İnsanlığın geldiği nokta; olumlu, müspet, ümit verici ve memnun edici bir durum sergiliyor.
İnsanlığı saran ve sarsan iki büyük hegemonya arasında kalmıştı dünya.
Tarihte ilk defa dinsizliği, inançsızlığı ve maddeciliği; bu denli devlet politikası yapmış, başka bir devlet yoktu.
İnsanları mânadan uzaklaştıran, insanları tabiatın sıradan değersiz bir parçası olarak algılayan bir sistem uygulanıyordu.
Bu sistem nerdeyse bir asra yakın sürüp gidiyordu.
Bu insanlık dışı siyaset gereği, altmış milyon insanın kanına girilmişti.
İşte böyle korkunç bir rejim, kimsenin aklından geçirmediği, hayal bile edemediği şekilde ve ummadığı bir zamanda gümbür gümbür çöktü.
Artık o menfî, kanlı ve dehşetli hegemonyanın yerinde yeller esiyor.
Şimdi de Kapitalizm’in, kişisel ve kimi grupların çıkarlarını ön plâna çıkaran, geniş kitleyi fazla hesaba katmayan dünya görüşü çatırdıyor.
Ben tok olayım, başkası acından ölse bana ne, diyen bencil görüşüyle özetleyebileceğimiz bu sistem de S.O.S. veriyor.
Asrın son ifrat tefrit, aşırı uçlarını bünyelerinde barındıran Komünizm ve Kapitalizm; keyfiyetçe aynı olmamakla beraber, ikincisi de yani Kapitalizm de Komünizm gibi, insan kanı içmemişse de, insanların bağırsaklarını kurutmasını bilmiş, aç ve yoksul kalmalarına âdeta göz yummuştur.
Böylece dünyayı kendisine küstürmüş. Sessiz yığınların nefretini celbetmiştir.
Nitekim bu yüzden; istenmeyen, tasvip edilmeyen, ilk büyük tepkisiyle insanlık; 11 Eylül’de ABD’nde gerçekleştirilen fecî terör saldırısı ile karşılaşmıştır.
Bütün bunlar, Bediüzzaman hazretlerinin, ta bir asır evvel söylediği; şu anlamdaki hakikati ispat etmiyor mu?
Vicdanın ziyası / nuru / ışığı ulûmu diniyye / din ilimleridir.
Aklın nuru / aydınlığı ise fünûnu medeniye / fen ve teknik bilgiler iledir.
İkisinin imtizacıyla / ikisinin bir öğrencide bir araya gelmesiyle, hakikat tecelî eder / kendini gösterir.
O iki cenah / o iki kanat ile talebe gayrete gelir.
Ayrıldıkları vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe doğar.
Yani sadece din ilimlerini okur da, fen ilimlerini ihmal ederse, o talebe mutaassıp olur.
Körü körüne inanmakla yetinir! Ancak taklidî bir inancı sahiplenmiş olur.
Sırf fen bilimlerini öğrenerek; din ilimlerinden, yani mâneviyattan yoksun kalan talebe ise şüpheci olur. İnançtan mahrum kalır.
Demek oluyor ki: Bütün insanlık için; Din hayatın hayatı, hem rûhu hem esası.
İhyayı din ile olur,bu milletin ihyası.
Vesselam.
874