetiği sorunlu hale getirilmiş veya baştan beri sorunlu olan bir insanın ve mensup olduğu milletin varacağı bir menzil yoktur. Tıpkı günümüzde Türk milletinin ve onu oluşturan insanların çoğunluğunun olmadığı gibi.
Türk insanı ruhsal açıdan problemlidir. Bu onun fikir hayatına ve bu fikirlerin yaşama sakat bir şekilde geçirilmesine neden olmaktadır. Kanaatimce Türklerin ruhsal genetiği ile oynanmıştır. Kişilik yapısında bir çözülme ve iman-inanç temelinin özünde bir sapma vardır. Bu onun, onurlu ve gururlu yaşamasına engel olmaktadır. Yoksa Türkler bu kadar yanlışlık karşısında ve maddi-manevi sorunlar hakkında bu kadar çaresiz kalacak insanlar asla olmamışlardır. Bu ruhsal değişim ne yazık ki; Türk Milletini hem ferden hem de toplumsal olarak her geçen gün uçurumun kenarına bir adım daha yaklaştırmaktadır.
Söylenen sözler ve yapılan nasihatlerin hiç biri para etmiş gibi durmamaktadır. Bu gelecekteki felaketlerin ne derece büyük olacağının sinyallerini bize göstermektedir. Çünkü geçmişte de böyle olmuştur.
Türk Milleti ve Türk insanının büyük çoğunluğu bir Türk gibi davranmamakta, yaşamını buna göre tanzim etmemekte, kendisini, ailesini, milletini, vatanını korumakta ve gözetmekte doğruları yapmamaktadır. Aynen geçmişte yaşananlarda olduğu gibi.
Bireysel menfaatlerin ön plana çıktığı, azgınlaşan nefsin tatmine çalışıldığı ve maddi ve manevi milli değerlerin itelendiği ve bunların her türlü onursuzluğu ve gurursuzluğu kabul etmek pahasına gerçekleştirildiği bir dönemi yaşıyoruz.
Bu tip insan davranışları ne bir ferde ne de içinde bulunduğu topluma bir şey kazandırır. Böyle davrananlar hep kaybetmiştir ve bundan sonra da kaybedecektir.
Peki bunlara karşılık kimler kazanacaktır?
İnsan olmanın gereğini yerine getiren, kişilik sahibi, kendisini, ailesini, milletini, vatanını koruyan ve bunlar için bırakın doğruları söylemeyi gerektiğinde çekinmeden canını vermeye hazır insanlar ve onların dahil olduğu insan toplulukları kazanacaktır.
Türk Milletinin sadece Türkiye’de değil tüm Türk dünyasında bir ricad içinde oluşunun en büyük nedeni, kamil bir insan gibi davranamamak ve buna bağlı olarak onurumuzun ayaklar altına alınmasına seyirci kalmaktır.Böyle davranan bir milletin hayatiyetini sürdürmesi elbette beklenemez.Yüzyıllardır niye küçülüyoruz ve eriyoruz diye bir düşünün bakalım…
Doğruları menfaatlerimiz nedeni ile işimize gelmediği için “tu kaka” etmeye kalkarsanız yarınlarda acınacak hale düşersiniz. Her zamanda;
“Ne için boş durursun, çalış eşşolu, eşşolu,
Yiyecek yok mu dedin ha, alış eşşolu, eşşolu..
Uyuyan menzili bulmaz, o balın gülleri solmaz,
Topal eşekle olmaz, yarış eşşolu, eşşolu..”
Diyecek bir Neyzen Tevfik’de bulamazsınız. Eğer Neyzen’leri konuşturmamak istiyorsanız, insanca ve insanlık onuruna uygun şekilde yaşayan insanlar olmalıyız. Dahasını söyletmeyin bana ama bu söylediklerim bile fikirlerimizden rahatsız olanlara ve işlerine gelmeyenlere yeter herhalde…